Son dönemde yaygınlaşmaya başlayan kooperatifleşmeyi YerDeniz Kooperatif’in kurucularıyla konuştuk.
Hüseyin Deniz
Türkiye’de son dönemde en çok konuşulan konuların başında sağlıklı beslenme ile birlikte öne çıkan organik ya da doğal gıda geliyor. Tarımsal üretimin giderek azalması bir yana, yeterli denetim olmaması, ortaya çıkan GDO’lu ürünler, obezite, hormon, kanser vb. vakalardaki artış, organik gıdaya olan ilgiyi zirveye çıkardı denilebilir. Bununla beraber, son birkaç yıldır baş gösteren ekonomik kriz, rekor işsizlik, işten çıkarmalar, tarladaki satış fiyatı ile marketteki satış fiyatı arasındaki uçurum, doğal ürün temininde yeni bir arayışı ortaya çardı. Bu arayış kendini kooperatifler şeklinde ortaya koyuyor. Son dönemde böyle çok sayıda kooperatif kuruldu. İstanbul’da 20’nin üzerinde kooperatif var. Bunlardan biri de nisan ayında Kadıköy’de faaliyete başlayan YerDeniz Kooperatifi. YerDeniz Kooperatifi Başkanı Selma Eroğlu ve kurucularından Çetin Durukanoğlu ile kooperatifi kurma nedenlerini, yaşananları ve pratik deneyimlerini konuştuk.
Kooperatifleşme fikrine sizi yönelten ne oldu?
S. Eroğlu: Kooperatif fikrinin bizlerde şekillenmesinin temelinde Gezi Direnişi var. O zaman Gezi Direnişi’ni analiz ettiğimizde Gezi’yi ortaya çıkaran nedenler neydi diye baktığımızda işte talanın, otoriterleşmenin artması ve bizim örgütsüzlüğümüz idi. O dönem bunların üzerine epey bir çalışma yaptık. Örgütlenme modelleri üzerinde durduk; bunlardan bir tanesi de kooperatifçilik idi. Sovyetlerden, Çin’e, Yugoslavya’dan Rojava’ya pek çok deneyimi araştırdık. Bunlardan bir sunum oluşturduk. Park park, bahçe bahçe dolaşıp neredeyse bütün o dayanışma forumlarına gidip kooperatifçiliği anlattık. Bunu yaparken, pratikte biz bunu nasıl eyleyebiliriz sorusu ortaya çıktı. “Üreticiden doğrudan ürün getirerek başlayalım” dedik.
Neden başka bir örgütlenme modeli değil de kooperatifçilik?
O zaman İspanya’daki Mondragon’u falan incelediğimizde, yine Franko rejimi döneminde ortaya çıkıyor ve aslında tam da işsizlik, istihdam sorunu derken orada bağımsız bir yapı olarak, kendini var etme üzerinden kooperatifçilik geliştiriliyor.
Niye gıda?
Çünkü, kendi kendini örgütleyen bir alan. Bugün kiminle konuşsanız, en temel kesişme noktalarından bir tanesi gıda. Gıda kooperatiflerini kurarken, notere gittiğimizde o bile “Biz de gelelim. Ya çok önemli. Sağlıklı gıdaya ulaşamıyoruz” dedi. İşin en başında biraz da aslında, ne olduğunu anlamak için, bu alanda deneyim biriktiren Çiftçi-Sen gibi, Yeryüzü Derneği, Bir-Koop, Anadolu’da-Yaşam gibi İstanbul’daki kooperatif deneyimlerini bir araya getirip, bir çalıştay düzenlemiştik.
Ne oldu?
O dönem biraz işin maliyeti de değişti. Ölçek değişti. İşte bin ortaklı bir kooperatif, olursa işte biz şu kadar bir alana ihtiyacımız var, Şu kadar kişiye istihdam sağlayabilirsiniz, çiftçiden bin kilo nohut aldığınızı düşünün çiftçiyi de aslında yerinde dönüştürebilecek, bir yapı olarak karşımıza çıktı kooperatif. İşte o kooperatifi geliştirip de karşılığını görmek için yola çıktık. YerDeniz biraz daha krizle de birlikte, istihdam odaklı bir yapıyı nasıl öreriz üzerinden ortaya çıktı. Gıdadan başladık ama tek amacımız tabii ki gıda değil. Buradan teknik elemanlar çalışması, tamir tadilat çalışması, mesela geri dönüşüm, kadın ve çocuk bakımı gibi konular var.
Ama gıdadan başladınız?
