PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin sürmesi ve Bahçeli’nin açıklamaları, Türkiye’nin Ortadoğu’daki krizlere dair zorlandığını gösteriyor. Uluslararası arenada Kürt sorununun çözümü için yeniden barış tartışmaları yapılırken, en önemli aktör Abdullah Öcalan
Delal Akyüz
Tarihi ihanetler ve krizler arasında Kürtler, yeni bir barış umudunun eşiğinde. Son günlerde siyasette yaşanan manevralar belirsizlikleri beraberinde getiriyor. Kürtler, yüz yıllardır baskı politikaları altında yaşarken, gündemdeki barış tartışmaları 1923’te imzalanan Lozan Anlaşması’nı hatırlatıyor. Kürtlere yönelik dört parçada ne zaman iktidarlar zor durumda kalsa, barış havası oluşturuldu. En son 2013’te “Çözüm Süreci” adı altında bir adım atıldı. Ancak bir yıl geçmeden, MGK toplantısında Kürtlere yönelik yeni bir imha politikası devreye girdi ve eski inkâr politikalarına geri dönüldü.
Barış arayışlarının yeniden gündeme geldiği bu dönemde, Sevr ve Lozan anlaşmalarından çıkarılan dersler ve İran’a yönelik müdahale tartışmaları eşliğinde Kürtlerin geleceğine ışık tutmak önemli. Osmanlı İmparatorluğu döneminde kendi devletlerini kurmayı hedefleyen Kürtler, 1900’lerin başında Osmanlı’nın zayıflamasıyla direniş hatlarını kurmaya başladı. 1. Dünya Savaşı Kürtlerin sesini daha fazla duyurdu. 1916’da gizlice imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı topraklarını İngiliz ve Fransız yönetimi arasında paylaştırırken, Kürtlerin yaşadığı toprakları da etkiledi. Sevr Antlaşması’nın 62 ve 64. maddeleri, Kürtlere bağımsızlık vaat ediyordu. Ancak Türk-Yunan Savaşı’nın ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla bu sözler yerine getirilmedi.
1923’te Lozan Anlaşması ile Türkiye’nin sınırları çizildi ve Kürtler için bağımsızlık ya da özerklik talepleri bu anlaşmada yer bulmadı. 1925’te Şeyh Said’in önderliğinde başlayan isyan, ihanet ve katliamlarla bastırıldı. Daha sonra Ağrı, Dersim ve Zilan’da yaşanan katliamlarla Kürtler sindirilmeye çalışıldı. PKK’nin 1978’de silahlı mücadeleye başlamasıyla Kürt sorunu yeni bir boyuta taşındı. Bu mücadele, Kürtlerin Türkiye’deki kimlik ve hak taleplerini daha geniş kitlelere duyurdu. Suriye’deki iç savaş ise Kürtlere Rojava’da özerk alanlar oluşturma fırsatı sundu. DAİŞ’e karşı verilen mücadele, dünya çapında yankı uyandırdı.
Ortadoğu’da çözümsüzlük devam ederken, savaş, göç ve istikrarsızlık derinleşti. 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla başlayan çatışmalar, bölgedeki dengeyi daha da bozdu. İran’a yönelik müdahale tartışmaları yeniden alevlendi. Türkiye, İran’a olası bir saldırıdan etkilenebilir. PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin sürmesi ve Bahçeli’nin açıklamaları, Türkiye’nin Ortadoğu’daki krizlere dair zorlandığını gösteriyor. Uluslararası arenada Kürt sorununun çözümü için yeniden barış tartışmaları yapılırken, en önemli aktör Abdullah Öcalan. Ortadoğu’da barış isteniyorsa, Öcalan’ın müzakere koşullarının oluşturulması kritik bir adım. Rojava’da uygulanan “Demokratik Ulus” modeli, bu çözümün bir örneği olarak öne çıkıyor.
Son olarak, Türkiye’nin tüm saldırılarına rağmen direniş hattının, başta PKK Lideri Abdullah Öcalan olmak üzere tüm alanlarda yükselmesi, Türkiye’yi adım atmaya zorladı. Devlet Bahçeli, bu anlamda Türkiye’nin sözcülüğünü üstlendi ve son grup toplantısında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın açıklamalarda bulunması çağrısında bulundu. Bu sürece gelinmesi ve Bahçeli’nin bu açıklamaları yapması elbette tesadüf değil. Türkiye, uluslararası güçlerin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme tartışmaları ve sınırların yeniden çizilmesiyle birlikte bu açıklamaları yapmak zorunda kaldı. Silah bırakma çağrısının ise yalnızca bir konuşma ya da çağrıyla gerçekleşmesi mümkün değil.
Bahçeli’nin açıklamasının bir diğer önemli kısmı, 3 yılı aşan mutlak tecridin itirafıydı. “Af” demeyip “umut hakkı” ifadesini kullanmasının gerekçesi, Türkiye’nin içinden geçtiği krizin artık gizlenemeyecek bir boyuta ulaştığının itirafı olarak da görülebilir. Peki, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik, “Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” çağrısı ne kadar gerçekçi? Henüz koşullar oluşmadan, taraflar arasında bir görüşme olmadan yapılan bu açıklama, ancak bir dayatma olarak ya da yüz yıllık devlet aklının imha politikalarının bir devamı olarak okunabilir.
Türkiye’nin hukuk alanında yaşadığı krizlere karşı, özellikle Batılı devletlerin Türkiye’ye yönelik kararlarda adım atılmasını talep ettiği de görülüyor. Son olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AKBK), Umut Hakkı’na ilişkin 19 Eylül’de Türkiye’ye, Umut Hakkı’nın gereğini yerine getirmesi için bir yıl süre verdi. Aksi takdirde Sekretarya’ya bir ara karar taslağı hazırlanması talimatını verdi.
Uluslararası alanda Kürt sorununun çözümü için yeniden barış tartışmaları gündemde. Bu sürecin en önemli aktörü PKK Lideri Abdullah Öcalan’dır. Eğer Ortadoğu’da barış ve huzur isteniyorsa, Öcalan’ın müzakere koşullarının bir an önce oluşturulması en önemli gündem maddesi olmalıdır. Hukuk ve demokrasinin ayaklar altına alındığı bu dönemde, Öcalan’ın “Demokratik Ulus” önerisi sadece Kürtler için değil, tüm Ortadoğu’da etnik ve dinsel çatışmaları sona erdirme amacı taşıyan bir model olarak yaşama geçirilebilir. Bunun canlı bir örneği bugün Rojava’da yaşanıyor. Ortadoğu’da halkların bir arada barış içinde yaşamasının yolu, Öcalan’ın perspektifi ve fiziki özgürlüğü ile tersine çevrilebilir.
Devlet yetkililerinin “ciddiyetle yaklaşılmalı” açıklamalarına rağmen, en önemli şart olan Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne dair henüz somut bir adım atılmadı. Kürtler, bir daha Sevr ya da Lozan’daki gibi bir kandırılma süreci yaşamak istemiyor. Bugün uluslararası alanda güçlü bir etkisi olan Kürtler için barış eli, teslimiyet dayatmasına dönüşmemeli.