Yerinden zorla nasıl edinilir, siz göç mü dersiniz bu kavrama, öldürmek mi? yok etmek mi?
Ne zaman farkında oluruz, yerinden edilenleri seyrederken mi, yerinden etmeye onay verirken mi, kararı duyup henüz bizim oralara gelmiyor diye düşünürken mi, çok geç ben ne yapabilirim derken mi, olayı duyuran bir mesajı izlerken üzüldüğün(m)üzde, canın(m)ız yandığında mı? Tanıklık olmak ve bir şey yapmamak nereden başlar bizler için?
Savaşı siyaseti yürütenlere, tezkerelere evet diyenlere, hayır dediklerini seçmenler görmesin, diye meclisin koridorlarında bekleyenlere sormuyorum bu soruları.
Sorular bize, bu coğrafyada yaşayıp, iradesini savaş taraftarlarından geri almayanlara, öğrenciler, gençler, siyasiler zindanlara mahkum edilirken susanlara, emekçiler çalışırken her geçen gün daha da güvencesizleşirken, işinden atılırken, faşizm her kurumda yapılanırken, yokmuş gibi yaşayanlara soruyorum. Kim oluyor o soru sormadığımız kesim, biz izin vermesek nasıl yol alırlar bu kadar?
Ortadoğu kana bulandı. Halkların özgürlüğünü kazandığı her alan yeniden IŞİD çetelerine teslim edildi. Hızını alamayan iktidar ve yandaşları Libya’ya kadar kollarını uzattı. Kürt İlleri OHAL ilan edilip savaş araçları ile yerle bir edilirken ne Mezopotamya’nın kadim kimliği, yüzlerce uygarlık izleri ne orada yaşayan halkların yaşam hakları ne de tüm bölgeyi etkileyen ekolojisi önemsendi. Savaş yıkıp yakarken yerinden zorla edilenlerin üzerinden yeni siyasetler yürütüldü, yeni kazanımlar elde edilmek istendi. İktidar tarafından mülteci pazarlığı yapılıp, AB ülkelerinden para alınıp sözler verildi. Kürdistan coğrafyası sermayenin yeni edinim alanına dönüştü.
Ege Denizi bu sözlerin ve savaşların taraflarının anlaşmaları sonucunda savaştan kaçanlara mezar oldu. Kürdistan coğrafyasında taş taş üzerinde bırakılmazken, zeytinler, topraklar şirketlerin yağmasına sokuldu. Savaştan kaçan yoksul halklar Türkiye illerinde, ilçelerinde “kaçak” yaşarken, onları avlamak için güvenlik noktaları arttırıldı. Yakalanmayanlar farklı illerin sokaklarında çoluğu ile çocuğu ile nefret söylemleri, bakışları, ötekileştirilmeleri eşliğinde her türlü kullanılmaya mahkum edildi. AKP Başkanının sınırları açıyoruz/ kapatıyoruz sözlerinin, AB ile yaptığı dış siyaset garabetinin arasına sıkışan birkaç saatte sokaklara dağılmış, saklanan binlerce yoksul, savaşla yerinden zorla edilenler Avrupa ülkelerinin sınırlarına hareket etti.
Ege Denizi’ni, Meriç’i, sınırlardaki güvenliğin tüm engellerini aşabilirlerse karşıda diğer ülkelerin faşistleri onları silahlarla, bıçaklarla bekleyenlerin önüne düşecekler. Bugünlerde Yunan adalarında hem faşistler saf tutmuş hem sosyalistler. Faşistler önce davranıp savaştan kaçanları öldürmeye, kendi ülkesine sokmamaya çalışacak ki bunu daha önce Ege Denizi’nin ortasında yapıyorlardı ya da kaçanların elinden son kuruşlarını alıp onlarca kişiyi lastik bir bota bindirirken, Bulgaristan’da kapısı kilitli bir tırın içinde terk edip ölüme mahkum ederken yapıyorlardı. Şimdi suyun öte tarafında bu taraftaki faşistlerin öldüremediklerini öldürerek yapacaklar. Bir grup insan ise suyun iki tarafında yerinden bir el hareketi ile öldürülmesine karar verilenleri faşistlerden önce bulup korumaya çalışıyor.
Suriye tezkeresinin 2015 yılında süresi uzatılırken meclisteydim. Sadece HDP savaşa hayır dedi, evet elleri kalktığında- şu anda eli havada olanların akacak kanda katkıları var, onaylamayın diye bağırmıştık- tutanaklara geçmiştir eminim. Savaş çıkarılan yerlerde halklar katledildi, yerlerinde, yurtlarında taş taş üzerinde bırakılmadı, kalanlar hala öldürülmeye çalışılıyor.
Yolun(m)uz Edirne’ye düşmeli yada Ege sahillerine, açlıktan ölmek üzere, ölümüne sınırı geçmeye çalışanları, savaş kararları kendi bölgelerinde verilmeden önce bizler gibi evlerinde yaşayan şimdi ölmemek için katillerden kaçan halkları sarmalamalıyız. Yardıma gidenlerle, örn. Edirne Tabib Odası ile dayanışmalı, diğer illerden desteğe, yardıma gidenlere katılmalıyız. Barışı örmek için önce kardeşlerimizi korumakla başlayalım. Daha fazla yok olmadan durduralım bu insanlık suçunu.