Gıdadan başladık. Esas iki arkadaşımıza öncelikli olarak istihdam sağlama hedefiyle yola çıktık. Toplamda şu an 10 kişiyiz.
Gıdadan başlamak daha kolay mı, yoksa daha acil olduğu için mi?
S. Eroğlu: Tecrübemiz ordaydı. Bildiğimiz bir alandan başlamak istedik. Çünkü o Gezi’den itibaren anlattığım süreç boyunca, biraz gıda üzerine çalıştık.
Ç. Durukanoğlu: Şöyle, Bu bölgenin insanı, daha temiz, doğal, sağlıklı gıdaya duyarlı. Son dönemde tarımdaki politikalarla beraber beslenme alanında, çok ciddi bir duyarlılık da oluşmaya başlamıştı. Selma’nın dediği, hani bir şey anlatmanıza gerek kalmıyor. Örneğin sözleşmeyi onaylattığımız noter “Hemen ortak olayım” dedi. Sadece noter değil orada çalışanlar, gittiğimiz matbaacı, yolda karşılaştığımız tanıdıklar bile…
Can boğazdan geçer misali öyle mi?
Aynen. Biz de kurarken hani, gıda özelinde düşünmemiştik aslında. Kooperatif çalışması başlarken, Biraz ihtiyaçlar bizi ona itti. Çünkü dayanışma forumlarında o dönem, çocuklu çok fazla aile vardı. Kadıköy’de niye böyle bir doğal ürün pazarı yok. Niye gideceğimiz ekolojik pazar yok. İşte bir pazar mı kursak bilmem ne tartışmaları aslında, kooperatifleşmeye evrildi, oradan gıda meselesi çıktı. Yoksa hani çok bambaşka bir kooperatif de olabilir di, ihtiyaçlar gıda üzerinden temellendi.
Mevzuatla başladınız…
S. Eroğlu: Hep böyle bir şeyi kolektif zekayla yürüme meselesi: Yani öncekilerle beraber ortak bir çalıştay yapınca eksikleri ve fazlalıkları görüyorsun. Yanlışlar nerede yapılmış onları not ediyorsun. Nasıl daha hızlı yürüyebileceğini de oradan görebiliyorsun. O bize çok büyük bir hız kazandırdı. O hızla bu YerDeniz Kooperatifi’ni, ana mevzuatın bakanlık onaylamasından tutun, eski deneyimlerimizden çıkardığımız notlarla birlikte kendi içimizde 50 sayfaya varan bir iç model oluşturmaya kadar 40 günde açmış olduk.
Bu kadar hızlı başladınız?
Kısa dönemli KHK’lilerle bir çalışmamız olmuştu. Sonra 5 Ocak’ta Çetin’in biraz teşvikiyle oldu: ‘Ne yapıyoruz, bir kooperatif kuruyor muyuz?’ Oturduk 5 Ocak’ta tartıştık. 5 Mart’ta burayı tuttuk. 13 Nisan’da açtık. Yani geçmiş deneyimlerimiz, bize olağanüstü bir hız, bir de özgüven kazandırdı.
Ç. Durukanoğlu: Bir de o dönem birçok arkadaşımız işsiz kalmıştı. Aslında biz önceki deneyimde de böyle hani insanların hayatta emeğini kazanabilecekleri bir kooperatif formları üzerine konuşuyorduk. ‘Kooperatif modellerini çeşitlendirebiliriz’ diye düşündük. İstihdam, ağırlıklı bir model geliştirelim. Ve öngörülerimiz doğrulandı, şimdi Selma da işsiz kaldı. Bir arkadaşımız daha işten çıkartıldı. Bize destek veren bir arkadaş daha vardı o da geçenlerde işten çıkarıldı. Genel olarak son dönemde kooperatifçiliğe ilgi artmasının nedenlerinden biri de hayatta kalmak için insanlar kooperatif kuruyorlar.
Ekonomik kriz bunu tetikledi öyle mi?
Tarımdaki kriz, taban fiyatlarının düşük olması, bütün her yerdeki kriz. Sonuç olarak her kes yurt dışına gidemiyor. Baktım son bir yıl içinde 200 binden fazla insan çıkmış Türkiye’den; bunların potansiyeli eğitim görmüş olmaları. Büyük bir insan kütlesi burada kalıyor. Bu insanların, hayatlarını bir şekilde idame ettirebilecekleri formlara ihtiyaç var. O açıdan da kooperatif fikriyatı bu gün nesnel gerçekliğin üzerinde yükseliyor. Bir tarafta temel beslenme alanı, öbür tarafta hayatını idame ettirebilmek için gelir meselesi…
S. Eroğlu: Güvenceli gelecek; bir arada durduğun zaman, şöyle bir hisse de kapılıyorsun: Yalnız olmadığın…
Anladığım kadarıyla kooperatif yönetimi uzun süredir birbirini tanıyan kişilerden oluşuyor. Peki bir kooperatif kurmak için tanış olmak yetiyor mu?
