İnsan için vücudunun tümü önemlidir. Hiçbir azası yoktur ki insan için kolayca vazgeçilir olsun. Ancak; ağrıyan, hastalıklı olan aza, diğer azalardan bir adım öne çıkar. Ağrısını en çok hissettiğiniz vücudunuzun hangi organıysa, en çok onunla ilgilenirsiniz. Bu bağlamda yerküredeki tüm sorunlar, insanlığı acıtan tüm problemler bizi ilgilendirir. Ancak yerkürenin bütün problemlerine dikkat kesilirken en yakınımızda olana, içinde yaşadığımıza daha çok ilgi duymak, ona yönelmek, onunla daha çok hemhal olmak tabii bir durumdur. Bunun yadsınacak bir tarafı yoktur, olmamalı da. Kürt ve Kürdistan meselesi öncelikler sıralamasında listenin en başına alıyor; öte yandan Kürdistan’da özgün, özgür ve öz güvenli bir siyasal aklın, zihnin ve bakışın oluşmasını önceliklerimiz arasında görüyor, çabamızın bu hususta yoğunlaşmasının gerekliliğine inanıyoruz. Kürdistan’ın, kendi tarihine, kültürel birikimine, inanç sistemlerine, sosyolojisini etkileyen değerler silsilesine uygun; bunların her birini dikkate alan, hepsini önemseyen, kuşatıcı, geniş bir perspektifle Kürt meselesine çözümlemeler getiren bir ufka ihtiyacının olduğuna ve bu ihtiyacın acil olduğuna inanıyoruz. Bu söylediklerimiz Kürdistan’ın bu ihtiyacını karşılamak adına çabaların olmadığı anlamına getirilmesin. Kürdistan hareketlerinin, Kürt aydın ve ulemasının bu yönde çabalarının olduğunu biliyor, bu çabalara saygı gösteriyor, takdir ediyor ve bundan dolayı hepsine ayrı ayrı teşekkürlerimizi sunuyoruz.
İnsanın sosyal bir varlık oluşu topluca yaşamasından kaynaklı bir varoluşsal özelliği değildir. Sosyallik, toplu yaşamda etkileşim içinde olmaktan kaynaklıdır. Etkileşimin olmadığı toplu yaşam sosyallik değildir. İnsan, birlikte yaşadıklarından etkilenir ve onları etkiler. Etkileşim dediğimiz bu süreç her zaman adil bir minvalde yürümez. Zira çoğu defa etkileşimden kaynaklı menfi bir takım sonuçlar zuhur edebilir. Birinin lehine, ötekinin aleyhine; ya da iki tarafın da aleyhine olan neticeler ortaya çıkabilir. Adil olamayan, menfi sonuçlar doğuran etkileşim, adalete çağıran bir çağrıcı tarafından terbiye edilmezse zulüm alır başını gider. Onu bu etkileşimin olumsuzluğundan uzak kılmak, kurtarmaya çalışmak, insani ve erdemli bir vazifedir. Böylesi bir gidişata kayıtsız kalmak, seyirci kalıp müdahil olmamak vebaldir. Kürt halkı birlikte yaşadığı, komşuluk yaptığı, ilişki kurduğu diğer halklarla etkileşiminde, maalesef menfi olarak etkilenen taraf olmuştur. Bu etkileşimden zararlı çıkmıştır. Her ne sebeple olursa olsun ortaya çıkan fiili durum, Kürtler ve birlikte yaşam sürdürdüğü diğer halklar arasında adil olmayan, Allah’ın murad ettiğinin dışında bir sonucu ortaya çıkarmış bulunuyor. Bu sonuç Kürtleri birlikte yaşadığı halklar tarafından şu şekilde görülmeye duçar kılmıştır. Kürtler hakları belirlenen, haklarına hudut çizilen sığıntı bir halk olarak değerlendirilmiştir. Diğerleri de hak veren, hak sınırlarını belirleyen ehli kerem, izzet ve ikramda bulunan halklar olarak rol oynamıştır. Bu bakış haddi zatında ciddi bir sapma olduğu halde o kadar normal karşılanır hale getirilmiştir ki olması gereken budur mesabesinde değerlendirilmiş ve değerlendiriliyor. Bu durum Kürtlerin zihni üzerinde de zamanla o kadar hâkimiyet kurmuştur ki, Hakkı olanın kendisine tevdi edilmesini büyük bir lütuf olarak görmeye başlamışlardır. Daha da vahimi fıtri olarak sahip olduğu haklarının çoğunun, hakkı olduğundan bi haber; haklarından yoksun ve hukukundan yoksul bırakılmıştır. Öğretilmiş ya da öğrenilmiş çaresizlik girdabına girmiştir. Tipik bir ezen / ezilen ilişkisidir yaşanan. Sahip ve köle ilişkisidir ortaya çıkan. Sahip ne kadar reva görse kölenin hakkı onunla sınırlıdır. Fazladan bir lokma vermek lütuftur, keremdir. Kürdün yaşadığı bunun