M. Ziyaeddin Güler
Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluş aşamasındaki ilk üç yıl (1921-1924) nasıl bir cumhuriyet olacağı tartışmaları ile geçmiştir. Osmanlının dağılması karar altına alınmış fakat yerine nasıl bir cumhuriyet kurulacağı henüz netleşmemiştir. Bu yüzden Türkiye üç yıl gibi kısa bir tarihte adeta iki ayrı cumhuriyet yaşamıştır.
Cumhuriyet’in ilk çerçevesi 1921 anayasası ile belirlenmiştir. Bu anayasa tam demokratik bir anayasa olmasa da Türkiye’nin önüne demokratik bir geçiş zemini sunmuştur. Dönemine göre iyi bir başlangıç sayılabilir. Demokrasinin önemli kurallarından olan tüm toplumsal kesimlerin yönetime katılım sağlamasının kapısı aralanmıştır. 1921 anayasasının oluşturduğu çerçeve aslında sonraki dönemin politikleşme garantisi olabilirdi.
Fakat bilindiği gibi çok geçmeden Türkiye Cumhuriyeti’ne yeni bir anayasa (1924) ile farklı bir rota çizilecektir. Türkiye’nin önüne uzun, bir o kadar da karmaşık yollar bırakılmış ve son yüzyılını anlamadığı, uzman olmadığı düğümleri çözmeye çalışma ile geçirmiştir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve onun yeni kadrolarının önüne üç büyük engel çıkarılmıştır. Yeni kadroya adeta deveyi iğne deliğinden geçirilmesi istenmiştir.
Türkiye’nin önüne çıkarılan en büyük engellerden ilki, bin yıldır beraber yaşadığı Kürt halkını yok saymaları, asimile etmeleri ve gerekirse soykırımdan geçirilmeleri istenmiştir. Bu konuda gerekli uluslararası destek sağlanmış, icazet verilmiştir. Tabi burada bir parantez açarak şu şartı da eklemişlerdir: “Tümünü bitirmeyeceksin ama yaşatmayacaksın”. Tavşan kaç tazı tut stratejisi devletli sitemin kurulduğu tarihten bu yana var olan stratejidir ve her iki tarafı da zayıf tutma, eritme, nötr bırakma oyunudur. Oyun bir kere tutarsa artık oyunu bozmak seyircisinin insafına kalmış ya da taraflardan birinin oyunun içeriğini görmesiyle son bulur.
Türkiye’nin önüne çıkarılan ikinci büyük engel; Türkiye nüfusunun yüzde doksanını oluşturan Müslüman halkı ne pahasına olursa olsun İslam kültüründen uzaklaştırıp batı kültürüne entegre etmek. Bu sorun da en az Kürt sorunu kadar asimetrik bir mücadele isteyen bir sorundur. Türkiye Cumhuriyeti adeta İzmir kültüründen bir Türkiye yaratmak istemiştir. Bu konuda oldukça başarılı da olmuştur fakat Fernand Braudel’in de tespit ettiği gibi halklar üsten yönetimle biçimlenemez. Nitekim Kürt sorununda olduğu gibi Müslüman toplumu da kendi kültürüne sahip çıkmıştır. Nasıl ki Kürtler kendi evlerinde gizlice Kürtçe konuşmuşsa Müslümanlar da gizli de olsa devlet dairelerinde namazlarını kılmıştır.
Türkiye’nin önüne çıkarılan üçüncü engel ise sol ve sosyalizm sorunudur. Türkiye’nin kuruluş döneminde sayıları fazla olmamalarına rağmen Mustafa Suphi’ler öldürülerek Türkiye’ye bir engel de buradan çıkarılmıştır. O dönem Sovyetlerin kurulduğu bir dönemdi ve batı Sovyetlerin daha fazla yayılmasını istemiyordu. Bu anlamda Türkiye hem bir eritme potası hem de tampon olarak görevlendirilecekti. Slogan bile hazırdı. Komünistler din düşmanıydı ve temizlenmesi gerekirdi. Komünistleri katleden hiç kimse aslında batının kurduğu bir oyunda piyon olduğunu bilmeyecekti ki hala da bilmiyorlar.
