Salih Yılmaz
Türkiye’de demokrasi mücadelesinin demokratik devrim ve dönüşümle sonuçlanmamasının nedenlerinden biri devlete hakim olan zihniyetin değişimi gerçekleşmeden gelişmelerin yaşanabileceğini ve sorunların çözülebileceğini düşünmektir. Bu yaklaşım, devlet sistemiyle ve onu yöneten iktidar gücüyle esaslı bir mücadelenin gerçekleşmesini engellemektedir. Mücadele de gerçek çizgisinde değil, bu yaklaşımın öngördüğü sınırlar içerisinde şekil almakta ve sürmektedir. Bu durum mücadelenin sürdürülme biçiminden görülebiliyor. Söylem ve davranışlara da açıkça yansıyor. Kısa bir siyasi analizle vaziyetin böyle olduğu ve teşkil ettiği vahamet ortaya konabilir. AKP-MHP iktidarı en zayıf dönemini yaşıyor. Çünkü dıştan gördüğü desteğe rağmen öngördüğü hedeflerine ulaşamadı. Tabii bunun en temel nedeni Kürtlerin ve Türkiye demokrasi güçlerinin faşizme karşı tutum ve direniş çağrısı gereğince AKP-MHP’ye karşı altı yılı aşkındır yürüttüğü mücadeledir. Fakat Kürt halkının ve Türkiye toplumunun AKP-MHP faşizmine karşı aldığı tutum ve geliştirdiği mücadele ve bu mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçlara göre güçlü bir mücadele öncülüğü ortaya çıkmıyor. Böyle olunca toplum radikal dönüşümlere yol açacak etkili hamlelere seferber olmuyor ve nihayetinde mücadelenin hedefleri ertelenmiş oluyor. AKP-MHP’nin ömrünü uzattığı hep söyleniyor ya, işte ömrü böyle uzuyor.
Türkiye’nin temel sorunu zihniyet sorunudur. Zihniyet sorunu çözülmeden Türkiye’de ne Kürt sorunu ne demokrasi sorunu ne de Türkiye toplumunun diğer temel sorunları çözülebilir. Türkiye’de devlete sinen ve iktidar aygıtlarıyla topluma zerk edilmeye çalışılan tahakkümcü, tekçi ve halk karşıtı bir zihniyet vardır. Bu zihniyet evvela iktidara gelenlere aşılanıyor ve onlar eliyle daha gelişkin ve yeni iktidar araç ve yöntemleriyle topluma daha fazla zerk edilmeye çalışılıyor. Bundan dolayı Türkiye’de iktidara gelenler eskileri aratır oluyorlar. Çünkü her şeye rağmen toplumun gelişen özgürlük bilinci, arzusu ve mücadelesi karşısında daha gelişkin iktidar ve baskı araçlarını devreye koymak durumunda kalıyorlar, bu da onları eskilerden daha kötü kılıyor. Bugün AKP-MHP rejimi ve Tayyip Erdoğan böyle bir durumdadır.
AKP-MHP iktidarıyla Türkiye tarihinin en gelişkin iktidar ve baskı araçlarıyla Kürtlere ve Türkiye toplumuna karşı üstten devlet eliyle gerçekleştirilen bir yıldırma ve bastırma savaşı başlatıldı ve bu savaş devam etmektedir. Kürtlerin ve Türkiye toplumunun demokrasi ve özgürlük taleplerinin bastırılması için devlet bir bütün çetelere ve istismar gruplarına açıldı. AKP-MHP iktidarı topluma karşı savaşı artık dışarıda kapitalist hegemonik güçlerin çıkarlarına göre hareket ederek ve içeride devleti çetelere ve istismar gruplarına teslim ederek ve kendisi de her ikisine teslim olarak sürdürebiliyor. Fakat bu durum toplumun özgürlük ve demokrasi mücadelesini tümden bastırmaya yetmiyor ve AKP-MHP’yi zorluyor. Zorlanmayı aşmaya çalıştıkça daha fazla yalana, hileye ve baskıya başvurmaktan başka yapacak bir şey bulamıyor. Yeni bir numaranın kalmaması misali başvuracak yeni bir yol ve yöntem yaratmakta eskisi kadar başarılı olamıyor. Anlaşıldığı kadarıyla AKP-MHP iktidarı Afganistan konusunda bir şeyler devşirmeyi arzuluyordu fakat Afganistan’ın gidişatı belirsizlik arz ediyor. Tayyip Erdoğan’ın ABD ve NATO’nun bölge stratejisinin bir parçası olan Afganistan planına bu kadar arzulu yaklaşmasının nedeni bu olabilir. Perinçek ve diğer şürekâlarının da Afganistan ve Taliban’a balıklama atmaları bunu göstermektedir. Fakat Afganistan yeni bir numara işlevi görse de bunun AKP-MHP iktidarını bir basamak yukarı taşıması zor görünüyor. Daha değme konuların, devletin bekası söylemleriyle süslenen konuların AKP-MHP ve Tayyip Erdoğan’ı kurtarmaya yetmemişken Afganistan’ın kurtuluş sağlaması pek olası görünmüyor. Tayyip Erdoğan ve AKP-MHP bloku arkasındaki toplumsal destek oldukça azalmıştır. Şimdi seçim barajı düşürülerek dengelemeler yapılmaya çalışıyor.
