İktidar Rojava’da yapılacak olan yerel seçimlere karşı, “seçim yaparsanız sizi bertaraf ederim” dedi. “Ülkeme saldırırsanız bertaraf ederim” demedi.
Türkiye Haziran ortalarında yeni bir savaş hamlesine hazırlanıyor. Rojava’ya mı, Medya Savunma Alanları’na mı, Süleymaniye cihetlerindeki hedeflere mi yönelecek, bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz: Bugünkü bölgesel durum nazar-ı dikkate alınırsa, böyle bir savaş hamlesi için iktidar henüz hazır değil. Rojava’ya saldırabilmesi için ABD’yi, Başur’da Süleymaniye’yi ve hatta Kerkük’ü kapsayacak ölçüde saldırabilmesi için Irak devletini ikna etmesi, iyice güçten düşen Barzani’nin desteği yetmeyeceği için YNK’yi nötralize etmesi ve İran’ın bu hamle karşısında harekete geçmeyeceğinden emin olması gerekir.
Oysa herkesi ikna etmiş değil ve İran’ın nasıl bir tepki vereceğini de sınamış olmaktan uzak.
Buna rağmen büyük ihtimalle, kafasındaki hedeflere ulaşamayacağını bilse de, Haziran ortasında ya da Temmuz başlarında büyük bir gürültüyle savaşın ilk adımlarını atacak. Amacı muhteşem bir zafer kazanmak olmayacak. Daha büyük savaşlara hazırlanması için devletin güçlü bir siyasi iktidara ihtiyacı var. Erdoğan savaş ortamı yaratmaksızın artık iktidarını gelecek seçime kadar sürdürme imkanını kaybetmiş bulunuyor. Savaş “havası” ise artık kendi başına iktidarını sürdürmesine imkan vermez.
İki yoldan birini seçecek.
Birinci yol, MHP’den kurtulmak ya da onu etkisiz bir müttefik haline getirmek ve CHP’yi emek düşmanı ekonomik programa ve barış düşmanı planlara ya dolaylı yoldan ya da doğrudan ortak etmek. Yaratılacak gürültülü, abartılı, çarpıtmalı, yalandan ibaret bir savaş ortamı yaratarak, CHP tabanını AKP’yle ortaklığa razı etmek.
Bu mümkün olmazsa, ikinci yola girecek; ilk savaş haberlerinden sonra Seferberlik Hali ilan etmek ve Savaş Hali için TBMM’nin kararı gerektiğinden, CHP’yi savaş ilanına onay vermeye zorlamak, bunun arkasından da “ya benimle ortak olursun ya da partini elimdeki sınırsız Seferberlik ve Savaş Hali yetkilerine dayanarak saf dışı ederim” diyerek CHP’yi “milli koalisyona” mecbur etmek.
Bunu yapabildiği takdirde büyük savaş macerasına o zaman atılacak. “Yumuşama ya da normalleşme” kesin olarak emek düşmanı programı ve savaş planlarını uygulamanın en büyük adımı olacak.
Bu iki yol dışında iktidar için çıkış yolu yok. Şimdikiyle kıyaslanamayacak bir savaş ortamı ve yapay bir “beka meselesi” yaratmadan, çok geçmeden halk kitlelerinin giderek artan tepkisi ve öfkesiyle erken seçimi önleyemez duruma düşecek ve seçimlerin sonunda kesinlikle iktidardan düşecek. En iyi ihtimalle bir erken seçim sonunda “milli koalisyonun küçük ortağı” olacak. Eğer demokrasi güçleri ağır basarsa, özellikle 2015 sonrası işlenen suçların hesabını verecek.
İç politik dengeler ve bölgedeki kimi elverişsiz faktörler, özellikle hala HPG güçlerinin savunmasını kıramayış durumu açısından yukarıdaki ihtimaller böyle. Şimdi de dünya durumuna bakalım.
Üçüncü Dünya Savaşı’nın içindeyiz. Dış faktör her zaman şu ya da bu şekilde Türkiye’nin iç politikasını etkiler. Ama bu etki bir dünya savaşı durumunda bir kat daha değil, bin kat daha fazla olur. Mesela eğer haber doğruysa Yemen’de İran’ın desteklediği Husilerin son bir hafta içinde ABD’ye, Britanya’ya ve İsrail’e ait 10 gemiyi vurduğu şartlarda NATO için Türkiye’nin güvenilir bir müttefik haline gelmesi hayati önem taşır. NATO Türkiyesiz İran’ı durduramaz.
İktidarın artık ABD ile Rusya arasında zikzak çizmesi neredeyse imkansız hale gelmiştir. Ekonomi çökmüştür, iktidar azınlığa düşmüştür, tabanı erimektedir ve hem AKP içinde, hem de MHP ile kurduğu ortaklıkta çelişkiler keskinleşmiştir. Çelişki devlet aygıtına da yansımıştır. Cemaatçi yazarların iddiasına göre Erdoğan ailesinde de çatlak başgöstermiş, Damat Berat Albayrak, Soylu ve MHP’yle geçici bir işbirliğine girmiş, mevcut İçişleri Bakanını devirip, İçişleri Bakanı olmak üzere kolları sıvamıştır. Bu ortamda iktidar NATO ne derse onu yapmak mecburiyetiyle yüz yüzedir.
