Karikatürist İrfan Sayar’ın Gırgır dergisinin unutulmayan karakterlerinden olan ve “Dünyanın en ileri zekalı gerisi Porof Zihni Sinir’in proceleri” dergiyi okuyan herkes tarafından yakından bilinir. Bugünlerde siyasetten ekonomiye ve üretimden tüketime kadar Zihni Sinir’i aratmayacak projeleri izliyoruz. Gırgır dergisindeki ‘proceleri’ okurken çok keyiflenirdik. Ancak günümüzde gülmeyi çoktan unuttuk bile. Bırakın gülmeyi kahrımızdan bizleri öldürecek düzeyde hiç de komik olmayan projelerin ciddi ciddi tartışılması bir trajedi olarak karşımıza çıkıyor.
Seçimlerle ilgili projeleri seçimden sonraya bırakıp, yaşamımızı ve geleceğimiz yok etme tehlikesi barındıran projelere bakalım. Dünyada büyük bir kuraklık ve susuzluk derinleşirken, beraberinde açlıktan ve susuzluktan kırılan milyarlarca insan yaşama tutunma gayretinde. Durum böyleyken, örneğin yakından takip edenler bilir, ‘Yeşil Hidrojen’ bir kurtuluş masalı olarak kapitalist ülkeler eliyle ‘temiz’ enerji kaynağı olarak ısrarla sunuluyor. Bu bağlamda projeler üretip küresel ısınmaya neden olan karbon yakıtlardan kurtulanabileceği vaaz ediliyor.
Hidrojeni H2O’dan ayırmak yani içtiğimiz suyu elektroliz yöntemiyle oksijen ve hidrojen olarak ayırıp hidrojeni de eksi 300 derecelerde dondurup sıvı olarak aynen LNG gibi oradan oraya dağıtımını yapmak ve kullanıma sokmak gibi özünde zihni sinir projesi olan bu yöntemi uygulamak için koca koca projeler üretiyorlar. Türkiye’de bu işin sevdalıları epeyce peydahlanmış durumda. Ancak ete kemiğe bürünme olasılığı olan bir proje Afrika ülkesi olan Namibya’da başlatılmak isteniyor. Namibya’nın ‘ilk’ yeşil hidrojen projesinin geliştirilmesi (sanki her yerde yapılıyormuş gibi) ve işletilmesine yönelik anlaşmaya imzalar atılmaya başlandı.
10 milyar dolarlık projenin bölgesel ve küresel pazarlar için yılda 2 milyon ton ‘yeşil amonyak’ üretilerek 2030’dan önce hazır olabileceği belirtiliyor. Proje, 7GW yenilenebilir üretim kapasitesi (Güneş santralleri) ve 3GW elektrolizör kapasitesi ile yılda yaklaşık altı milyon ton karbondioksit (CO2) emisyonunun azaltılmasına yardımcı olabileceği sözleriyle de süslenerek aktarılıyor. ‘Yeşil hidrojen’ endüstrisinin gelişimini ve projeye katılımını finanse etmek için Invest International ve Avrupa Yatırım Bankası’ndan 540 milyon avro fon sağlanmış durumda.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen, anlaşmayla ilgili olarak, “Namibya, Afrika kıtasındaki ve hatta dünya çapındaki ana yenilenebilir enerji merkezlerinden biri olma potansiyeline sahip. Bugünkü anlaşma, ülkede yeşil hidrojen üretimi için önemli bir adımdır” sözleriyle bedava ‘gazı’ da Namibyalılara vermiş. Öncelikle desteklenen proje için tatlı suya ihtiyaç olduğunu belirtmek gerekiyor. Deniz suyundan hidrojen elde etmek için önce tatlı suya dönüştürülmesi gerektiğinden bu yöntem uygulanabilir görülmüyor.
