R. Nuri Gültekin’in “Değirmen” adlı romanını ve aynı isimle sinemaya uyarlanan Şener Şen’in başrol aldığı filmi herkes hatırlar. Osmanlı çökerken devleti yönetenlerin yozluğunu, yolsuzluğunu içkili bir eğlence sırasında dansözün oyunundaki titreşimi, zelzele (deprem) zanneden kaymakamın yaralanması ve deprem söylencesinin padişaha kadar ulaşmasıyla meselenin resmi bir hal alması anlatılır. Kaymakam deprem olduğuna kendini inandırdığı için kasabayı gezerek hasar tespiti yapmak istediğinde yoksul köylerdeki yıkıntıyı görür. “Deprem burayı fena vurmuş” dediğinde yardımcısı Hurşit “Depremden değil, sefaletten evler bu hale gelmiş Bey’im” der.
Aksırıncıya, tıksırıncaya kadar yiyen Osmanlı bürokrasisi yarattığı yoksulluğun, toplumsal yıkıntının farkında olmadığı mesajı verilir. Hilal-i Ahmer (Kızılay) heyeti kasabaya gelir ama ne yaralı, ölü ne de enkaz olmadığını görür.
Kızılay heyeti de dansöz eşliğinde bağ evinde karşılanır. Heyet “ikna edildikten” sonra gelen yardımlar halka ulaştırılmadan iç edilir. Halkın depremden, ortada dönen dolaplardan, Osmanlı’yı kanser gibi sarmış yolsuzluklardan haberi yoktur. Halk sadece kendi yoksulluğunu bilmektedir ve bunun sebebini “taktir-i ilahi” olarak açıklamaktadır. Deprem söylentisi padişaha kadar gittiği için “milli zelzele şuuru” kararı alınarak kasabada deprem olmuş süsü verilir. Şehzade depremde üstün hizmet gösteren görevlilere “hizmet nişanı” verir. Doğrular hapsedilirken, yolsuzluk ve düzenbazlık devlet nişanını alır böylece. Filmin sonunda savaş başladığı haberi duyulur. Osmanlı sarayını ve çevresini saran ahlaki çöküntü savaş yıllarıyla birlikte tam bir trajediye dönüşür.
Bugün Osmanlı taklidi yapan siyasal iktidarın bizlere yaşattıkları ile Değirmen filminde anlatılanlar ne kadar da çok birbirine benziyor değil mi?
Çünkü, “Değirmen” insan öğütmeye devam ediyor. İzmir merkezli şiddetli depremle birlikte çok sayıda insan yaralandı ve hayatını kaybetti. Kısa süre içinde depremin vahameti ortaya çıkmaya başladı. Yıkılan evlere, kamu binalarına, feryatlara tanıklık ediyoruz. Acılı insanların acısına ortak olmak, dayanışma içinde olmak insanlık görevimiz. Devletin sorumluluklarıyla ilgili konuşmak ise vatan hainliği olarak kodlanıyor. Taktir-i ilahi diyelim, başsağlığı dileyelim, para verelim, “Her şeyi devletten beklememek gerekir” diyelim ki, devlet yetkililerini sorumluluk altında bırakmayalım!
Elazığ depremi sonrası devlet yöneticilerine “Bugüne kadar verdiğimiz deprem vergileri ne oldu?” sorusu kitlesel destek bulup, devletin deprem politikası tartışılmaya başlandığı an “bu yönde konuşanlar ve yazanlar hakkında soruşturma başlatılacak” tehdidi gelmişti. Depremlerden ders çıkarmak, yaraları sarmak ve deprem gerçeğine karşı tedbirleri konuşmayı “Halkı kin ve öfkeye sevk etmek suçu” kapsamında görüyor devletlûlar. Deprem sonrası deprem politikaları üzerine konuşamamanın olası Marmara ve diğer bölge depremlerinde on binlerce insanın ölümü anlamına geleceğini biliyoruz. Konuşmak zorundayız.
Doğal afetleri engellemek mümkün değil ancak doğal afetleri felakete çeviren siyasal iktidarların aymazlığıdır.
Doğru tedbirlerin alınması, kentleşme, sağlık, iletişim, yardım gibi önemli konularda önleyici politikaların geliştirilmesi depremi değilse de depremin yıkıcılığını en aza indirebileceği malum ama yetkili merciler deprem vergileriyle duble yol yaptıklarını duyuruyorlar. 1999 Marmara depremi sonrası devletin kendi sistemini korumak için asker ve polis yetiştirmek dışında hiçbir şeye önem vermediğini, depremle birlikte devletin bütün kurumlarının çöktüğünü gördük. Müteveffa B. Ecevit olası depremlere karşı önlem alacaklarını iddia ederek ÖTV, ÖİV vb. onlarca ek geçici vergi icat etmişti. AKP iktidara gelir gelmez geçici vergileri kalıcı hale getirdi. 1999 depreminden bugüne 66 milyar 143 milyon TL deprem vergisi toplandığı söyleniyor. Depreme karşı ne gibi önlemler alındığı sorusunun cevabı devlet sırrı! Sadece yeryüzü sarsılmıyor, artan yoksulluk, adaletsizlik, yozlaşma, kamplaşma ekseninde toplumsal fay hatları da hareket halinde. Doğal depremler sarsıyor, eğer bu sarsıntılarla uyanamazsak “Sizleri Allah’a emanet ediyorum” demek dışında bir şey yapmayanlar canımızla kumar oynamaya devam edecek.
(*) 26.01.2020 tarihinde Yeni Yaşam gazetesinde yayınlanan “Zelzele” başlıklı yazının güncellenmiş halidir.