Neğşirvan Güner/İstanbul
Geçtiğimiz günlerde ‘Tarlabaşı’nın zorla dönüşen griliğine ve Kasım ayının melankolisine inat’ sloganıyla kapılarını bir sergiyle açan Dramaqueer Sanat Kolektifi’nden Umay Uzay ve Metin Akdemir’le konuştuk.
Toplumsal cinsiyeti, feminizmi, kuir kimlikleri dert eden, militarizmi sorgulayan, vegan politikalara değinen sanatçılara açık olduklarını belirten Akdemir, “Duyguyu sadece kolektifin içindeki insanlara değil, dışarıya da yaymak gibi bir derdimiz var” diyor.
‘Dramaqueer’ kolektifin ruh halini çok iyi anlatan bir isim olduğunu söyleyen Uzay, “Drama meyilli bir grup sanatçının bir araya gelerek oluşturduğu bir kolektif” olarak yorumluyor.
Dramaqueer Sanat Kolektifi nasıl bir fikir etrafında ortaya çıktı?
Akdemir: Bir grup arkadaş halihazırda Antakya’daki Güzel Sanatlar’dan mezun, zamanında üniversiteden tanışan ve beraber iş üretiyorduk. Hepsimiz başka şehirlere gidince beraber iş üretme durumu da sekteye uğramıştı. Daha sonra tekrar birbirimizle ilişkilenip, sayısal olarak çoğalınca arkadaş ilişkileri üzerinden 2013 yılında kolektif kurma fikri ortaya çıktı. O dönem ortaklık yürüttüğümüz LGBT+ ve feminist dernekler ortak sergiler yaptık. Aslında bağımsız işler üreten insanlardık ve bir araya gelip kolektif duygusunun hepimize iyi geleceğini düşünüp bir araya geldik. 2013 yılında Mersin Onur Haftası’nda bir sergi düzenledik. Oradaki bir hamamda gerçekleştirdik sergimizi. Onur Haftası’nın da açılış sergisi oldu bu, hepimize de çok iyi geldi beraber üretmek. Sonra oradan doğru 2014 yılında Ankara’daki 5. Pembe Hayat KuirFest’te bir sergi düzenledik. Sivil Düşün’e yazdığımız bir fikir üzerinden Ankara ve Mersin’de iki ayrı şekilde sanat eğitimi almamış LGBT+ bireylerle ortak üretimlerle ‘Gittim Gelecem’ ve ‘İradeyse hepsi ben’ isimli iki sergi daha yaptık. Hepimiz faklı şehirlerde yaşıyoruz. Üretim yapabileceğimiz, atölye olarak da kullanabileceğimiz bir ortak mekanın olmasının hepimiz için daha iyi olacağını düşündük ve bu düşünceden yolla çıkarak Dramaqueer ekibi olarak, 2017 yılının Aralık ayında İstanbul Sanat Derneğini kurduk. Mayıs ayından beri Tarlabaşı’ndaki bu binadayız. Teknik işlerin yoğunluğu, sergideki işlerin toplanması ve yeni sanat sezonun başlamasıyla birlikte bu sergiyle 2 Kasım’da açılışımızı gerçekleştirdik.
Kolektif olarak neler yapacaksınız?
Uzay: Bu sergiyi açmadan önce 2, 3 hafta boyunda bu mekandaki atölyelerde çalışıp bireysel ve ortak işler ürettik, burada bir araya gelip üretmek, çalışmak ve birlikte olmak asıl meselemiz.
Akdemir: Bir yandan da insanların gelip gittiği, çay kahve içtiği sosyalleştiği bir alan yaratmak istiyoruz. Çünkü genelde LGBT+ dernekleri; Lambdaİstanbul geleneğinden yola çıkarak söylüyorum, insanların partiler vs. yoluyla birbirini bulmaya çalıştığı bir dünya olarak gelişti. Kendi sesimizi duyacağımız mekanlar azalıyor, kısmen kafelerde olabiliyor bu. Ben İstanbul’a ilk geldiğimde Lambdaİstanbul’a gitmiştim, orada çay kahve içip insanlarla tanışmıştım, şehrin merkezinde bulunan Dramaqueer’in de insanların istedikleri zaman kapıyı çalıp girebilecekleri, zaman geçirebilecekleri, birbirini bulabilecekleri, sanat konuşabilecekleri bir mekan haline gelsin istiyoruz aslında.
Nefret söylemine, ırkçılığa, homofobiye karşı çıkan bir fikirden besleniyorsunuz. Bu bağlamda kimlere kapılarınız açık?
Akdemir: Çevremizde tanıdığımız ve bir galeriyle çalışmayan ya da galerilere henüz ulaşamayan pek çok sanatçı var, hepsi burayı gelip kullanabilirler. Burası sadece bize ait bir alan değil hatta galeri olarak tanımlamak da doğru gelmiyor bana. Sanat nesnelerin sergileneceği bir alanın yanında dernek olarak çalıştığımız atölyelerin de olduğu bir alanımız var. Bir arkadaşımız gelip mekan bulamadığını söyleyip burayı kullanmak istediğini belirtse, biz burayı onun için açarız çünkü olanaklarımız var (ışık düzeni, sergi kurulumuna dair deneyimimiz, medya networkumuz vb). Toplumsal cinsiyeti, feminizmi, kuir kimlikleri dert eden, militarizmi sorgulayan, vegan politikalara değinen sanatçılara açığız. Bunun dışında bir konuşma düzenlemek, film gösterisi yapmak istiyorum diyen insanlar da önerilerle gelebilirler. Duyguyu sadece kolektifin içindeki insanlara değil, dışarıya da yaymak gibi bir derdimiz var.
