Tarihçi Mehmet Bayrak, Zîlan Katliamı’nın diplomatik arka planını anlattı: 1925 Kürt milli direnme hareketi yargılamaları ve idamları, beş Batılı büyük devlet tarafından filme alındığı halde, bunlara bugüne kadar ulaşabilmiş değiliz. Yine de belgeler soykırım yapıldığını gösteriyor
Hüseyin Kalkan
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra meydana gelen en yaygın ve en uzun süreli Kürt ayaklanması Ağrı Ayaklanması’dır. Ağrı Ayaklanması başladıktan sonra Xoybun Cemiyeti’nin önderliğine girmiş, Beytüşşebap Ayaklanması’nın lideri yüzbaşı İhsan Nuri, ‘Paşa’ payesi ile Xoybun tarafında Ağrı Dağı’ndaki Kürt kuvvetlerine komutan olarak atanmıştır. İhsan Nuri Paşa, atandıktan sonra ‘Ağrı Cumhuriyeti’ni ilan etmiş, Kürt kuvvetlerini derleyip toparlamış, bir devletin nüveleri olabilecek bazı adımlar atmıştır. Bunun üzerine devlet isyanı bastırmak için hazırlıklara girişmiş. Bir yanda katliam hazırlıkları yapılırken, bir yanda da görüşmeler yolu ile Kürtleri ikna edip isyandan vazgeçirmeye çalışmıştır.
Katliam hazırlıkları
Türk devleti direnişçileri vazgeçirmek için bir genel af ilan etti. Ancak bu aftan amaçlanan sonuç elde edilemedi. Kürt isyancılardan bu affa uyup dağdan inen olmadı. Türkiye müzakerede inisiyatif elde edemeyince İhsan Nuri Paşa ile doğrudan müzakere etmeye karar verdi. Fakat bu da sonuç vermedi. Mustafa Kemal başkanlığında, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Birinci Umumî Müfettiş İbrahim Tali Öngören’in de hazır bulunduğu Bakanlar Kurulu toplantısında 29 Aralık 1929 tarihli ve 8692 sayılı kanun hükmünde kararname çıkarıldı. (Mehmet Köçer, “Ağrı İsyanı (1926-1930)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 14, Sayı: 2) Kararnamede Haziran ayında Ağrı’ya yönelik hareket öngörüldü. Bakanlar Kurulu kararnamesi doğrultusunda 7 Ocak 1930’da Genelkurmay Başkanlığı 9. Kolordu Komutanlığı’nca hareket başlatıldı. 18 Mart 1930 tarihinde Salih Omurtak 9. Kolordu Komutanlığı’na atandı. 11 Haziran 1930 tarihinde Türk askerleri Kürt kuvvetlerine karşı bir saldırı başlattı. Bunun üzerine Xoybun bütün Kürdistan’a yönelik yardım çağrısında bulundu. İsyanın genişleyeceğinden endişeye kapılan Türk devleti geçici olarak saldırılarını durdurdu.
Gözdağı haberleri
Devlet hazırlıklarını tamamladıktan sonra saldırı başlatıldı. 13 Temmuz 1930 yılında Zîlan’da katliam gerçekleştirdi. Türk Ordusu iki kolordu (7. Kolordu ve 9. Kolordu) ve 80 uçaktan oluşan hava gücü kullandı. 3. Ağrı Harekatı başlamadan önce, 13 Temmuz 1930’da Salih Omurtak komutasındaki 9. Kolordu Wan’ın Erciş ilçesinde yer alan Zîlan Deresi’ne sığınan halka yönelik katliam gerçekleştirdi. Bu katliam çeşitli kaynaklarda yer almış ve belgelenmiştir. Zamanın Türk basınında yer almıştır. Temmuz 16, 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesine göre 15.000 kişi Türk askerleri tarafından katledilmiştir. Bizzat Ağrı İsyanı’nda da yer alan Kürt yazar Hesen Hîşyar Serdî’ye (1907-Eylül 14, 1985) göre, Ademan, Sipkan, Zîlan ve Hesenan aşiretlerden oluşan 18 köyden 47.000 Kürt köylüsü katledilmiştir. (M. Kalman, Belge, tanık ve yaşayanlarıyla Ağrı Direnişi 1926-1930, Pêrî Yayınları, İstanbul, 1997). Ermeni araştırmacı Garo Sasuni’ye göre, 5.000 kadın, çocuk ve yaşlı öldürülmüştür. Patnos sahasında yakılıp yıkılmayan tek köy kalmadı, Türk askerleri, Kürtlerin on binlerce hayvanına el koydu. Dönemin Türk basınında katliama dair çok sayıda haber yayınlandığını görüyoruz. Bu haberlerin özelliği haberden çok gözdağı olmalarıdır. Gözdağının kuvvetli olması için de yapılan katliamın bazı gerçeklerini ortaya dökmüşlerdir. Cumhuriyet gazetesi özel muhabiri Yusuf Mazhar’ın aktardığına göre, isyana katılan bütün köyler yakılırken 15.000 kadar kişi Zîlan Deresi’nde öldürüldü. Sağ kalanların bir kısmı ise İran’a kaçıp katliamdan kurtulmayı başardılar. Cumhuriyet gazetesi 16 Temmuz 1930 tarihinde bu olayı “Ağrı Dağı tepelerinde tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Zîlan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur” şeklinde duyurmuştur. Aynı gün çıkan Akşam gazetesinde ise ölü sayısı 3000 olarak verilmektedir. Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı’na ait rapor, Erciş ve Zîlan yakınındaki Türk başarısının birkaç silahlı adam ve büyük çoğunluğu oluşturan savaşçı olmayanlara karşı kazanıldığını aktarmaktadır. 31 Ağustos 1930 tarihli Milliyet gazetesinde dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün demeci yayımlandı. İnönü demecinde, “Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur” diyordu.
Xoybun ve diplomasi
Ağrı’da savaş ve ayaklanma için örgütlenme sürerken Xoybun diplomatik çalışmalara ağırlık vermiştir. Kürt ayaklanmaları ve Kürt diplomasisi üzerine önemli çalışmalar imza atan tarihçi ve araştırmacı Mehmet Bayrak, Ağrı Ayaklanması, Zîlan Katliamı ve diplomasi ile ilgili şunları belirtiyor: “Kürt diplomasi tarihinde bugüne kadar ulaştığımız belgelerin çoğunun, Xoybun örgütünce gerçekleştirilen diplomatik ve kültürel etkinliklere ilişkin olduğunu biliyoruz. Ancak, bunlar dışında büyük devletlerin Dışişleri Arşivleri’nde henüz tümüyle gün yüzüne çıkmamış çok daha büyük ölçekte bir külliyatın varolduğunu da tahmin etmek zor değil. Söz gelimi, 1925 Kürt milli direnme hareketi yargılamaları ve idamları, beş Batılı büyük devlet tarafından filme alındığı halde, bunlara bugüne kadar ulaşabilmiş değiliz.”
Belgeler ve bilgiler
Bugün hala Cumhuriyet dönemi Kürt ayaklanmalarına dair belgeler bütün ile ortaya çıkmış değil. Devlet hem belgeleri hem isyancıların mezar yerlerini saklamaktadır. Bayrak, kendi yazmakla kalmadı, yayınevinde de önemli kaynakları yayınladı. Bayrak belgeler içeren bu kitaplarla ilgili şu bilgileri veriyor: “Yayınevimizde 1992’de ‘Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı/ 1880- 1925’ konulu çalışmasını yayımladığımız Prof. Dr. Robert Olson, salt Amerikan ve Büyük Britanya arşivlerinden yararlanarak, 1922’de Ankara’daki Meclis’te görüşülen ‘Kürt Muhtariyeti’ne ve ‘Azadî örgütlenmesi’ne ilişkin birçok önemli belgeyi ilk kez gözler önüne seriyordu. Yine, Bilal N. Şimşir gibi Türk diplomatlarının ‘İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de Kürt Sorunu/ 1924-1938’ (Ank.1975) türü çalışmalarından biliyoruz ki; ‘1930 Ağrı Ayaklanması ve Soykırımı’na ilişkin çok sayıda gizli diplomatik yazışma bulunuyor. Bu konuda, dönemin Tahran Büyükelçisi Hüsrev Gerede gibi Türk diplomatlarının anılarında da, 1930 Ağrı İsyanı ve katliamına ilişkin birçok önemli bulguya tanık oluyoruz. Örneğin, sömürgeci devletlerden İran ve Türkiye’nin, bu aşamada nasıl bir işbirliği içine girdiklerini bu tanıklıklardan ayrıca öğreniyoruz: ‘Ağrı İsyanı’nda, Türkiye ile İran arasındaki sınır yeniden çizilirken, Ağrı’nın güneydoğusundaki Aybey Dağı’nın (emniyetimiz noktasında hududumuz dahiline alınması) istenmiş ve pazarlıklar sonucunda bu istek gerçekleşmiştir. (…) Başlangıçta Kürtlerin kendi sınırları içindeki çalışmalarına göz yuman İranlılar, daha sonra bunları yasaklamışlar, hatta bastırılmasında Türklerle işbirliği yaptıkları gibi, güneyden aldıkları bir araziye karşılık, stratejik bir önem taşıyan Türk işgali altındaki dağlık bir bölgeyi resmen bize vermeyi de kabul etmek zorunda kalmışlardır.” (Bkz. H. Gerede: Siyasi Hatıralarım/ İran; İst. 1952’den naklen, M. Tunçay: Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması/ 1923-1931; Ank. 1981,s. 243).”
