Siyasi partilerimiz, aydınlarımız ve de insan hakları örgütlerimiz, gece gündüz avaz avaz bağırarak demokrasiden söz eder, onu ister ve de bazen ümitleniriz. Meğer ne boş hayal peşindeymişiz. İsterdim ki, 12 Eylül darbesinde paşaların, partili başkanların Gelibolu’da Hamza Koyu’na sürgün ettikleri gibi, bu sefer e Erdal İnönü, Demirel, Ecevit ve Erbakan Nusaybin’de ikamete mecbur edilselerdi. Türkeş ise buraya gelemez; zira halk zavallıyı linç eder.
Bir zamanlar İstiklal Mahkemesi nasıl ki Hüseyin Cahit, Nazım Hikmet, Yakup Kadri ve diğer yazarları Diyarbakır’a sürgün ettiyse, şimdi de İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Oktay Ekşi, Metin Toker, Şemdinli’ye sürgün edilselerdi. O vakit hanyayı konyayı belki anlarlardı.
Coşkun Kırca’nın gelmesini tavsiye etmem. Ne olur ne olmaz. Zaten sakat da. Bir kere Kanada’da atlattı, istemem burada başına bir şey gelsin. Hem değmez, hem de yazıktır.
Bazen ben de yavaş yavaş da olsa yurdumuza demokrasi geliyor, gelecek diye ümitleniyordum. Ama bu seferki gelişimde bende de hiç ümit kalmadı. Kaldı ki bugünkü idaremize hak vermek lazım. Dünyada hiç demokratik askeri idare görülmüş mü?
Hiç asker, demokrat ve medeni olur mu? Olursa asker değildir. Sen kalk elli tane smokin giydir Kenan Evren’e, boynuna istediğin kadar kravat tak, hiç demokrat olur mu?
Kaldı ki, Türkiye’yi idare eden beş güvenlik kurulu paşamız, hâlâ çizmeli, kırbaçlı ve kılıçlıdır.
Sen kalk 20 milyon Türkiye vatandaşını tüm insan haklarından yoksun kıl. Bölgede akla gelmedik olaylar her gün devam etsin. Memleketi bir devlet terörü içine sok ve ondan sonra da demokrasiden söz et. İsmet Paşa’nın deyimiyle “Haydi canım sen de.”
Memleketim olan Nusaybin’e geldim. Yaz tatilimi burada geçirmek istiyordum. Her gün etrafımda cereyan eden olaylardan değil istirahat etmek, tam tersine içim kan ağlıyor. Bana ve Türkiye’nin masum insanlarına bunları çektirenlerin Allah belasını versin. Kim olursa olsun…
———————
*30 Haziran 1991