Yusuf Gürsucu
Geçtiğimiz gün zeytinliklerin madenlere kurban edilme girişimini düşünürken, bazı insanların bu tercihi yapanlar hakkında ‘nasıl insanlar bunlar’ türünden yorumlarına rastladım. Bu vurgular üzerine kafa yorarken, insan beyni nasıl çalışır diye kendime sordum. İlk yaptığım şey insanların beyin ağırlıklarının farklılık gösterip göstermediğini incelemek oldu. Beynin hemen her insanda ortalama 1,4 kg olduğunu öğrendim. Bu bilgi üzerinden bir sonuca varamayacağımı anladım.
Bir bilgisayarın en önemli özelliği işlemcinin hızı, hafıza ve aldığı bilgilerin kaydedildiği alanın kapasitesidir. Herhangi bir bilgiyi bilgisayarınıza kaydettiğinizde düşük kapasitede bir dosya içeriyorsa bu noktada bilgisayarın yukarıda saydığımız niteliklere ihtiyacı yoktur. Ancak yüklenen bilgilerin analizini yapabilecek bir program yüklediğimizde ise bilgisayarın niteliği ortaya çıkar. Düşük nitelikte olan bir bilgisayarda birçok program ya çalışmaz ya da çok yavaş çalışır. Diğerinde ise hiçbir sorun yaşamadan program işini yapar.
Bilgisayara yüklediğimiz her neyse elde ettiğimiz sonuç, bilgisayarın niteliğine göre nasıl değişiyorsa beyinde de aynı sonuçla karşılaşırsınız. Beyinle ilgili bir başka gerçek ise bilginin çevresel faktörlerle beslenmesidir. Bilgisayara yüklenen bilgiler gibi insan beynine bilgi dışarıdan enjekte edilememektedir. İnsan, çevresinde yaşadığı koşullar, gördükleri ve o koşulların ortaya çıkardığı arzular üzerinden şekillenir. Zeytini madene tercih edenlerle bu tercihe akıl erdiremeyenlerin arasındaki farklılığın kaynağı da bu noktada ortaya çıkar.
‘Benim memurum işini bilir’ diyen Özal’la birlikte yaşadığımız coğrafyada bireysellik inanılmaz boyutlara ulaşırken, bireysellikten etkilenen insanların kendi çıkarları dışında hiçbir şeyle ilgilenmediklerini yaşayarak gördük. Diğer yandan insanları farklı kılan en önemli şeyin yaşadıkları çevre olması sermaye sınıfları ile emekçi sınıfları arasında temel farklıkları ortaya çıkarır. Sermaye için insan, emeğinin sömürülebileceği bir meta iken, emekçi sınıflar için insan, sadece kendisinin bir parçası olmasıdır.
Sermaye sınıfları meta olarak gördükleri emekçi sınıfların içinden kendine işbirlikçiler yaratarak onları beslerler. Bu beslemeler de kendilerini sermaye sınıfının bir parçası olduklarını düşünerek hareket etmeye başlarlar. Bir kısmı ise sermaye adına karar vericiler içine yerleştirilir. Zeytin karar vericilerini de bu bağlamda değerlendirmek abartılı olamaz. Kapitalizmin yıkıcı ve yok edici yüzü bu beslemelere de sirayet eder. Karar verici noktalarda olanların verdiği kararların tamamı kendilerini besleyen sermaye çıkarlarına hizmet eder.
Biraz uzun ve ironik bir girizgâh oldu biliyorum. Yine zeytine gelelim. Bundan 6 yıl önce Expo 16 fuarı için İzmir’in Ödemiş ilçesi Bademli beldesine 1071 yılında dikildiği ve Türkiye’nin en yaşlı zeytin ağacı olduğu iddia edilen ve 1000 yıla yakın bağlı bulunduğu toprağından söküldü ve Antalya’ya seyirlik, yani bir biblo işlevi görmesi için taşındı. Maden yönetmeliğinde değişiklik yapılmasıyla ortaya çıkan tepkilere karşı karar vericilerin yaptığı itiraz ‘kesmiyoruz, söküp taşıyacağız’ oldu. Bu aklın hangi aklın ürünü olduğunu yukarı da dilimiz döndüğünce aktarmaya çalıştık.
Seyirlik yapılan 1000 yaşındaki zeytin ağacını kökünden söküp sürgün edenlerin, Anadolu coğrafyasında esamesi okunmazken bu topraklarda o vardı. Seyirlik yapılan zeytinin yaşayıp yaşamadığını bilmiyoruz ancak göçe zorlanan insanların neler yaşadıklarını biliyoruz. Alan bebeğin denizdeki cansız bedeninin insanlığa büyük bir ders verdiğini düşünebiliriz. Ancak bu dersi sermaye sınıflarının da aldığını düşünmemizi gerektirecek bir şey yok.
Tunuslu Kaouther Ben Hania’nın 2000 yılında gösterime giren ‘Derisini satan adam’ filminde, göçmen bir insanın vücudunu sergilemesi karşılığında Belçikalı muktedirlerin kendisine kalıcı statü vermesi işleniyordu. Omuzuna AB damgası vurularak işe başlatılan Suriyeli Sam Ali’nin yaşadıkları göç ve yarattığı sonuçlar izleyeni derinden etkiliyordu.
Bugün Rusya ve Ukrayna arasında süren savaş ve işgalle birlikte yüzbinlerce insan göçe zorlanırken, trenlerden Afrikalı insanların nasıl geri itildiklerini gören gözlerimiz, ırkçılığın vardığı aşamaya şahit oldu. Bu gerçekle birkez daha sarsılırken göçlerin nedeninin politik bir süreç olduğunu yeniden idrak ettik. Göçmenliğin nedeni politiktir evet! ama çözüm yolu da politiktir ve politikalardaki farklılık ise sınıfsaldır.
İsa’yı, bir zeytin ağacını katledip kesip biçerek haç şeklinde bir çarmıha çivilemişlerdi. İşte o çarmıhı yapanlar bu kez yaşadığımız coğrafyada zeytin katliamlarını yapanlarla aynı anlayışın uzantılarıdır. İsa’nın yaşadığı aynı coğrafyada Filistin halkına zulmeden İsrail binlerce zeytin ağacını keserek katletti. Yukarıda beslemelerden söz ettik. Bu beslemelerin en kirlileri olan silahlı beslemeler, geçtiğimiz Ocak ayında Efrin’e bağlı Şêrawa’da yaklaşık 700 zeytin ağacını keserek katlettiler. Soma’da 301 işçinin katili olan sermaye yine Soma’da binlerce zeytin ağacını maden için keserek katletmişti.
Maden yönetmeliği içine eklenen bir kararla zeytini taşıyıp açılan alanın maden sahası yapılacağını söyleyen akılla ilgili yukarıda belirlemeler yapmaya çalıştık. O akıl köylünün bakımını yaptığı zeytinin sahibi olduğu topraktan taşınmasıyla, köylünün toprağı da ‘acele kamulaştırma’ ile elinden alınmış olacak. Kaybeden emekçi köylü yurttaşla zeytin ağacı olurken, kazanan ise bir avuç sermaye yapısı olacak. Evet yine vurgulamamız gerekirse zeytin meselesi sadece sınıfsal bir meseledir. Sınıfımızın yerini bilerek sürece tepki göstermek ise başarının anahtarıdır.