Cumhuriyet ve kutsal sınırları
Bayrak şöyle devam ediyor: “Türk yönetimleri, Lozan’dan sonra sınırlarında hiçbir değişiklik olmadığını iddia etseler de; 1921-22’de İngiliz ve Fransızlarla yaptıkları gizli anlaşmalar sonucu Musul Komisyonu ve Milletler Cemiyeti yoluyla, Güney Kürdistan’ın İngiltere’ye, Rojava’nın Fransızlara nasıl bırakıldığı bilinmeyen bir şey değildir. Keza, Ağrı İsyanı üzerine Türkiye ile İran arasında yeniden düzenlenen sınır, Kürt tarihinde “Pêymanê Se Sinor” (Üç Sınır Anlaşması) olarak hafızalardadır (Bkz. C. Renas: Üç Sınır Anlaşması; Deng, Sayı:23/ 1993). Aslında, Kürt sorunu bulunan tüm sömürgeci devletler, gerek Sadabat Paktı gerek Bağdat Paktı ve gerekse CENTO aracılığıyla her zaman ittifak halinde bulunmuş; Amerika ve İngiltere ise ‘hâmi devletler’ konumunda olmuşlardır.”
Katliam ve edebiyat
Bayrak, katliamın halkın hafızasında ağıt ve şiirlerle yer edindiğine dikkat çekerken, şu örnekleri veriyor: “Gerçekten de, Ağrı İsyanı ve Katliamı, Kürt Halk Edebiyatı’nda belki en çok manzum/ şiirsel esere konu olmuş olaylardan biridir. Türk Ordusu’nun bu katliama 60 bini aşkın asker ve zehirli gaz atan onlarca uçakla katıldığı; katliam sonunda Zîlan Deresi’nin ‘lebaleb insan cesediyle dolduğu’; katliamda resmi rakamlara göre 10 bin, halk anlatmalarına göre 40 bini aşkın insanın hayatını kaybettiği söylenir… Başta, Yılmaz Çamlıbel’in “Agırî Sahipsiz Değildir/ Ağrı Kürt Ulusal Ayaklanması” (Deng yay. İst. 2007) konulu kitabı olmak üzere, Ağrı İsyanı ve Katliamı üstüne halk tarafından yakılmış çok sayıda kılam, şîn kılamı ve destan bulunuyor (Sözgelemi, bir bölümü erkek diğerleri kadın dengbêjler tarafından yakılan bu hikâyeli- kılamların bazıları için ayrıca bkz. Zeki Nurçin: Tarih De Duyardı O Çığlıkları; Hêvî, Sayı :21/ 1997; Şairini Arayan Soykırım Şiirleri; Hêvî, 24/1997; Ercan Özha: Ağrı Dağı Savaşçılarını Kılamla Ölümsüzleştirdi, Öz-Po, 10 Eylül 2013).”
