Bazı insanların şansı yaver gittiği halde, kabiliyeti olmayınca tekâmül edemiyorlar. Hani Türkçede bir deyim vardır: “Paşa olmuş ama adam olamamış.” İşte Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da bu tiplerden biridir. TBMM zabıt katipliğinden iki yıllık fabrikasyon Ankara Hukuk Mektebi’nden asistan, doçent, profesör ve ord. profesör…
Ama bakıyorum ilk mesleğine sadakatten ayrılmıyor. Hâlâ bir zabıt katibi gibi. Ama bir bakıma da haklıdır sayın Hoca. Arkadaşları anlamadan Arapça Kuran’ı ezberleyip hafız oldular. O da İsviçre medeni kanununu ezberledi ve Türkiye tipinde ordinaryüs profesör ve alim sayıldı.
Elli yıldır Hocayı tanırım. Her hali ile soğuk ve yavandır. Dersinde soğuktur, kitaplarında soğuktur, hele hele Cumhuriyet gazetesinde sayın Nadir Nadi’nin himmetiyle çıkan yazıları sıfır altı soğuktur. Her ne kadar zaman zaman bu “don yazıları” her birkaç yılda bir daha önümüze sürüyorsa da, zaten tatsız-tuzsuz olan yazıların, bu sefer de dibi tutuyor. İşte 14 Ocak 1990 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yirmibeş yıl önce yazdığı tatsız, bayat ve üstelik ısıtırken dibi pis pis yanık kokan yemeklerinden birini sofraya sürdü. Yazının başlığına bakılırsa şatafatlı “Ermeni Sorun-II Rusya ve Ermeniler” Ama içeriği yine bir zabıt katipliği ve istidacılık…
Bakın altmış yıllık alimimiz, bugün Türkiye’nin bir numaralı sorunu olan “Kürt” sorununa nasıl yaklaşıyor? Bir jandarma karakol komutanı, bir polis neferi veya kendisine çeken talebesi DGM Savcısı gibi. Evvela Kürt sorununu Ermeni sorununa bağlıyor ve böylece büyük bir tehlike sayıyor. Çünkü hocanın beyninde doğru dürüst düşünce odakları yoktur. Eğer olsaydı, Kürt sorununu Ermeni sorununa bağlamazdı ve anlardı ki, Türkiye’de yirmi milyon iyiniyetli Kürt vatandaşı vardır ve kendisi gibi tesadüflerle yükselmemiş bu Kürtler, aç, sefil ve cahil de olsalar memleketlerine en aşağı onun kadar bağlıdırlar. İstedikleri insan haklarına bağlı, eşit şartlarda anavatanlarında Türk kardeşleriyle yaşamaktır. Ama Darwin’in teorisine uymayıp tekamül edemeyen H.V.V. Kürt sorununu Türkiye için baş tehlike görüyor. Tehlikeyi o kadar yakın görüyor ki, irticaya dahi yaklaşmayı göze alıyor.
Yani, Sayın Hoca, aklınca Gaziantep, Kahramanmaraş ve Şanlıurfalıları, memleketi olan leblebici Çankırılıları köle sayacak. Hoca uyan, dünya değişiyor. Siz hâlâ, köhne mavalları mırıldanıyorsunuz. Anlaşılan “Eshab-ı Kehf”e dönmüşsünüz. Gerçi, Halide Pişkin’in tabirince, “Sizin kuranız çoktan Zincirlikuyu Mezarlığı’nda yatıyor” ama madem ki yaşıyor iddiasındasınız, ya adam gibi yaşayın veya ölüp kendinizden kurtulun.
Bakın sayın Hoca, sizin bu yazımıza sebep olan yazınızdan bir paragrafı alıyorum, ki okurlarımız ikimiz için jürilik yapsınlar. Saygılar sunarım.
“Bugünkü yazıya başlarken asıl konuya girmeden önce, şu noktaları vurgulamak istiyorum. Ülkemiz bir yandan Ermeni istekleri, öte yandan Kürt sorununun uluslararası alana kaydırılması dolayısıyla büyük baskı altında bulunuyor. Bu durumda bile ülkemizdeki yobazların gözü din sömürüsünden bir türlü vazgeçmiyor. Ayasofya’nın yeniden cami durumuna getirilmesi, ayıbın da ötesinde bir çirkinlik önerisidir. Atatürk’ün evrensel kültür anlayışına karşıdır. Yunanlıların Ayasofya’yı yeniden kilise yapmak arzusuyla eşanlamlıdır. Vurgulamak istediğim ikinci nokta, başta belirttiğim tehlikelere karşın başörtüsü konusunu önplana çıkararak Türk kamuoyunun özellikle üniversite gençliğinin bu tehlikeler karşısında kör ve sessiz kalmasını sağlamak amacını gütmektedir. Nedir bu çirkinlikler, bu ihanetler, ne zaman uyanacağız?”
—————-
6 Ocak 1991