Tek kimlik üzerine inşa edilen ulus devletler, toplumun çok kimlikli yapısını yok etmek ve farklılıklarını eritmek için halkların önce dillerine saldırırlar. Sömürgeleştireceği ya da asimile edeceği toplumun dilini yasaklar, kendi dilini zorla öğretirler. Böylelikle asimile edilecek toplum geçmişinden, kültürel mirasından, kimliğinden koparılıp savunmasız bırakılır.
Türkiye Cumhuriyeti de bütün egemen ve sömürgeci zihniyetlerin yaptığının aynısını yaptı. 1923’te Lozan’da ülkenin tapusu alındıktan sonra 1924 anayasasını tekçilik üzerine inşa etti. Türk kimliği dışındaki bütün kimlikleri yok saydı. Tekçiliği inkar eden ve ülkede özgür ve eşit şekilde yaşama talebinde bulunan Kürtlere karşı da özel önlemler alındı.
Bu özel politikaların başlangıcında toplumsal mühendislikle Kürtleri asimile etme ve yok etme politikaları oldu. Bu kapsamda ilk olarak 1924 tarihinde Tevhidi Tedrisat Kanunu düzenlendi. Bu kanunla Kürtçeyi medreselerde yasaklayıp eğitim yoluyla Millilik/Türklük adına tekçilik inşa edildi. Kürt dili, eğitim dili olmaktan çıkarılıp başta Kürtçe olmak üzere Türkçe dışındaki bütün faklı dillerde eğitim yasaklandı. Kürtçeyi yasaklayarak Kürtleri tarihinden, kültürel mirasından koparıp hafızasızlaştırmak ve savunmasız bırakılmak amaçlandı.
Yeni devletin yöneticileri bir yandan Kürtleri tarihinden ve dilinden kopararak hafızasızlaştırmak isterken bir yandan da yeni plan, kanun ve uygulamalarla Kürtçeyi günlük kamusal alanda yasaklayıp, Kürtçe üzerinden Kürtleri geleceksizleştirmek ve tekçilik potasında eritip yok etmek istiyorlardı. Bu kapsamda da Eylül 1925’te Şark Islahat Planı devreye sokuldu. Bir yandan da Kürtlere yönelik şiddet ve savaş politikaları olağanca gücüyle sürdürülüyordu. Kürtler; Tevhidi Tedrisat kanununun amacındaki gibi gizli ve ideolojik, Şark Islahat Planı’nda ve şiddet politikalarında da olduğu gibi açık ve fiziki saldırılarla asimile edilmek, sömürgeleştirilerek, yok edilmek isteniyordu.
Sömürgeleştirilmek/asimile edilmek istenen toplumların bireylere karşı gelişim süreçlerinde iki şey hedefleniyordu. Birincisi kendi kimliklerinin, kültürlerinin, dillerinin ne kadar ‘ilkel’ ve ‘geri’ olduğu, ikincisi de egemenin/sömürgenin gücünün ve zorbalığın farkına varılmasını sağlamak. Böylelikle asimile edilmek istenen toplumlarda aşağılık kompleksi, kendini aşağı görme halleri sağlamak amaçlanıyordu.
Şark Islahat Planı ile Kürtçeye hem fiziksel hem psikolojik saldırı vardı. Bu planla Kürtçeyi konuşmak, yazmak yasaklanmıştı, Kürtçeyi konuşanlar cezalandırılırken Türkçeyi konuşanlar ödüllendiriliyordu. Yatılı bölge okulları açılarak Kürt çocuklarına zorla Türkçe öğretiliyordu. Neredeyse bütün Kürt çocuklarının zorla Türkçe öğretilirken ya da zorla ‘andımız’ başlıklı ırkçı metin okutulurken dayak yeme hikayeleri vardır. Kürt çocuklarına yönelik ilk ajanlaştırma faaliyetleri bu okullarda başlatılıyordu. Ajanlaştırma faaliyetleri ile Kürt çocukları kişiliksizleştirilip, itibarsızlaştırılıyordu. Kürtlerin sağlık gibi yaşamsal haklardan bile faydalanmak için Türkçeyi bilme zorunluluğu dayatılıyordu. İstiklal Mahkemeleri’nde Türkçe bilmeyenlerin savunmaları bile alınmaya gerek bırakılmadan idama mahkum ediliyorlardı.
Böylelikle insanlar Kürtçe bildikleri için korkuyorlardı, utanıyorlardı, gençler okullarda ya da kamusal alanlarda Kürtçe konuşan anne babalarıyla görüşmek istemiyorlardı. Tıpkı Frantz Fanon’un Siyah Deri Beyaz Maske kitabında yazdığı gibi; ‘Martinikli çocuklar okulda önce kendi lehçelerini hor görmeyi öğrendiler.’ Kürt çocuklarının da Kürtçeyi ‘ilkelliğin ve cahilliğin’ dili olarak algılamasını sağladılar.
Kürtçe konuşanlarla ilgili bu insanlık dışı uygulamalar yapılırken Türkçe konuşanlara da kamusal alanda işlerinin kolaylaştırılması, devlet kademelerinde işler verilmesi, devletin fiziksel şiddet politikalarına görece maruz kalmaması gibi konforlu yaşam alanları sunuluyordu. Aileler de devletin açık şiddetlerinden korumak ve devletin ajanlığı pahasına da olsa işlere yerleştirmek için çocuklarını Kürtçeden yani kendi kimliklerinden uzaklaştırıyorlardı. Devletin kuruluş aşamasında kamusal alanda yasakladığı Kürtçeyi bazı anne babalar kendi evlerinde Kürtçe konuşmayı yasaklıyordu.
İnsan kendinden kaçarak onurlu bir birey olamaz, insan kendinden kaçarsa ancak kişiliksizleşmiş, itibarsızlaşmış bir kukla olabilir. Yoksa hangi onurlu birey kendi annesinin dilinden utanır, hangi kişilik kendi dilini hor görür ki.
Ama dil insanın zihinsel dünyasının en önemli kalesidir. Zihinsel direnişin en önemli silahıdır dil. Türkiye’de Tevhidi Tedrisat kanunu ile hafızasızlaştırılmak istenen ve Şark Islahat Planı ile yasaklanan Kürtçe, Kürt kimliğinin yok edilmesine karşı direndi. Rojava’da Hawar ve Ronahi ile direndi, Süleymaniye’de ve Kafkasya’da üretti, Türkiye’de 1959 yılında Apê Musa’nın Qimil şiiriyle tekrar tohum ekti Tirêj, Nûbîhar ve Rewşen ile filizlendi, büyüdü ve üretti.
Kürtçe Amed zindanında annelerimize dayatılan ‘Kamber Ateş, nasılsın’ dayatmasına karşı direnişini isyana dönüştürdü. Türkçe dayatmasına karşı politik tutsaklar yıllarca Kürtçe savunma direnişiyle Kürtçenin isyanını büyüttü. Ve Kürtçenin direnişi sonuç aldı, Kürtçenin isyanı zafere ulaştı. Bugün Kürtçenin çocukları; sağlıktan spora, sanattan sağlığa, bilimden eğitime, üretimden ekonomiye yaşamın her alanında yeniden Kürtçe yaşamı inşa ediyorlar. Yüz yıldır asimilasyon politikalarına karşı Kürtçe Kürtleri terk etmedi, Kürt’ün tarihsel mirasını sahiplendi. Bugün Kürtçeye sahip çıkmak ise Kürtçenin çocuklarının görevidir. Gün; yaşamın her alanında Kürtçeyi yaşama, Kürtçeyi yaşamsallaştırma günüdür.