Yaşar Kemal’ın anlatımı
Bayrak katliamın tanıklarına dair de bilgiler paylaşıyor: “Katliamdan kurtulmuş nice kişi, bu katliama ilişkin acılı tanıklıklarını da günümüze ulaştırdılar ki; bunlardan biri de yöre aydın ve yazarlarından Dr. Naci Kutlay’ın ağabeyi ve benim de doğrudan tanıdığım Süleyman Kutlay’dı. Bir gözlemini şöyle anlatıyordu: ‘Çocukluk yıllarımda (1930’ların başı) Türk atlı askerleri geçtiklerinde, terkilerinde kesik insan başları sallanıyor, yalp – yalp atların sağrılarına inip kalktıkça, kan sıçrıyordu. Kürt direnişçilerin başıydı bunlar. Subaylar, teslim ettikleri insan başlarına karşılık para ödülü alıyorlardı. Onlar geçerken, kadınlar kısık sesle (wey dayikê, em belengazın) diye ağıda başlıyor; erkekler başları düşük, bakışları yerde sessizce ağlıyorlardı.’ (A. Kahraman: Alçaklar ve Apê Musa’nın Evlatları…; Öz- Po, 25.10.2012). Ağrı Katliamı, roman anlatımıyla da olsa ünlü romancı Yaşar Kemal’in ‘Deniz Küstü’ romanında da yansımasını bulur. Katliamı yöneten General Salih Omurtak’ın uygulamalarını bir askerin ağzından aktarır: ‘Salih Paşa, elinize geçen Kürt’ü kurşundan geçirin. Bir tanesini sağ bırakmayın bu yılanların diye bağırıyordu… Ölen her askere karşılık bir Kürt köyünü yakıyor; ne kadar erkek varsa köyde kurşundan geçirtiyordu (…) Bir bahar Ağrı Dağı’nın eteklerini bir bir dolaşarak yaktık yıktık, yangın yerine çevirdik; öldürmedik, sürmedik adam koymadık. Kürtlerin kökünü kestik…” (Bkz. A. Taner Kışlalı: Kürtlük, Kürtçüler ve Biz, Cumhuriyet, 3-9 Kasım 1995). ‘Komkujuya Geliyê Zîlan’ (Zîlan Deresi Katliamı)’nın, çağdaş edebiyatta da yansımasını bulmaması kuşkusuz mümkün değildi. Nitekim, daha üç yaşında sürgünle tanışan Dersimli şair Cemal Süreya, ‘Kısa Türkiye Tarihi’ başlıklı şiirinde, Ağrı Hareketi’nin önemli destekçilerinden Celâlî aşiretinden giderek, bu hareketi çağrıştıran kavramlarla şu değinmede bulunur: ‘Şelaleye/ Düşmüş/ Zeytin dalı/ Celaliyim, Celalisin, Celali…’ Esasen, Ahmed Arif’in ünlü ’33 Kurşun’ şiirinin kaynağı da, Van/ Özalp’daki General Muğlalı Katliamı’nın yanısıra, 1930’da yaşanan Ağrı/ Zîlan soykırımıdır.”
Ağıtlara konu olan katliam
Zîlan Katliamı’na dair dağınık olsa da çok sayıda belge ve bilgi bulunuyor. Mehmet Bayrak, çok yönlü araştırmalarını ağıtlara ve fotoğraflara kadar sürdürüyor. Araştırmasının sonuçları ile ilgili şunları belirtiyor Bayrak: “Ağrı/Ararat İsyanı ve Soykırımı, günümüzde hafızamızda iz bırakan ‘Çemê Çetelê’ türü nice şîn kılamları ve halk destanları bırakırken; soykırım eksenli bu katliam sadece Türk karikatürlerinde ifadesini bulmuyor; harekete doğrudan katılan Pilot Miralay Naim Bürküt gibi Türk subaylarının çektiği fotoğraflarla da bilince kazınıyordu. (Bkz. Y. Çamlıbel: Serhildana Agirîyê/ Ağrı Albümü-1930). Son dönemlerde, tarihçi Dr. Sedat Ulugana’nın Fransız Dışişleri Arşivi’nde bulduğu ve yayımladığı ’95 Yıl Sonra İhsan Nuri’nin Bildirisi- 1925′, (Bkz. Öz-Po, 28-29.12.2020 ve M. Bayrak: Ateş- Kan ve Barut Günlerinde Kürt Diplomasisi; Özge yay. Ank. 2021, s.237-249) belge ile Kürt diplomasi külliyatına önemli bir belge daha katılmış oluyor. Çünkü, Misak-ı Milli’yi, 1921 Anayasası’nı, 1922’de kabul edilen Kürt Muhtariyeti Kanunu’nu ve Lozan Antlaşması’nın 37-45. Maddelerini red ve inkâr ederek; baltası kütükten çıktıktan sonra 1924 Anayasası ve 1925’te gizlice hazırlanıp uygulamaya konan Şark Islahat Planı; gerçekten de Kürtlere o tarihten sonra uygulanan fiziki, siyasi ve kültürel soykırımın habercisi niteliğindedir… Buna karşılık, Kürt aydınlanma hareketinin 1926’da diasporadan İsmet Paşa’nın şahsında Ankara Hükümeti’ne gönderdiği muhtıra- mektup ise, bugün de geçerliliğini koruyan tarihi bir belgedir…”