Yok. En önemli şeylerden biri güven ilişkisi; birbirine güven. Ben ülkece kollektif çalışma pratiklerimizin çok düşük olduğunu düşünüyorum. Biraz bencillik bireysellik çok ön plana çıkmış durumda, o yüzden de güven, hakikaten çok önemli. Birbirinin eksiğini tamamlama, birbiriyle aslında var olma meselesini biz epey süredir, deneyimlediğimiz için, biraz onun da getirdiği etki, 40 günde kooperatif kurdurttu. Birbirine saygı ve güven ikisi çok önemli. O ikisi varsa geriye kalan her şeyde birbirini tamamlıyorsun. Birbirinin yetmediği yerde var oluyorsun. Dayanışmacı olarak bakıyoruz meseleye. Kollektif olarak bakıyoruz. Burada ben dilini kaldırdık. Biz yaptık. Hepimiz konuşurken biz yaptık.
Demin Çetin’in söylediğine ek olarak şunları söyleyecektim. Hayata biraz farklı yönlerden bakanlar olarak piyasa ekonomisinde kötü şartlar altında değersizleştirildik, hiçleştirildik. O yüzden neden ekonomimizi kendimiz kurmuyoruz? Hem çalışma koşullarımız çok kötü. Bir tarafıyla kendi hayatlarımıza sahip çıkamıyoruz. Biraz kooperatif bunun da üzerine inşa edilmiş.
Peki bu geçiş aşamasının sonrasında ne var?
S. Eroğlu: Bundan sonraki aşamamamız teknik elemanların buradan hayatını kazanacağı bir yapıyı örmek. Çünkü şu anda yanı başımızdaki pek çok arkadaşımız işsiz kaldı. Ve mühendislik, mimarlık yapamayanlar da var. Biz teknik elemanlar hizmetini de biraz halka indirmek istiyoruz. Yani belli bir kesimin değil, halkın tümünün elde edebileceği bir hizmet olsun hem bizim gibi kooperatifler için hem hizmet üreten üreticiler için, hem mahalleli için hem de gerçekten kendisi için teknik hizmete ihtiyaç duyan için olsun.
Nasıl başladınız gıdaya bir ürünle mi?
Evet bir ürün getirerek başladık.
Ürünü nasıl alıyorsunuz? Rast gele mi, var olan kooperatifler üzerinden mi, tanıdıklar aracılığıyla mı?
Araştırıyoruz. Öncelikle kooperatif üyesi üreticileri ya da kooperatiflerle çalışan üreticileri tercih ediyoruz. Yerel kooperatifler üzerinden ilişkiler kuruyoruz. Gidip üreticiyle tanışıyoruz. Ürünün üretilme koşullarını öğreniyoruz.
Kooperatifçilikte finans meselesi önemli. Devlet bu işin neresinde? Kooperatiflere destek çıkmıyor mu?
S. Eroğlu: Doğrusunu söylersek kooperatifçilik kamusal bir mesele. Ama kamu bu işi yapmadığı için biz yapıyoruz. Kendi gıdamıza, yaşam alanlarımıza sahip çıkmak adına kooperatifçilik yapıyoruz.
Ç. Durukanoğlu: Şöyle, kalkınma ajansları kooperatiflere belli oranda hibe veriyor. Mesela çalıştığımız kooperatiflerden birisi Devrek Güneşli Kooperatifi, Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı’ndan aldığı hibeyle Güneş enerjisiyle çalışan taş değirmeni kurdu. Daha çok tarımsal üretim kooperatifleriyle ilgili çünkü tüketici kooperatifleri çok uzun zamandan beridir enkaz. Yani şu anda bir tüketici kooperatifleri birliği gibi merkezi bir organizasyon var. Çok bürokratik bir yapı; içinde faal diye gözüken kooperatif neredeyse yok derecede. İzmit’te Körfez Tüketim Kooperatifleri Birliği var; bunun üyelerinin 8 tanesi fabrika kooperatifi yani işçi örgütlenmesi ile ilgili… Doğal olarak da kim ne kullanıyor diye sorduğunda, şu an herkes biraz kendi yağıyla kavruluyor. Uluslararası kooperatifçilik hareketinin 7 temel ilkesinden biri özerklik; yani eğer sen bir yere bağımlılık ilişkisi içindeysen o kooperatifçilik olmuyor aslında. Öz kaynaklarına dayanacaksın, diğer kaynaklar ikincil olacak.
