İnsan türü neredeyse dünya genelindeki eğitim sistemlerinde kendisini gelişmiş zihinsel faaliyetlerinin, pratik sonuçları sebebi ile doğanın ve bu gezegendeki yaşamın efendisi olarak görmektedir. Tüm gezegene hükmettiği, ekolojik varlıkların sahibi olduğu yanılgısı türler ve insan kimlikleri üzerindeki hiyerarşinin de kaynağıdır. En avantajı grubun her şeyin hükmedicisi olduğu fikri insan türü arasında da ayrımlara hatta ayrımcılıklara sebep olmuştur. Bu gezegendeki erkek egemen, ayrımcı, şiddete teşne tahakküm, doğanın efendisi gezegenin sahibi olma hezeyanından doğmuştur. Bu sebeple insanlık tarihi acılar, katliamlar ve yıkımlar ile doludur. Bu sadece hükmetme arzusu ile açıklanamaz. Şiddetin sistematikleşmesinin altında insanlığın bu karanlık yanılgıya topluca iştirak etmesi vardır. Fakat her seferinde üzerinde yaşadığımız gezegen, bize bu ekolojik sistemler topluluğunda sadece bir tür olduğumuzu hatırlatır. Hele ki doğaya hükmetmek insanlık için tam bir yanılgıdır.
Dünya genelinde ciddi bir kuraklık yaşamakta olduğumuzu söylemek yanlış olmaz. Özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya giderek kuraklaşan, su varlıklarını kaybeden bir coğrafyadır. Her yeni günde bir su varlığının kaybının, azaldığının haberi ile uyanmaktayız. 22 Aralık’ta Biante.org‘da yayımlanan bir habere göre, Zilan Deresi kıyısında bulunan eski Partaş Köyü’nde derenin sularının çekilmesi sonucu insan kemikleri açığa çıktı. Erciş’te son yıllarda birçok kez toplu mezar ve insan kemikleri bulunması durumu yaşanmakta. Fakat Zilan bu kez bağrında sakladıklarını Bizlere açıkça gösteriyor.
Geliya Zilan Kürt halkı için sadece bizden sonraki kuşaklar için korunması gereken bir ekolojik varlık değildir. Zilan acı bir hafıza mekânıdır. Kökü Zilan’da olan birçok ailenin evlatları için genetik kodlarına işlenmiş büyük bir acının mekânıdır. Geçtiğimiz yüz yıl boyunca nice katliamlardan geçen Kürt halkının derinden hissettiği bir acıdır. Zilanlı ailelerin çocukları, tüm Kürt çocukları gibi iki tarih anlatısı ile büyür. Evde büyüklerimizden duyduğumuz tarihi okulda öğrenemeyiz. Türkiye’nin tarihi öğrenirken 13 Temmuz 1933’te Zilan’da öldürülen kimi kaynaklara göre 1500, kimi kaynaklara göre 15.000 insanın katledilişini hiçbir tarih eğitimi kaynağında göremeyiz. Dersim Katliamı’nı göremeyiz. Hatta bazılarımız bu anlatılanları günümüzde dahi yaşar ve hala tarihe not düşmek için saba sarf edenler dışında bu hafıza tutulmaz. Bu hafızanın tutulmaması bu bilginin saklı kalacağı anlamına gelmez. Gerçekler bir şekilde açığa çıkar. İklim krizi kaynaklı kuraklık sebebi ile Zilan’da çekilen sular 90 yıldır bağrında sakladıklarını artık göstermek istiyor. Burada hem bir ekolojik varlık olarak Zilan’a hem de o bölgede acıları 90 yıldır devam eden Kürt halkına karşı tahakküm kurmaya çalışanlara cevabı Zilan vermektedir. Gizleyemezsiniz, yok sayamazsınız demektedir.