Bir alışveriş merkezinde ya da daha çok insana ulaşabileceğimiz bir semtte değil de Tarlabaşı’nı tercih ettiniz. Neden Tarlabaşı?
Akdemir: Aslında işin gerçeği şu ki, iki ay boyunca mekan aradık ve iki mekan arasında kaldık, birisi Kumbaracı Yokuşu’nda, birisi de burasıydı. Sonra iki mekanı kağıtlara yazdık ve kolektif üyeleri arasından çekiliş düzenledik. Burası çıktı, iyi ki de burası çıktı. Mahalleli ve sosyal çevre ile güzel uyum sağladık. Aynı zamanda, bir yandan azalsa da İstiklal’de merkezileşmiş bir sanat çeperi var ama yolun karşısı unutulmuş, vazgeçilmiş bir yere dönüşmüştü. Burası hiçbir zaman unutulmaması, gündemde kalması gereken bir yer. Ayrıca, Tarlabaşı’nın tümü değişime uğramadı, insanların yaşadıkları yerler hayatta kalmaya devam ediyor. İyi ki de buraya gelmişiz çünkü yolun karşına geçince insanlar hatırlıyorlar burayı; burada sosyalleşiyorduk, Kürtler buradaydı, translar burada yaşıyordu, Rumlar buradan gitti, siyahiler buradaydı. Aslında, “Tarlabaşı Is Burning” (Tarlabaşı Yanıyor) işi bunu söylüyor, eskiden böyleydi, unutmayalım bunu, katalogdaki insanlar hayalet. Saat 7’den sonra galeri olan kısım kapanıyor ama buradaki akış hep devam ediyor. Bu bizim ve Dramaqueer’in ruhuna çok uydu; gürültü, kalabalık, keşmekeş.
Uzay: Aslında ruhumuza burası çok uydu. Mesela gece buradan takip ediyoruz sokağın hareketli yaşamını, bunlar çok beslendiğimiz şeyler aslında…
Neden ‘Dramaqueer’ ismini tercih ettiniz?
Uzay: Instagram sayfamızda da şöyle bir şey yazar: “Drama meyilli bir grup sanatçının bir araya gelerek oluşturduğu bir kolektif.” Arkadaş grubu olarak, sanatçı grubu olarak hepimizin ruh halini iyi anlatan bir isim.
Akdemir: Dram seviyoruz, yani birbirleriyle çok iyi geçinen, albüm çıktığında çok iyiyiz vs. gibi konuşan gruplar gibi değiliz; olaylıyız, kavga ediyoruz. ‘Drama Queen’ diye bir kavram var onun formunu bozuyoruz. Lubunyanın en iyi yaptığı şey kelime oyunu yapmak. Drama seven kuirler gibi bir şey yani en kaba tabiriyle. LGBTİ camiasını salt renkli bir camia olarak tanımlamak korkutuyor beni artık. Bizim dramalarımız da var hüzünlerimiz de var. Biz bununla baş etmeyi neşemizle, renkliliğimizle beceriyoruz aslında, renkliliğimizle renkli değiliz. Yaşadıklarımızın zorluğunu bu neşe ve renklilikle atlatmaya çalışıyoruz. Burası gece ışığı yanan ve bayrağımızın asılı olduğu bir yere dönüştü ve bu bize iyi geldi. Zaten burası renkliydi biz bir şey katmadık. Eski, üzeri tozlanmış bir şeyin tozunu almış gibi bir şey oldu. Dün buraya gelen iki trans arkadaş Tarlabaşı hakkında deneyimlerini anlattılar, biz de sergi oldu diyoruz, aslında o tarih ve deneyim birikmeye devam ediyor, içinde küçücük bir alan kaplıyoruz.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Akdemir: Sanat en etkili ve insanlara onları yormadan ulaşabileceğimiz, lafımızı söyleyebileceğimiz bir alan. Dramaqueer’i aynı zamanda bunun üstüne de konuşabileceğimiz, insanların anladığını anlamadığını istediği gibi konuşabileceği bir mekan olarak tasarladık. Önümüzde 2 tane önemli gün var, 25 Kasım (Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü) ve 1 Aralık (Dünya HIV Günü). Önemli günleri dert etmek istiyoruz, bu günler üzerine etkinlikler yapmayı planlıyoruz. Birbirimizi anlayabileceğimiz bir yer açtık.
*Cemal Akyüz, Metin Akdemir, Hülya Dolaş, Volkan Eray, Hakan Tarhan, Umay Uzay ve Fırat Varatyan’ın işlerinden seçkiyle devam eden sergi, 17 Kasım’a kadar ziyarete açık olacak.