Kuşatılmış günlük hayat, her yerde devlet denen dehşetli aparatın baskısı ve bizim için daha da beteri, bunun en kötü versiyonlarından birinde olmakla kalmıyor, daha da çok asıl olanın üzerinde, sadece sörf yapar gibi, onun sağlı sollu salvolarını savuşturmakla geçiriyor. Moda deyimle bir ‘Surviver’ yaşıyoruz sadece. Baskının olağanüstü olağanlığı, bir yandan her şeyi katlanmaz kılarken, öte yandan, her şeyin altında yatan asıl olanın, -rahat ve huzur içinde- dokunulmaz ve hatta tartışılmaz olarak koruyor.
Ve bu yüzden günlük ve sıradan dehşet, sanki hiç yokmuş gibi asıl olanı konuşmak istedim biraz.
Sistem dediğimiz şey, esas gücünü, üniformalı köşe başlarını tutmuş, kontrolcülerin, silahlarının üzerinde almıyor. Bunlar sadece aparatların aparatları ve hatta bu aparat silsilesinin en alt merhalesi bize kimlik soranlar. Tam aksine bize normal gelen, varlığını fark etmediğimiz, mecburi hissettiğimiz hatta kutsadığımız şeyler üzerine sistemin kendisini inşa etmesi.
Mesela ‘Çalışmak’ yani bayramını bile bin bir güçlük ve baskı altında, direnerek kutladığımız, ‘Emek’ olarak kutsadığımız şey, bu sistemin ana dinamiği. Bu yüzden aslında grev yapmanın, yani çalışmamanın ‘olağandışı’ olması, çalışmanın ise bütün hayatımızı önüne yatırdığımız kutsallaşmış varlığı. T. W. Adorno, ve M. Horkheimer; “Çalışma kesin, garantili bir biçimde çalışanların hayatını yeniden üretmiyor, onları çalışmaya ikna edenlerin hayatını yeniden üretiyor sadece. İnsanları çalışmaya razı etmek için emeğin kendinde şey olduğu safsatasını yutturmak gerekir. … İçinde yaşadığımız toplumda çalışmak, toplama kamplarında çalışmaya benziyor aslında.”
Derken bu ‘ikna’nın altını çiziyordu. İşte bu ikna ve ona karşı gündelik hayata, cüretli bir karşı çıkış, en azından ‘çalışmanın’ sıradan olma durumunu sorgulamayı bile akla getirmiyor. Onu ortadan kaldırabilecek bir düşünsel eylem bile, önce kendi aramızda, kuşku ve şaşkınlıkla karşılanıyor. Ağzımıza biber sürerek söylemek zorunda kalabileceğimiz, ‘Alternatif Çalışma’ ya da bütün direnenlerin ve kaybettiklerimizin anısına ‘alternatif emek’ ile ancak, etrafı ikna mayınlarıyla dolu, bu toplama kampı kırılmaya başlayabilir. Bu yüzden sadece bir tartışmanın başlangıcı olarak düşündüğüm bu yazı, üstte esen, her türlü dehşetli saldırılara rağmen, ‘Özgür Zamanı’ öne çıkararak, ‘Tembellik Hakkını’, ‘Kar’ ve ‘Verimlilik’ üzerinden, ‘yaşamanı’ diye isimlendirebileceğimiz, bir hayat zamanı üzerinden, ölçülebilen! bir başka ekonomi (!) tartışmak üzerinden devam etsin o zaman. Alttaki ‘huzur ve rahatlık’ içinde duran, asıl olanın sistemin kenarını çizmek için bu.