O halde ABD’nin ve AB’nin Türkiye’de ne yapmak istediğini tahmin edelim.
Birincisi Batı AKP’ye her istediğini yaptırma gücüne sahip olmakla birlikte, AKP Batının her istediğini tek başına yapamaz. Demek ki ABD ve AB açısından AKP’nin güçten düşmesi ciddi bir meseledir.
İkincisi, hazır sallanıyor diyerek Batı, şu anda istediği anda devirecek olsa bile, Erdoğan iktidarını devirmek de istemez. Böyle kritik savaş durumunda NATO üyesi Türkiye’nin seçim kavgalarıyla istikrarsızlığa düşmesi askeri stratejiler açısından göze alınamaz.
Üçüncüsü, AKP-MHP yerine CHP’nin geçeceği bir erken seçim de Batı için zararlıdır. Çünkü Batı CHP yönetimine güvense bile onun parti saflarına sonuna kadar güvenemez. Kaldı ki, CHP içinde ultra ulusalcı ve Ergenekoncuların darbeci geleneğini bilir ve CHP içinde bir darbe ihtimalini daima hesaba katar. Zaten şu günlerde Kılıçdaroğlu’nun yeniden başkan olma gibi “uçuk” görünen çıkışının arkasında bu güçlerin olduğunu Batılı devletler bizden daha iyi bilir.
O nedenle “yumuşama ve normalleşme süreci” denilen süreçte, ya da “büyük koalisyon” hazırlıklarında, somut kanıtlarımız olmasa bile, Batının parmağını geçmiş deneylerimizden kesinliğe yakın bir şekilde tahmin edebiliriz. Diyebilirim ki, eğer CIA Türk ordusuna güvenebilseydi, böyle uzun ve çetrefilli bir yol yerine, çoktan bir darbe için harekete geçer, NATO’cu subaylarla birlikte, zaten Türk devletinin ana kuvvetlerinin de ihtiyaç duyduğu “güçlü savaş hükümetini” çoktan kurardı. Şu anda generallerin yarısı hapistedir ve bunlar NATO’nun güvendiği subaylardır.
Demek ki, Türkiye’yi Üçüncü Dünya Savaşı’nda etkili bir güç olarak kullanmak isteyen NATO, ne güçten düşen AKP’ye, ne içi karışık CHP’ye, ne de darbe yapacak tek güç olan orduya güvenebilir. Neye güvenebilir? Bunların topunun tek bir cephede birleşeceğine güvenir. Darbe yolunu da seçim yolunu da güvendiği çevrelere tavsiye bile etmeyecektir. Onların savaş çanı çalınca tıpkı Pavlov’un köpekleri gibi içgüdüyle aynı hükümetin sofrasına koşacaklarına güvenmektedir. Pavlov’un köpeklerini mama tabağına koşturan zilin sesi, Haziran ayı içinde başlatılacak olan yeni savaşın top sesleri ve minarelerin sala sesleri olacak.
İşte bu iç ve dış faktörler Üçüncü Dünya Savaşı’nda karşımıza bu ihtimalleri kuvvetli ihtimaller olarak çıkarmış bulunuyor. Bu ihtimallerin içinde, Erdoğan sınırlı bir savaş düşünse de mesela İran’ın bunu gerçek savaşa çevirmesi gibi beklenmedik her şey olabilir, bir tek şey olmaz: Demokrasi ve barış.
O halde demokrasi güçlerine düşen görev, CHP’nin küresel emperyalist ve bölgesel emperyalist Türk-NATO stratejisine sürüklenmesini önlemek için CHP’li tabanı uyarmaktır. Onlara “önümüzdeki günlerde İktidarın yeni bir savaş hamlesinin ilk işareti karşısında partinize sahip çıkın, savaş histerisine kapılmayın, ulusalcı duygularınızın istismarına fırsat vermeyin, eğer yurtsever insanlarsanız, bu emperyalist savaşa karşı çıkın, ‘Ya PKK’den yanasınız, ya CHP-AKP milli koalisyonundan’ demagojilerine pabuç bırakmayın, düşman içinizdedir, Kürdistan sizinledir” diye seslenerek, felakete gidecek yolu kapatmaktır.
Bu yazı Kürt halkını ve DEM Parti’yi uyandırma yazısı değil, onlar “korkulu rüya görmektense uyanık olmak iyidir” derler, bu yazı, Türk halkının ve CHP’nin başucunuzdaki eski model çalar saatin zilinden bir “tık” daha yüksek frekanslı bir zil sesidir. Henüz sıra “siren” sesine gelmedi.
İnşallah gelmez.