Cumhuriyet’in ne hale geldiğinin, çürümenin hangi seviyelerde olduğunun en güçlü kanıtı Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay çatışmasıyla ortalığa döküldü. Raslantı olmadığı çok açıktır. Uzun süredir devam eden Anayasa Mahkemesi gerilimi böylece patlatılarak iktidar gitmek istediği yolu ortaya koymuş oldu. Erdoğan, Yargıtay’ın arkasında dururken Adalet Bakanı da “Bu kriz ancak yeni bir anayasa ile çözülebilir” diyerek olayların hangi yöne gideceği belli oldu. Olanlardan yeni bir anayasanın nasıl bir şey olacağını tahmin etmek zor değildir.
Anayasa Mahkemesi bu ülkede hep var değildi, 27 Mayıs askeri darbesi sonrasında 1962 yılında kuruldu. 27 Mayıs’la birlikte bugün olmayan senato da yeni anayasa ile kurulmuştu. 1961-1980 arası varlığını sürdürdü. Bu üst meclis içinde “tabii senatör” diye isimlendirilen ömür boyu senatörlerin de bulunduğu bir temsil organıydı. 12 Eylül askeri darbesi ile ortadan kaldırıldı. Aslında Kenan Evren yönetimi 27 Mayıs Anayasası’nın tümünü ilga etmişti. Bu tasfiye sırasında Anayasa Mahkemesi’ne dokunulmadı.
Bütün bunlar DP-Menderes yıllarında yaşananlara karşı yaratılmış yeni denge kurumlarıydı. Buna neden gerek duyuldu? Menderes ikinci iktidar döneminde vaat ettiklerinin tersini yapmaya başladı. Hürriyet vaadiyle iktidara gelen DP işi CHP’nin kapatılma noktasına kadar götürdü. Elindeki parlamento çoğunluğu ile hemen her istediğini yapabiliyordu. İnönü ünlü uyarısını bu yıllarda yapmış, “Sizi ben bile kurtaramam” demişti. Ardından 27 Mayıs darbesi geldi. Yeni anayasa hazırlanırken parlamentoda oluşacak bir “çoğunluk” diktasının nasıl engellenebileceği üzerine yeni kurumlar düşünüldü. Bunlardan birisi ikinci meclis yani senato olurken diğeri Anayasa Mahkemesi’ydi. Temel düşünce parlamentoda oluşacak bir çoğunluk diktasına karşı tedbir üretmekti.
Dönüp dolaşıp ülkenin siyasi dengeleri Menderes iktidarının son yıllarına benzer günlere geldi. Erdoğan da “ileri demokrasi”, “hukukun üstünlüğü” gibi hedeflerle yola çıkmıştı, ancak bugünlere gelindi. Saray, başkanlık rejiminin kurumlaşmasından beri ayağına dolaşan her şeyi ortadan kaldırmak için uğraşıp duruyor. Askeri vesayetten çok çeken siyasal İslam şimdi kendi vesayet düzenini kuruyor. Aslında çoktan beri kurulmuştur ancak anayasa mahkemesi gibi bazı önemli engeller temizlenmek isteniyor.
Anayasa krizinin iki yönü vardır. İlki, kırılgan dengelerde duran Saray vitrine Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan’ı yerleştirmesine rağmen ekonomide önemli adımlar atamamıştır. İktidarını sağlam zemine oturtmak için yaklaşan mahalli seçimlerin önemi açıktır. Yoksulların öfkesinin derinlerde biriktiği bir gerçektir. Böyle bir ortamda seçimlere giderken cehenneme dönen yaşam koşullarının acısını bir nebze unutturabilecek bir anayasa kriziyle bu yolu yürümek Saraya avantajlar sağlayabilir.
Diğer yönü ise Saray’ın gerçekten tam bir dikensiz gül bahçesine gereği olmasıdır. Ekonominin orta vadede ayağa kalkma olasılığının bile zayıf olduğu, kurumların çürüdüğü, düzenin her an bir lağım patlamasıyla olayları denetleyemez hale gelmesi güçlü bir olasılık olduğu için “doğru” ve “yanlış” olana kurumlar değil de sadece Saray’ın karar vereceği bir yapıya iktidarın büyük ihtiyacı var. Bu hedefe hangi yollardan gidilerek varılabilir? Ayrıca varılabilir mi? Bu gidişte bir yol kazası da olasılık dahilindedir.
Bu gidiş aynı zamanda halklar ve gittikçe fakirleşen geniş kitleler için de bir sınavdır. Seçimleri tribünlerde sabırla bekleyen büyük yığınlar bunun ilk acı sonucunu aldılar. Muhalefet kendine gelmeden Saray onları acele bir sınavla yeniden sersemletmek için hazırlık yapıyor. Artık örgütlü bir şekilde sahaya inmenin zamanı gelmiştir. En az Saray kadar taktik ustalık ve hız kazanmak gerekiyor.