Namibya coğrafyasının büyük bölümü çöllerden oluşuyor ve üstüne üstlük Namibya su fakiri bir ülke. Yıl boyu suyu kesilmeden akabilen sadece 3 adet nehir mevcut. Var olan az sayıdaki göller ise bizdeki gibi kuruma sürecine girmiş durumda. Diğer yandan 1 ton suyun elektrolizi için bir saatte 4480 kilowatt elektrik harcanırken, bu miktar ortalama bir evin 3 yıllık elektrik kullanımı kadardır. Bir günde yaklaşık 110 bin Kw elektrikle elde edeceğiniz hidrojen miktarı ise en fazla 40 bin ton. Hani bir söz vardır, “akı bo..nu kurtarır mı” diye. Bunun hesabını onlar yapsın, ancak bizi ilgilendiren hesap kullanacakları su ve bu iş için üretecekleri elektriğin yaratacağı etki.
Kapitalist üretim tarzı çok büyük bir meta yığınını ortaya çıkarmaktadır. Sermaye büyümek adına sürekli olarak üretmek ve yeniden üretmek zorundadır. Ancak aralıklarla büyüyememe krizlerine giren kapitalizm, bu krizleri aşmak adına yeni birikim alanları yaratıp emek ve doğa sömürüsünü katlayarak büyütmeyi sürdürür. Kapitalizmin yaşadığı krizler bazı dönemlerde artı-değer üretimini ve sermayenin yeniden üretimini temelden tehdit eder. Ancak bu durum aynı zamanda sermaye için yenilenme fırsatlarını sağlayabilir. Her şeye rağmen sorunlarına acilen çare bulamama durumunda bütünün yok olmasına yol açacağından da çok korkar.
Bu nedenle, neden olduğu ekolojik krize çare bulma iddiasıyla, debelendiği büyüyememe krizini aşabilmek adına yeni birikim alanları yaratmaktadır. Yenilenebilir enerji, elektrikli araba, hidrojen ve benzeri üretim süreçlerine dönüşümü dayatırken, yeni birikim yollarını da açarak kapitalizmin işleyişini canlı tutmayı hedefler. Tüm bu süreçlerin faturası ise doğal yaşama ve emekçi halklara kesilir. Bu döngü 400 yıla yakın süredir dünyada işletilirken, artık yolun sonunun göründüğü gerçeği onu ilgilendirmez. Yok oluşa kadar yağmacılığını emek ve doğa üzerinde sürdürmeye çalışır.
Ancak kapitalizmin ‘Zihni Sinir Proceleri’yle kendini yenileme fırsatını yakalama şansı her geçen gün daralmakta ve korkudan adeta aptallaşmaya başladığı ortaya çıkmaktadır. Dünyadan Zihni Sinir’i zorlayacak bir projeden daha söz edelim. ‘Radikal iklim değişikliği çözümü’ olarak Sahra Çölü’nü su basmasının sağlanması gibi planlar tartışılabilmekte. Proje, Orta Doğu’nun Ölü Denizi’ni ve bölgeyi Kızıldeniz’den Ölü Deniz Çöküntüsü’ne kadar su kullanarak sular altında bırakıp bir ‘vaha’ oluşturmaya odaklanıyor.
Son olarak AKP’nin Kanal İstanbul projesi olan ve Zihni Sinir’in bile aklına gelmemiş proje, kapitalizmin dünyada sürdürdüğü büyüyebilme adımlarının Türkiye’deki uygulanma halidir. Bu proje ile ekonomisi tamamen tıkanma sürecine girmiş olan ülkede, sadece ara bir nefes almak ve rantsal hedefle inşaat sermayesini büyütmeyi hedefleyen bu proje aynı zamanda büyük bir ekolojik yıkımın da nedeni olacaktır. Kapitalizmin attığı bütün adımlar yaşamı yok oluşa yaklaştırırken, sosyalist üretim süreçlerine geçmek dışında herhangi bir alternatifimizin olmadığını söylemem gerekiyor.