Bu arada sorunları “engel” olarak belirttim çünkü Türkiye’nin başta demokrasi olmak üzere tüm toplumsal sorunları sağlıklı bir yöntemle çözebilmesi için bu engelleri tek tek çiğnemesi gerekmektedir. Fakat dikkat edilirse Türkiye’nin önüne çıkarılan engeller aslında Türkiye’nin bütünü yani tamamını oluşturmaktadır. Yani başka bir söylemle Türkiye Türkiye’nin önüne engel olarak çıkarılmıştır. Türkiye’ye kendi kendisini çiğneme görevi verilmiştir. Bu durumda şu sorulabilir. Türkiye’nin kendisi Türkiye’nin önüne engel olarak çıkarılmışsa engeli aşma görevi kime verilmiştir ya da kimler üstlenmiştir? Bu konu başka bir yazıda uzun tartışılabilir.
Türkiye’nin son yüz yılını uzun uzun yazmaya gerek yok sanırım. Biraz politik olan her insan şu başlıkları iyi bilir; Darbeler, katliamlar, ötekileştirme, sınıfsal çatışma, ekonomik krizler, faili meçhuller, siyasi ve kültürel soykırım, zoraki göç, asimilasyon ve daha fazlası. Sonuç ise ölme ve öldürme dışında her alanda geriye giden bir ülke.
Türkiye’nin son yüz yılı aynı kısır döngüdedir. Gelen tüm iktidarlar engelleri aşamadıkları için birer birer gitmişlerdir. Özal bazı zayıf adımlar atmak istemişse de şaibeli ölümü engellerin uzantısını ve derinliğini göstermektedir. Tüm bunların biraz dışına çıkan AKP olmuştur. Kürt sorunu konusunda farklı davranmayan AKP en azından ülkedeki Müslümanları engel olmaktan çıkarmıştır.
AKP iktidarının ilk on yılında nasıl bir yöntem kullanarak iktidarda kaldığı ve iktidarını sağlamlaştırdığı bir sır değildir. İlk döneminde AB uyum paketi ile yönünü Avrupa’ya çevirmiş ve o dönemde “beka” için tehdit olarak görülen irtica korkusunu azaltmayı bilmiştir. Diğer yandan Oslo görüşmeleri ile Kürt hareketine “sorunu görüyorum” mesajı vererek savaşın nabzını azaltmayı hedeflemiştir. Devlet bürokrasisi ve işleyişi hakkında tecrübesiz olan Erdoğan, Fetullah’ın bürokratlarını köprü olarak kullanmış ve devleti bu sayede tamamen iktidarın emrine amade hale getirmiştir. Ancak bu yöntem ile AKP Türkiye’de yeni bir dönem de başlatmıştır.
AKP iktidarının olumsuzluklarını yazarsak buradan Bağdat’a yol olur. Sur, Nusaybin, Rojava, Kobani, siyasi tutsaklar, grevlerde can veren insanlar, Suruç, Gar… Tüm bunların yanında bir gerçek de var; o da AKP’nin tası tarağı artık topladığıdır. AKP’nin gitmekte olduğu gün gibi aşikardır. Irak, İran, Suriye, ABD ve Rusya’nın desteği ile Türkiye’yi kendi kabuğuna çekilmeye zorluyor. Bunların yanı sıra güneyde büyük bir direnişle karşılaşmış ve hesaplar burada da ters dönmüştür. Yani AKP yirmi yıl öncesine geri gönderilmiştir. AKP ile yeni bir dönem başlatıldı ve şu anda yeni bir döneme geçiş hazırlanıyor.
Bu bağlamda AKP giderken bazı zeminler bırakarak gidiyor. AKP yirmi yıl öncesine döndürülüyor ama tarihin su yüzüne çıkardığı ve artık kabuğuna sığmayan sorunlar var. Bu sorunlar AKP’nin derdiği ama bağlamadığı yaralar gibidir.
