‘15 binden fazla kadın, çocuk ve yaşlı birbirlerine bağlanarak mitralyöz ateşine tutuldular. Hamile kadınların karınlarındaki çocuklar süngülendi… Gök kızıldı ve bulutlar ağlıyordu. Gözyaşları ise alev alevdi’
Dr. Sedat Ulugana*
20. yüzyılın ilk Kürt jenosidi Zilan Katliamı’dır. İhsan Nuri’nin belirttiği 4 Temmuz 1930 tarihini beklemeden yaklaşık 15 gün önceden, haziran ayı ortalarında Zilan vadisinde başlayan Kürt direnişi korkunç bir jenosit ile sonuçlandı. Dönemin Türk basınına göre “en az 15 bin” insan öldürüldü. Jenosidi “Ağrı yenilgisinin intikamını kadın ve çocuklardan alan Kemalistler” başlığı ile duyuran Avrupa ve Amerika basını çeşitli rakamlar vermektedir. Bu rakamlar 10 bin ile 45 bin arasında değişmektedir. Failin kendisi yani devlet ise, 90 yıldır jenoside dair arşivini sır gibi saklıyor. Herhangi bir belge açıklamıyor. Lakin mağdurların ve şahitlerin anlattıkları katliamın boyutlarını gözler önüne seriyor. Onun için bu yazının ana omurgasını mağdur ve şahitlerin anlattıkları oluşturuyor.
‘Gök kızıldı ve bulutlar ağlıyordu’
Bilinenin aksine Kemalist ordusunun kitle imha silahlarını kullanma tarihi 1930 yılına kadar uzanır. Direnişçiler Zilan’a çekilirken onları takip eden uçaklar ölüm saçıyorlardı. Yere düşen yangın bombaları, düştüğü yerle birlikte direnişçileri ve onlara iltica etmiş olan sivilleri de yakıp kavuruyordu. Cergeşîn (Derimevi) köyünden Eliyê Sertîp, Exis (Doluca) köyünden Ozman ve Hêrîşo köyünden Vahdetin Tulmaç bu bombardımandan sağ kurtulan şahitlerdi. Nitekim dönemin Cumhuriyet gazetesi bununla gurur duyuyordu: “Harp bu havalide pek müthiş şekilde cereyan etmekte… Şakiler tayyarelerimizin ateş bombaları altında inlemekte…” Uçaklar sonra direnişçileri geçip Kürt köylerine yöneliyorlardı. Köylere gökten ateş yağdırıyorlardı. O günleri yaşayan Şahbazar (Şehirpazar) köyünden Ahmet Yıldız, “Gök kızıldı ve bulutlar ağlıyordu. Gözyaşları ise alev alevdi” diyordu… Bu mahşerden her canlı nasibini alıyordu. Genelkurmay raporlarına göre “Kürtler koyun kılığına bürünüyorlar diye davar sürüleri de bombalanıyordu. Bazen de sürülerin üzerine sivri demir parçaları ve iri çiviler atılıyordu, Ondandır bölgede hala iri çivilere “golikkuj” (buzağı öldüren) deniliyor.
Tanıklıklar
Askerler Yekmal ve Arnês iskelelerinden Erciş’e ayak bastıklarında, Erciş Tayyare Taburu’ndan kalkan uçakların attıkları bombaların gümbürtüleri duyuluyordu. Zilan’da toplam 80’e yakın köy yakılıp yıkılmıştı (Patnos, Muradiye ve çaldıran sahalarında da 26 köy havadan bombalanmıştı). Zilan vadisinin bütün giriş ve çıkışları tutulmuştu. Tenkil dedikleri “örnek oluşturacak olan katliam”ın boyutları korkunçtu. Milisler bölgeyi avuçlarının içi gibi biliyorlardı, bölgedeki herkesi isim isim tanıyorlardı. İlk etapta 1000’den fazla Kürt direnişçi kurşuna dizilmişti. Aylardan temmuzdu. Bazı Kürt köyleri yaylalara çıkmışlardı, bazı Kürt köyleri ise sırtlarını dağlara dayamış, bekliyorlardı. İki yıl önce 100 küsür yaşında vefat eden Şebab Kandemir o zamanlar daha çocuktu… Zilan’a akan asker selini seyrettiğini söylüyordu: “15 binden fazla kadın, çocuk ve yaşlı birbirlerine bağlanarak mitralyöz ateşine tutuldular. Hamile kadınların karınlarındaki çocuklar süngülendi…” Bunların hepsi Jenosit kavramını fazlasıyla karşılıyor. Şebab Kandemir