Bu haberin kişisel olarak benim üzerimde de büyük bir etkisi oldu. Kuraklık meselesini ele almak isterken kendimi, aile tarihimdeki acının etkisinden kurtaramadım. O dönemde Zilan kıyısında haritadan silinen köylerdeki insanların kaybının, yaşadıkları ağır şiddetin nasıl bir şey olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Köyünde insanlar, anneler, kardeşler, eşler, evlatlar, babalar olarak sakince bir yaşam sürecekken kendilerini bir anda bir şiddet ve ihanet sarmalının içinde korkunç bir katliamın öznesi olarak bulmuşlardı. Anneannemin, iki dedemin küçükken bizlere anlattığı kendi çocukluk hatıraları tam da bu ızdıraplı çelişkiyi içeriyordu. Bazen çocukluklarındaki o masum dingin anıları paylaşırlardı bizimle. Verimli bir ovada, içinde su samurlarının yüzdüğü Zilan Deresi kıyısında dingin köy hayatının anılarını anlatırken, ardından bu güzel anılar korkunç acıların sessizliği ile kesilirdi. Çocuk akılları ile hafızlarında kalan şiddet anılarını zar zor öğrenebilirdik. Varlık içinde yaşarken bir gecede tüm varlıklarını hatta sevdiklerini bırakıp tüm ömrünü bir bohçaya atıp can havli ile günlerce yürümek, yollarda açlık, sefalet, korku yaşamak en büyüğü 12 yaşında olan çocuklar için hala o çocuklukta kalmak demekti. Anneannem kendi annesinin günlerce aç susuz yürümekten bitap düşüp küçük kız kardeşini bırakıp yürüdükten sonra koşa koşa geri gidip nasıl tekrar bıraktığı yerden aldığını, gözyaşları içinde bağrına bastığını anlatırdı. Köylerini terk ederekken babasının katliamdan İran’a kaçanları götürmek için gittiğini ama onları almak için hiç geri dönemediğini anlatırdı. Kardeşleri ile birlikte her akşam evin önüne çıkıp babalarının gelmesini beklerlermiş fakat ne dönebilmiş ne de haberi gelmiş. Babalarına ne olduğunu asla öğrenememişler. O yaşlı hali ile bunu anlatırken, tıpkı o babasını bekleyen kız çocuğu gibi ellerini açıp bir daha hiç göremediği babası için dua ederdi. Dedem, köyleri basıldığında 12 yaşında bir çocuk olarak omuzlarına kurtulmak için yollara düşen herkesin sorumluluğunu nasıl aldığını anlatırdı. O korkunç kaçış sırasında yeğenini kaybettiğini, bunun üzüntüsünü yaşarken bir Zilan kahramanı olan amcası Reşoye Silo’nun atıyla kayıp çocukları hayatta kalmaya çalışan kafilelere getirdiğini ve kendi yeğenini getirdiğindeki mutluluğunu anlatırdı. Kendi amcasının Hamur’da Reşoye Slio’yu kurtarmak için kurulan pusuya canını siper ettiğini ve mezarının orda bir yerde olduğunu anlatırken, gitsem de bulamam derdi. Ben ve benim gibi Zilanlı ailelerin ikinci, üçüncü katliamdan sağ kalanların nesillerinden olan çocuklar katliamın kendisine değil ama acılarına şahidiz.
Kendi ailemdeki Zilan anlatılarından yola çıkarak tüm Zilan vadisinde birçok insanın bir mezarı dahi olmayan birçok kaybının olduğunu görmekteyiz. Üstelik Zilan Katliamı’nın ardından yaşanılan idamlar, hapisler, sürgünler de var. Bunu tarihe not düşenler arasında yer alan kuzenim Sedat Ulugana’nın Ağrı Kürt Direnişi ve Zilan Katliamı (1926-1931) kitabı tüm süreç hakkında akademik bilgiler ile bu acı tarihi detaylıca anlatmaktadır. Gazeteci İdris Yılmaz 2021 yılında başladığı belgesel çalışması ile bu acı hatıraları tarihe not düşenler arasındadır. Zilan’a ilişkin veriye dayalı detaylı tarihsel bilgiye ulaşmak ismini saydığım ve sayamadığım birçok Kürt araştırmacının çabaları sonucunda mümkün. Zaten bu acı dönemin gazetelerinde de ayan beyan ırkçı bir dille duyurulmuştur. Bu araştırmaları yapanlar birçok kez engellenmiş ve hatta yargılanmıştır. Gazeteci Oktay Candemir ve Ercan Öksüz yargılananlar arasındadır. Bu tarihi bu çalışmaları yapanlardan öğrenmek daha doğru olacaktır.
Tüm bu baskıya rağmen Zilan’da geçmişi olanlar ellerini Zilan’dan hiçbir zaman çekmemiştir. Zilan Deresi üzerine HES yapılmak ve bu hafıza mekânı tahrip edilmek istendiğinde Zilan Ekloji Platformu ve VAN Çev-Der bunun gerçekleşmemesi için müthiş bir çaba sarf etmiş ve buna engel olmuşladır. Bir kez daha bu çabaları için teşekkürü borç biliyorum her iki platformun her bir üyesine. Zilan bir ekolojik varlık olarak tüm yöreye can vermektedir. Van Gölü’nün endemik türü İnci Kefali’nin yuvasıdır, sayıları oldukça azalan su samurlarının yuvasıdır. Aynı zamanda hala bağrında o mezarı olmayan bir zamanlar ailesi, sevdikleri olanları da taşımaktadır. Zilan vadisi hiçbir proje ile tahrip edilmemeli ve Zilan bizden sonraki nesiller için de özgür akmalı. Fakat Zilan Katliamı’nın kayıpları onurlandırılmadan üzerinde hiçbir engel yoksa bile Zilan özgür akamaz. Zilan’ın bağrında taşıyıp önümüze bıraktığı kemikler insanlık onuru adına araştırılmalıdır.
Ben bu acının şahitlerinin evladı olarak Zilan’daki acı geçmişin araştırılmasını, hatta tüm kaybedilenlerin temsili bir mezarı olarak bir anıt görmeyi arzu ediyorum. Bölgenin bir hafıza mekânı ilan edilmesini ve bulunan kemiklerin insan onuruna yakışır şekilde defnedilmesini, bir mezarlarının olmasını diliyorum. Katliamın izlerini taşıyan vadinin hafıza mekânı olarak korunması, bu acının tanınması zor bir iş değil. Başka acıların bir daha asla yaşanmaması için geçmişle yüzleşmek gerekmektedir. Kalıcı barışın yolu acıları tanımak, yüzleşmek hatta paylaşmaktan geçiyor.
Zilan bağrındaki acıları paylaştıktan sonra ancak özgür akacaktır.