Başka sıkıntılar nerede yaşanıyor?
S. Eroğlu: Örneğin, ortak depolama alanı. Soğuk hava deposu. Maliyetleri düşürecek bir şey. Yine belki de bir ardiye kooperatifi olabilir. Gerçekten buna ihtiyaç duyuluyor; çünkü bu kooperatifler piyasa koşullarına mahkum edilmiş durumda.
Ç. Durukanoğlu: Taşımacılık kooperatifleri var aslında ama çok ticarileşmiş. Bizim aklımıza şöyle bir şey geldi: Sahada çalışan nakliye sendikaları var. TÜMTİS gibi, Nakliyat-İş gibi… Acaba bunlarla önümüzdeki dönem belirli bölgelerde köy bazlı olmaz ama örneğin Bursa, burada 3 tane üreticimiz var, şöyle bir şey düşünebiliriz. Orada bir ambara getirip bırakırlar, kargoya vermeden. Bursa’dan İstanbul’a gelir. Ya da üreticiye denk gelen bir kamyon vardır, şu kamyona verir misin? Önümüzdeki dönem bu sendikalarla bu nakliyatçılık meselesini konuşabiliriz diye düşünüyoruz.
Kooperatif bir katılım meselesidir aynı zamanda. Bir ilgi var mı, ikincisi ise bu katılımı nasıl sağlıyorsunuz? Yani kooperatife üye olmadaki kriter nedir?
Aslında ilgi çok. Özellikle de bu kafe işi ve gelip bahçede oturanlardan, ‘nefes aldığımız bir yer oldu burası çok iyi bir iş oldu’ diyen çok. Sosyal medyadan paylaşan, mesaj atan. Nasıl katılabilirim. Ben de üye olayım diyen var. Biz ‘bir durun’ diyoruz. Çünkü açık çağrı yapılan bir toplantı yapacağız bu ayın sonunda. Neden sosyal hizmet kooperatifi diye. Orada biraz açıklayıp biraz katılım mekanizmalarını orada açıklamak istiyoruz. Gelen kişi hem nereye geldiğini bilsin, hem de asıl bir politik ekseni, işleyişi, pratik süreçleri olduğunu bilsin. Bizim açımızdan da geleni bir tanıyalım.
‘Karşılıklı güven çok önemli’
Peki bir de son dönemde organik ürün tartışması var. Bir ürünün organik ya da doğal olup olmadığını nasıl tespit ediyorsunuz?
S. Eroğlu: Ürünün üretimi konusunda daha önceden edindiğimiz bilgiler çerçevesinde oluşturduğumuz doğru ve yerinde sorularla bunu tespit ediyoruz. Ürünün hangi koşullarda ne zaman, ilaçlı mı ilaçsız mı, ürün GDO’lu ürün mü değil mi? Bu sorulara verilen yanıtlarla öğreniyoruz. Zaten siz bu soruları sorduğunuzda üretici de sizin bu işleri bildiğinizi fark ediyor ve gerçek yanıtları vermeye başlıyor. Örneğin bir bal alma olayı oldu. Biz önce bilmiyorduk. Bir sorun oldu. Sonra oturduk bal çalıştık. Öyle ki artık bir balın sahte mi gerçek mi, şekerli mi şekersiz mi birkaç soruda ve deneyimle kolayca tespit ediyoruz. Zaten, ürün yetiştiği aşamada da önce kendimiz örnek alıp deniyoruz. Eğer memnun kalırsak getirip dağıtıyoruz. Ayrıca ürünü tüketenlerden de tepkilerini alıyoruz. Ayrıca ambalaj üzerinde ürünün üretim yeri, üretici ve özellikleri konusunda bilgiler yer alıyor. Tüketici de bunu kaynağında araştırma imkanına sahip.
Ürünün sağlıklı ya da organik olup olmadığı konusunda en önemli kriter sizce nedir?
Tabii ki güven çok önemli. Güven de doğru iş ve dürüst davranma üzerine kurulu. İlk tanışma ve üründen sonra memnuniyet olunca ilişkiler de ona göre şekilleniyor.