Zamanın ruhunu özgürlük hareketi ile paralel yakalayamayan her yapı ve siyasal oluşum sürecin gerisinde kalmaya mahkûm olacaktır. Bu aynı zamanda savaşan özgürlükçü güçlerin yükünü de ağırlaştırmaktan geri kalmayacaktır
Rubar Amedi
Kapitalist modernitenin sistemi toplumsal ve ekolojik sorunlar karşısında yaşamış olduğu kriz giderek daha da derinleşmekte. Bu sorunların ana kaynağı yüz yıllardır uygulamış oldukları politikalar ve süregelen pragmatist yaklaşımlardır.
Yüz yıllardır kendisinin ezilen halklara ve alternatif demokratik moderniteye karşı tek muktedir çözüm gücü olduğunu iddia etmekte idi. Yaşanan derin toplumsal ekolojik sorunlar ve bu sisteme karşı verilen mücadeleler aslında öyle olmadığını, çözüm diye sunmuş oldukları politikaların çözümsüzlükten öteye geçemediğini ve ulus devletler ile kendini var etmeye çalıştıkları gerçeği her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.
Ortadoğu ve Kürdistan bilinçli yaratılan kriz merkezlerinin önde gelen durumu olmaktadır. Irak, Suriye, Türkiye gibi statükocu ulus-devletlerdeki çatışmalı krizin süreklileşmesi, Filistin-İsrail sorununun çözümsüzlükte ısrar edilmesi artık bölge politikalarının enkaza dönüştüğünün en somut belirtileri olmaktadır.
Toplum olarak önemli gelişmelerin yaşandığı bir süreci yaşamaktayız. Yaşadığımız toplumsal, ekonomik, sosyal sorunlarımız savaş ile beraber her ne kadar ağır sorunlar ile karşılaşsa da çözüm yine toplumsal örgütlenmekten ve bilinçlenmekten geçmektedir. Bu bakımdan Rojava’da gelişen toplumsal yeniden inşa çalışmaları yeni sistemsel oluşumlar her alanda kendini göstermektedir, egemenlerin bu sistemimize yönelik ağır saldırıları her geçen gün daha da artmaktadır. Kadın öncü güçlerinin suikastlarla hedef alınması, toplumu ayakta tutan altyapı ve ekonomik kaynakların bilinçli olarak hedef alınması aslında devrimden ne kadar çok korktuklarının belirtilerini göstermektedir.
Rojava’da gerçekleşen demokratik modernitenin sac ayaklarının bir bir hayata geçirilmesi, komünal ekonominin ve komünal yaşamın, ahlaki ve politik toplum olarak şekillenmesi yine bölge halkları ile ortak bir çatı altında demokratik konfederalizmin hayata geçirilmesi sömürgeci güçler için tehlike arz eden bir durum olduğundan devrimi boğmak için başta ihanet olmak üzere her türlü askeri, siyasi ve ekonomik saldırıları en ahlaksız bir şekilde yapmaktan asla geri durmayacaklardır.
Özelikle Rojava devriminin askeri ve politik kazanımları bölge halkları için bir umut, kapitalist modernite için bir yıkım olma gerçekliği Rojava’yı daha çok saldırılara açık hale getirmesine neden olmaktadır.
Bu amaçla Rojava’daki kazanımlarımızı PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın paradigması doğrultusunda askeri ve siyasal güce dönüştürdüğümüz oranda, örgütsel gücümüzü toplumsal hale getirdiğimiz oranda Kürdistan’ın karanlık tarihini zamanın ruhu savaşçılığı ile aşabilecek gerçekliği hepimize büyük umutlar vermekte ve sorumluluklar yüklemektedir.
Bu kriz ortamını çökmekte olan TC rejimi fırsata dönüştürmeye çalışarak, başta Medya Savunma Alanları olmak üzere ve Rojava’ya tarihin en barbar saldırılarını yaparak, özgürlük hareketinin devrimsel gelişmelerini ve bunun bölgeye yansımasının önünü almaya çalışmaktadır.
Bu saldırılara karşı Özgürlük Hareketi’nin iki yıla yakındır Zap, Metina, Avaşin’de geliştirdiği muazzam direnişleri, kazanımları ile hareketin askeri ve siyasal anlamda en güçlü olduğu bir süreci yaşadığımızı tarih bizlere bir kez daha göstermektedir. Gelişmiş en büyük tekniğe karşı insan iradesinin nasıl başarılı bir şekilde bu saldırgan tekniği boşa çıkarttığını kendileri dahi kabul etmektedir. Savaş tünelleri stratejisi Vietnam Savaşı’ndan bu yana dünya savaş tarihine en büyük savaş taktiği mirasını bırakan bir stratejidir.
Sürekli kendini geliştiren zamanın ruhunu yakalamaya çalışarak örgütlenen, bilinçlenen bir hareketi alt etmek o kadar kolay değildir.
Sorun burada özgürlük hareketi ile paralel çalışma yürütmeye çalışan yapıların bu devrimsel gelişmeye ne kadar hazırlıklı olduklarıdır. Zamanın ruhunu özgürlük hareketi ile paralel yakalayamayan her yapı ve siyasal oluşum sürecin gerisinde kalmaya mahkûm olacaktır. Bu aynı zamanda savaşan özgürlükçü güçlerin yükünü de ağırlaştırmaktan geri kalmayacaktır.
Özgürlük Hareketi’nin ağır yükünü paylaşmak devrimciyim, yurtseverim, toplumsalım diyen herkesin başta birinci görevi olmalıdır. Gücümüz, bilincimiz ve vicdanımız var olduğu sürece bu ağır yükü paylaşmak en onurlu bir davranış olacaktır.
Direnen önderlik gerçekliği, direnen bir hareket ve halk gerçekliği içinde bu direnişin öznesi olmakla yitirdiğimiz ve yitireceğimiz canlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirmiş olmanın vicdani rahatlığını yaşamış olacağız.