Aslında ne AKP ne MHP’ye dönük toplumun gerçek bir desteği yoktur. Özellikle MHP konusunda bu böyledir. MHP gerçekte siyasi bir hareket, Türkiye toplumuyla bağları olan bir oluşum değildir. ABD ve NATO’nun Ortadoğu’daki çıkarları önündeki engellerin ortadan kaldırılması için kurulan kontra bir örgütüdür. Tetikçi ve kontra yapılanmasıdır. Türkiye’de bütün solcu, sosyalist ve yurtseverleri katleden, Kürtlere karşı bunca kirli savaşı içeride organize eden ve yürüten MHP’dir. Böyle bir tetikçi ve kontra yapılanmasına toplumun desteği gerçekte yoktur. Türkiye’de rıza, devletin ideolojik ve baskı aygıtları yoluyla yapay olarak yaratılıyor. Türkiye’de sorun doğru ve bütünlüklü bir siyasi okumanın yapılamaması ve bu temelde bir perspektifin geliştirilmemesidir.
Türkiye’de devlete hakim olan zihniyet değişmemiştir. Bu zihniyet değişmedikçe Türkiye’de temel sorunların çözülmesi, toplumsal bir gelişme ve dönüşümün sağlanması mümkün değildir. Gerçeklik böyleyken sergilenen siyasi tutum bununla uyumlu değildir. Zihniyetteki tekçi, tahakkümcü ve hegemonik sisteme hizmet eden karakter devam ederken ve başta Kürt hareketi olmak üzere Türkiye’deki demokrasi mücadelesini bitirmek için cepheden bir saldırı içerisindeyken toplumsal mücadele yeterince gelişmiyor, etkili bir örgütlülük düzeyi ve kitle eylemi açığa çıkmıyor. Bu gidişat ve yaklaşımla çıkmaz da. Çünkü doğru mücadele çizgisini geliştirecek, toplumu radikal örgüt ve eylem çizgisine çekecek siyasi irade ve duruşta zayıflık yaşanıyor. Öyle ki bu duruma dönük pek bir eleştiri de yapılmıyor.
Halbuki mücadele ve mücadelenin gidişatı konusunda eleştirilerin yoğunca yapılması gerekiyor. Ne HDP ne de diğer demokrasi kesimlerinin izledikleri ve ortaya koydukları mücadele doğru ve yeterli görülebilir. Faşizmin yapacakları belliyken ve yaptıkları da ortadayken barış söylemiyle toplumun karşısına çıkılmaktadır. Faşizm ise her gün bitirmeyi, yok etmeyi dillendirmekte ve bu şekilde yaklaşmakta ve saldırmaktadır. Buna karşı yapılması gereken toplumun radikal çizgide örgütlendirilmesi ve eyleme çekilmesidir. Bu yapılırsa, faşizme karşı toplum etkili bir eylem gücü haline getirilirse AKP-MHP iktidarının her türlü saldırıları boşa çıkar ve devletin hakim zihniyetinde kırılma yaşanır ve değişimin, gelişmenin zemini yaratılmış olur. Bunun için barış söyleminin değil, toplumun faşizme karşı radikal mücadele çizgisinde örgütlendirilmesi ve buna öncülük edilmesi esas alınmalıdır. Faşizm koşullarında barış söyleminin altı boştur. Bu söylemle ilerleme kaydetmek mümkün değildir.