Seyithan Akyüz
Türkiye zindanlarında uzun bir süredir İmralı merkezli bir tecrit ve baskı politikası uygulanıyor. Aslında sadece zindanlarda değil, yaşamın birçok alanında İmralı merkez alınarak politikalar geliştiriliyor. Özellikle 2016 darbe girişimi sonrasında bu politikalar derinleştirilmiş ve geniş kapsamlı hale getirilmiştir. Tek merkezli ve özel olarak geliştirilen bu politikalardan en çok etkilenen kesim ise, tahmin edileceği gibi siyasi tutsaklar olmuştur.
Siyasi tutsakların yaklaşık 6 yıldır hayata geçirilen bu uygulamalarla nerdeyse ihlal edilmeyen hakları kalmamıştır. Öncelikle tutsakların radyolarına el konuldu. Ardından istedikleri gazeteler yasak denilerek verilmemeye başlandı. Yetmedi, tutsakların odalarında bulunan ve muhalif yayınevlerinden çıkan tüm kitap ve dergiler toplatıldı. Tabii ki yapılanlar salt bunlarla sınırlı değildi. Sözünü ettiğimiz bu süreçte tutsakların hemen hemen tüm sosyal faaliyetleri iptal edildi. Hastane, mahkeme vs. yerlere gidiş-gelişler, tabiri caizse işkence haline getirildi. Kurum güvenliği gerekçe gösterilerek, akla hayale gelmeyen arama biçimleri dayatılıp kabul etmeyen tutsaklar, hastane ve mahkemelere götürülmeyerek bu alanlardaki hakları ihlal edildi. Bunların yanı sıra ayakta sayım, koridorlarda askeri nizamda yürüme, oda aramalarında her yeri olabildiğince dağıtma vb. birçok usule uygun olmayan uygulamalar geliştirildi. Yine cezaevi idaresinin hoşuna gitmeyen mektup ve dilekçeler keyfi bir şekilde engellenerek çıkışları yapılmayıp işleme alınmadı. Bunlara ses çıkaran tutsaklara ise ya disiplin cezaları verildi ya da sudan gerekçelerle infazları yakıldı. Hele İnfaz Kanunu’nda yapılan değişiklik ile koşullu tahliyeler Gözlem Kurulu’nun onayına bağlanmasıyla tutsaklar tam anlamıyla keyfi kararlarla yüz yüze bırakıldı. Bu değişiklikten dolayı şu an cezaevlerinde onlarca tutsak yatar sürelerini bitirmelerine rağmen bırakılmıyor. Oysa çıkarılan bir kanun geriye işlemiyor. Başka bir ifadeyle kanunlarda lehine olan hükümler uygulanır. Bu, hukukta temel bir prensiptir. Buna rağmen bu insanlar bırakılmıyor ve keyfi bir biçimde içeride tutulmaya devam ediliyor.
Belki yukarıda dile getirmeye çalıştığımız şeylerin dışarda olan bir insan için bir anlamı olmayabilir. Ama içeride olanlar için bu böyle değil. Daha doğrusu içerideki tutsakların yaşam damarları bu sözünü ettiğimiz şeylerin sağlıklı işlemesiyle mümkündür. Bunlar kesildiğinde veya işlemez kılındığında tutsakların yaşam damarlarını da kesmiş olursunuz. Zaten zindanlar insan doğasına aykırı yapılmış mekanlardır. Bunun üstüne yukarıdaki uygulamalar da eklenince, zindanlar tutsaklar için bir cehenneme dönüşürler. Maalesef bugün birçok zindan, bu durumu yaşıyor.
Devlet, yukarıda dile getirmeye çalıştığımız uygulama ve hak ihlallerini İmralı zindanında tam 24 yıldır kesintisiz uyguluyor. PKK Lideri sayın Abdullah Öcalan 24 yıldır İmralı cezaevinde tek kişilik hücrede tutulup bu çağdışı uygulamalara maruz bırakılıyor. Elbette bunun bir nedeni var. Bu, PKK Lideri sayın Öcalan’ın toplum üzerindeki etkisinden kaynaklanıyor. Zira sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu görüşler kısa sürede tüm topluma yayılıyor ve toplum tarafından onay görüyor. Bundan ürken siyasi iktidar, elindeki iktidar gücünü de kullanarak, bunun önüne geçmeye çalışıyor. Peki sayın Öcalan’ın görüşleri neden geniş toplum kesimleri tarafından benimseniyor? Çünkü sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu görüşler, toplumun yaşadığı sorunlara çözüm yolunu gösteriyor. Siyasi iktidar, toplumun yaşadığı sorunlara çözüm yolunu gösteren sayın Öcalan’ı dinlemek yerine; ona dünyada eşi benzeri bulunmayan bir tecrit ve baskı uyguluyor. Yetmiyor, buna hukuki kılıf uydurmaya çalışıp, tüm zindanları İmralılaştırmaya çalışıyor. Bu nedenle tecrit bir insanlık suçudur ve bir insana uygulanan tecrit, tüm insanlığa uygulanmış demektir. Tecridi kırmak ise yine insanlığın ortaya koyacağı tavra bağlıdır. Tecride ses çıkarmamak nasıl ki insanlıktan uzaklaşmaysa, buna karşı durmak da insanlıkta ısrardır. İnsanlığımızda ısrar için tecride dur diyelim.