aynısıdır. Eğer seçmeli ders olarak bir saatlik kendi dilinin gramerini alabiliyorsa bu büyük bir ikramdır. Kendisine verilmiş büyük bir nimettir. Bu nimetin karşısında önceden iki büklüm olarak yaşarken büklüm sayısını üçe çıkarmak nimete şükrün gereğidir. ‘Daha ne istiyorsunuz’ sorusunu sorduran zihin tam da bundan mütevellittir. Zira bu zihin, ben sana ne verirsem hakkın odur, fazlasını istemek haddi aşmaktır diye ferman buyurur. Hal böyleyken Kürdün sorumlu aydını, uleması, entelektüeli, siyaset medarı öncelikli olarak Kürt halkının bu öğretilmiş ve kanıksanmış çaresizlikten kurtulmasını sağlamaya yönelik çabalarını arttırmalıdır. Kürtler etkileşim içinde olduğu, birlikte yaşadığı halkların nezdinde kendine güvenen, onların sınırlarına mahkûm yaşamayı reddeden, adil ilişki kurmayı dayatan bir duruşa sahip olmalıdır. Kürtlerin aleyhine işleyen etkileşimin bir sonucu olarak, Kürtler egemenliği altında yaşadığı diğer halklar tarafından kabul görme ve onanma adına, düşünüş biçimlerini onlara göre belirlemiş onların kalıpları içinde hapsolan bir düşünce içinde zihinsel üretimler yapmışlardır. Özgün bir fikri ortaya atanlar, egemenler tarafından eziyetlere tabi tutulurken kendi halkı tarafından da sahiplenilmemiştir. Çünkü egemenin nezdinde onanmak her şeyden daha önemli hale gelmiştir. Kendinden olana değer biçmezken, kıymet vermezken egemenliğinde yaşadığı halktan olana abartılı bir değer verir olmuştur. Koca bir halkın değersiz görülmesi, horlanması onun için bir önem arzetmemektedir. Onun tüm derdi kabul görüp makbul olmak ve bir köşe kapmaktır. Buna itiraz eden, bu düşünüş biçimini kırmak isteyen, halkını farkındalık oluşturma adına örgütleyen ve bu minvalde ortaya üretim sunan kim varsa önce kendinden olanın hışmına uğramıştır. Kürt hareketlerinin totalinin ortaya koyduğu mücadele sayesinde bu çark kırılmaya başlanmış ciddi oranda da bu çarkın kırılışı başarılmıştır. Zihnini egemenlerin prangalarından kurtaran Kürtler, artık kendinden olana değer vermeyi öğrenmiş bulunuyor. Bu bilinç gittikçe de yaygınlık kazanıyor. Buna karşı direnç gösteren iki ideolojik akım vardır. Sol sosyalist ideolojik akım ve İslamcı ideolojik akım. Her iki akım da egemen düzenin çarkları arasında ezilen Kürt halkının kaderinin sürgit olmasına çanak tutan argümanlara sarılıyor. Sol sosyalist ideoloji halkların kardeşliği, İslamcılar da ümmet birliği efsanesiyle Kürtlerin eşit ve adil olamayan işleyişte daha fazla ezilmesini adeta üstüne vazife olarak görüyor.
Kürdistan’da artık ayrışmayı belirleyen ideolojiler değil, Kürt halkının kaderinin kendi eliyle tayininin talebi hususundaki yaklaşım farklılıklarıdır. Kürt halkına egemenlik hakkını tanıyanlarla bu hakkı ona layık görmeyen, egemenliği başkasına tapulayanlar arasındaki ayrışmada belirleyici unsur artık ulusal bilinçtir. Kürdistan’da ulus bilincinin ve ulus olmaktan kaynaklı tüm hakların kullanılmasının talebinin ağır bastığı bir vasatta bu bilincin sağlıklı gelişmesinde rol almak, bu bilincin var olan adaletsizliği giderme noktasına kanalize etmek, kaçınılmaz olan bu gelişime karşı kürek sallamaktan daha hayırlı ve daha reeldir. Ulus devlet ve ulusal mücadelelerin devrinin kapandığını ifade etmek hayal görmektir, ya da illizyonistliktir. Yaşanan yıkımların ve gelecekteki tüm felaketlerin sebebi işleyişteki adaletsizlik ve eşitsizliklerdir. Bunları ulus devlet mantığına yüklemek tarihin ortaya koyduğu gerçeklikle örtüşmemektedir. Bu iddianın doğru ve gerçekçi olması için ulus devlet öncesi durumda yıkımların olmaması ya da en azından daha az olması gerekir ki bunu söylemek ne kadar mümkündür? Ulus devlet mantığını ortaya çıkaran arayışın gerçekleşmediği bir reailtedir. Ancak bu yukarıda da değindiğim gibi adil olmayan işleyişten kaynaklıdır.