Bu pazar günü sandığa gidip, yerel yöneticileri seçeceğiz. Artık son hazırlıklar yapılıyor, son sözler söyleniyor. Dışarıdaki atmosferi yeterince bilmesek de yaşanan seçim heyecanını, yükselen siyasi tansiyondan anlıyoruz. Oy kullanma hakkımız elimizden alınmış olsa da bizler de aynı heyecanı yaşıyoruz.
Demokrasinin seçimden, sandıktan ibaret olmadığını biliyoruz. Haklarının bilincinde, örgütlü, toplumsal yaşamın gerektirdiği demokratik/etik kriterleri özümsemiş, hukukunu belirlemiş, ekonomik olarak kendine yeten, demokratik bir toplum demokrasinin temelini oluşturur.
Gerçek anlamda demokratik bir yönetimden söz edebilmek için de şeffaf, hesap veren, toplumun kendisine verdiği yetkiyle sınırlı olduğunu bilen, geçici bir süre için yetki aldığını unutmayan, değişim zamanı geldiğinde halkın iradesini koşulsuz kabul eden, yönetim yetkisini sivil toplum/halk meclisleriyle paylaşan bir siyasal anlayışın yerleşmesi gerekiyor.
İfade ve örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü, muhalefet etme, toplantı/gösteri yapma hakkı ve adalet ise güçlü bir denetim mekanizmasının vazgeçilmezleridir.
Maalesef yönetim yetkisini eline geçirenler, mutlak iktidar hastalığına tutuldu. Hesap verme bir yana ağzını açanın cezaevine gönderildiği; papağan gibi sürekli sahibinin sesini tekrarlayanlar dışında basına özgürlük alanı tanınmadığı; meydanların, sokakların abluka altında olduğu; halkın iradesinin “yeni kayyumlar” tehdidi ile kırılmaya çalışıldığı bir ortamda seçime gidiliyor.
Toplumdan da değil haklarının peşinden gitme, var olan haklarından bile “beka” uğruna vazgeçilmesi isteniyor. Bunun dışına çıkmaya çalışan herkes “terörist” ilan edilerek; iktidar terörü perdeleniyor. Böylece koltukların “bekası” sağlama alınmak isteniyor.
Böyle bir ortamda seçime gidiliyor olması, insanı sandıktan, seçimden, siyasetten soğutabilir. Ama iktidarın istediği tam da budur. “Böyle gelmiş böyle gidecek” algısını kafamıza adeta mıh gibi çakmak istiyorlar.
O nedenle bu seçim öncelikle “böyle gitmeyecek” diyenlerin iradesini beyan ettiği bir seçim olacak. Önemi de buradan geliyor. Demokrasi adına elimizde sadece sandık kaldıysa, biz de o sandıktan, toplumu esir almak isteyenleri hüsrana uğratacak bir sonuç çıkarmalıyız.
Unutmamalıyız ki, eğer halk gerçek iradesini açığa çıkarak bir bilinçle hareket etmezse; temsili demokrasiler, diktatörlerin sandıktan “meşruyet” devşirdiği bir yöne evrilir. Ve yaptıkları her türlü hukuksuzluğu, haksızlığı, katliamı, yolsuzluğu, hırsızlığı “halk onaylıyormuş” gibi gösterip, buradan güç alırlar.
Bunu önlemenin yolu halkın, zulüm düzenine rıza göstermediğini oylarıyla ortaya koymasıdır. Tecridin kaldırılması talebiyle başlatılan açlık grevlerinin kritik bir aşamaya gelmiş olması da bu seçime farklı bir anlam yükledi. Açlık grevi eylemi “böyle gitmesine izin vermeyeceğiz” diyen güçlü bir çığlıktır. Bu çığlığın yankısını sandık sonuçlarında görmeliyiz.
Tekirdağ cezaevinde bir tutsağın, yaşanan haksızlıklara ve hukuksuzluğa isyanını ifade edebilmek için yaşamından vazgeçmesi, tüm topluma güçlü bir mesajdır. “İmralı’daki tecridin tüm toplumu esir almaya dönüştüğünü görmüyor musunuz?” diyen bir haykırıştır. Öyle ki bu son haykırış, O’nun yaşamına mal olmuştur.
Halkımızın bu yakarışa güçlü bir yanıt vereceğine ve gençlerimize yaşamı armağan edecek bir tutum içerisinde olacağına inanıyorum.
İnancımıza, kültürümüze göre bu dünyadan göçüp gidenlere, helallik verilir. Bir annenin sonsuzluğa uğurladığı çocuğuna, “emzirdiğim süt helal olsun” demesine bile fırsat vermeyen bu zihniyete unutamayacağı bir ders vermek gerekiyor.
Kimin seçildiği, neler yapacağı tabi ki önemli ama her şeyden önemlisi savaştan, ölümden, tecritten, baskıdan, tekçilik dayatmasından başka bir vaadi olmayan, halkın iradesini hiçe sayan bu kayyum zihniyetine güçlü bir ders vermek demektir.
Bu siyasal bir tutumdan daha çok, insani ve vicdani bir tutumdur. Siyasi partiler, siyasi düşünceler dönemine, şartlara göre değişir, ama bir toplum zulme “dur” deme refleksini yitirirse, vicdanını yitirir. Vicdanını yitiren toplumlar ise anlamını yitirir.
Bu anlamda bu seçim, toplum için gerçekten “beka” seçimidir. Tecride karşı özgürlüğü, zulme karşı vicdanı, ölüme karşı yaşamı, tekliğe karşı çokluğu, baskıya karşı demokrasiyi savunma seçimidir. Vicdansızlık girdabında yitip gitmek mi; anlam deryasında bir damla olmak mı? Karar sizin.