Yazını başında Türkiye’nin önüne konulan üç büyük engelden söz etmiştik. Bunlardan biri yöntem farklılıklarıyla da olsa çözüme kavuştu. Dışlanan dindar kesim bu ülkede sadece siyasi olarak değil kültürel olarak da iktidar oldu. Her ne kadar AKP bu konuda hala tatmin olmamışsa da siyasi İslam bu ülkede kültürel ve ekonomik iktidarını oluşturmuştur. Hem de bir daha tehdit altında kalmayacak şekilde palazlanmıştır. Hatta siyasi olarak çok daha güçlüdür. AKP’nin kendisi siyasi İslam adına iktidardır fakat muhalefette de aynı görüşte olduğu irili ufaklı partiler mevcuttur. Örneğin altılı masanın bileşenlerinden CHP dışında tüm partileri ya AKP eskileridir ya da aynı ideolojik zeminden besleniyorlar. Sadece mevcut ekonomik durumdan şikayetçiler. Bu durum Türkiye’nin önündeki İslami engeli fiilen (anayasal bir zemin hala eksik) ortadan kaldırmıştır.
Diğer bir engel olan sol sosyalist sorunu artık fazla sorun olarak görülmüyor. Sovyetlerin yıkılışı sol kesimi bir tehdit olmaktan çıkarmıştır. Sol kesim dinsizlikle suçlanmadığı gibi sol kesimde reformist yöntemlerle demokratik geçişi benimseyenler çoğunlukta. Bu durumda geriye tek sorun kalıyor. O da Kürt sorunu.
Bugün Türkiye’deki tüm ağırlığını koruyan ve gittikçe de ağırlaşan tek sorun Kürt sorunu olarak kalmış. Tüm demokratik geçişlerin ve ilerlemenin önündeki tek büyük “engel” olarak her geçen gün biraz daha büyüyor.
Kürt sorunun nihai çözümünün olacağı yer Meclis olacaktır. Sorunun Meclis’e gelmeden önceki durumu savaşan taraflarca uzun tartışılabilir fakat nihai yer yine Meclis olacaktır. Şu durumda bunun biraz daha yorucu olacağı açıktır. Çünkü gitmeye hazırlanan bir iktidar ve dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir ana muhalefet bileşeni ile bunu tartışmaya açmak gibi ciddi bir sorun var. Normal ve demokratik ülkelerde böylesi ciddi sorunları ana muhalefet gündeme getirir ve çözümü zorlar. Türkiye’deki ana muhalefet hala kendi statüsünü belirleyemediği için bu durum sorunu daha da ağır hale getiriyor. Mevcut durum devlet aklının olmadığı, henüz oluşmadığına işaret eder. Zaten Türkiye siyasi konjonktürü rotasını kaybetmiş durumda. HDP dışında hiçbir parti ne yapacağını ya da neleri isteyeceğini bilmiyor.
Türkiye’de son yirmi yılda olanlar Türkiye’nin tarihini sıfırlamıştır. Yani Türkiye 1921 ile 1924 yılları arasını yaşıyor. Bu dönem tüm çirkin politikaların oynandığı bir dönemdir. Nasıl ki o dönemde İngiltere yön belirlemede ağır taraf olmuşsa, bu dönemde de uluslararası güçler belirleyici olmaya çalışacaktır. Türkiye eğer “kendi göbeğini kendisi kesemezse” yeni yüzyıl çok daha karanlık olacaktır.
Bu noktada ana muhalefetin olmaması ve HDP’nin tek başına yetersizliği iktidara yeni bir seçenek getirecektir. Bu seçenek AKP’nin tek başına bir anayasa yapmaya çalışması olacaktır. AKP seksen yıldır beklediği fırsatı yakalamışken kendisini sağlama almadan (anayasal olarak) gitmeyecektir. Eğer Türkiye halkları ve toplumsal kesimler bu son virajın önemini kavrayamaz ve yeterli örgütlülüğü sağlayamazsa AKP sıfırladığı paradigmanın içini kendi istediği gibi dolduracaktır. AKP’nin nasıl bir anayasa ve yüzyılın zeminini hazırlayacağını ilk okul öğrencisine sorun, o size cevap verecektir…