devam ediyordu: “Köyün yanı başındaki ormana sığındık. Kurtulduğumuzu, her şeyin bittiğini sanmıştık ama yanılmıştık her şey yeni başlamıştı.” Zilan’da tek bir canlı sağ bırakılmayacaktı. Onun için yaylalara çıkmış Kürtler, nüfus sayımı yapılacak diye geri çağrılıyordu. Geri dönen Kürtler kurşunlanıyordu. İki ay önce vefat eden Cergeşin köyünden Übeyit Fidan, “Biz yayladan inerken (Komir köyü civarında) askerler bize kurşun yağdırdılar, güzergâhımız derin bir vadi olduğu için kurşunlar bize kadar ulaşamıyordu. Fakat Nazê’nin oğlu Salih vuruldu. Salih öldü. 4 yaşındaydı. Koşamıyordu, Nazê onu sırtına almıştı. Nazê’nin sırtında vuruldu. Salih öldü. Öldüğü yerde bırakıp kaçtık.” Nazê ise 87 yaşında 1989’da sürgünde öldü… Öldüğünde bile hala Salih’i unutmamıştı. O günlerde daha çocuk olan ve aldığı süngü darbesini hayatı boyunca taşıyan Heyder Özer, katliamdan sağ kurtulanlardan biriydi, annesinin anlattıklarını şöyle aktarıyordu: “Hepimiz oturduk. Birkaç kız çocuğu beştaş oynuyorlardı, bazı çocuklar da mendil oyunu oynuyorlardı, hepsi de şen şakraktı. Tepelere makinaları (mitralyöz) kurdular, yönlerini bize çevirdiler… İnsanların kafatasları vücutlarından kopup havaya uçuyorlardı, sonra da yağmur gibi gökyüzünden üzerimize et parçaları düşüyordu…” Katliamdan sağ kurtulan diğer bir tanık ise Reşit Akmaz’dı: “800, belki de 1000’den fazlaydık. Çocuk, erkek, yaşlı, genç, kadın… Bizi teker teker tahta köprününün üzerinden karşıya geçirdiler. Hiç unutmam, 10 yaşlarında bir erkek çocuk oynaya oynaya güle güle yanımızda yürüyordu. Adaxeybê vadisine geldiğimizde, birden bir ses yükseldi: ‘ateş serbest!’ diye. Yağmur gibi üzerimize mermi yağdı… Abartısız söylüyorum; insanların beyinleri on metre havaya fırlıyordu. Başlar kopuyordu… Kandan insanları ayırt edemezdin… Toprak kandan dolayı çamur gibi vıcık vıcık oldu.”
Anne karnına süngü
Zilan katliamının komutası Albay Derviş’teydi. Sağ kurtulan Kürt çocuklarının öldürülmesini özellikle istiyordu. Keza Kürt çocuklarının büyüyüp öç alacaklarını devamlı söylüyordu. Hamile Kürt kadınlarının çocuklarının cinsiyetlerini merak edip duruyordu. Hamile kadınların karınlarını deşebilecek askerlere 40 gün istirahat izni vermeyi vaat ediyordu. Erciş’in Ziyareta Baso köyünden Hüseyin Yıldız, katliam döneminde 7. Kolordu’nun bünyesinde Diyarbakır’da asker olduğunu söylüyordu. 7. Kolordu, başkaldırıyı bastırmakla görevli 9. Kolordu’ya takviye birlikler gönderir. Bu birliklerin içinde Hüseyin Yıldız da vardır. Hüseyin Yıldız yerli er olduğu için Derviş Bey alayına verilir. Çakırbeg (Çakırbey) köyünde şahit olduğu insanlık dışı bir öldürme olayını hayatı boyunca unutmadı: “Derviş Bey: ‘içinizde bu kadının karnını deşip ‘piç’ini çıkaracak gönüllü biri çıksın!’ diye bağırdı. Birkaç kez seslendi, askerlerden bir ses çıkmadı. Bunun üzerine, bu işi gerçekleştirecek kişiye kırk gün mükâfat izni var dedi. Bir asker gönüllü olarak çıktı, iki kolundan kıskıvrak tutulmuş zavallı kadının karnını süngüyle yardı. Kadıncağız hemen öldü. Çocuk yaşıyordu. Derviş Bey: ‘Bakın bakalım ‘piç’, erkek mi kız mı?’ diye sordu. Asker: ‘Erkek!’ diye cevapladı. Derviş Bey: ‘O piçin erkek olduğunu tahmin etmiştim’ dedi. Asker çocuğu da süngüleyip öldürdü.”
*Tarihçi
Yazının tam hali https://yeniyasamgazetesi6.com sitemizde.