Lübnanlı yazar bir arkadaş bana şu soruyu yöneltti: “Bugün Türkiye’nin başta Irak ve Suriye olmak üzere Orta Doğu’daki rolü çok önemli, özellikle de çelişki ve çatışmaları tırmandırma, çözümsüzleştirme doğrultusunda. Bu konuda tarih tekerrürden ibaret diyebilir miyiz ? Siz ne düşünüyorsunuz?” Cevabımı okurlarımızla paylaşmak istedim:
Kürtlerle bir barış yapma şansı vardı kaçırıldı. Bölgede büyük güç olmaya oynayanların, önce Kürtleri kazanması gerekmez mi? 1914’te uluslararası baskı sonucu İttihatçılar Ermeni Reformu için bir sözleşme yaptılar. Bir yıl sonra reform değil, nihai çözüm yaşandı. Kürtlerle barışçıl çözüm için masaya oturduktan kısa süre sonra çatışma en had en şiddetli boyuta varabildi.. Bu bana tam da 1914-1915 sarmalını hatırlatıyor. Ermeniler tam artık biraz güvence altındayız ruh halini yaşamaya başladıktan kısa bir süre sonra kendilerini çöl yollarında bulabildiler.
Sonuç olarak, yüzleşilmeyen tarih kendini tekrarlar diyebiliriz. Bu yalnız Türkiye değil bütün Orta Doğu ülkeleri ve Batılı devletler için de geçerli. Var olan durumdan hep birlikte sorumlular. Birinci Dünya Savaşı öncesi duruma dönmüş gibiyiz. 1915 soykırımından da yara alan Yezidiler 21. yüzyılda bir soykırım yaşayabildiler. Şu anda Orta Doğu’daki kadim Hristiyanlık doğmuş olduğu coğrafyadan tamamen kazınmak üzere. Kürtler, Arap, Türk ve Fars milliyetçiğinin ve onun bir uzantısı olan radikal islamın soykırım tehdidi altındalar.
Arap halkı 1916 yılında Osmanlı yönetimine karşı özgürlük için ayaklandı. İngiliz ve Fransız sömürge imparatorlukları ise onları parçalamayı tercih etti. Geri çekilirken de 1915 soykırımından sağ kurtulan Ermeni ve Süryanilerin, Keldanilerin, Nasturilerin kaderi umurlarında bile olmadı. Mesela 1932’de Irak’tan çekilirken en azından Süryani/Keldani/Asuri halkı için özerk bir bölge oluşturabilirlerdi. Bu Kürtler için de geçerli. Filistin’den çekilirken de hiçbir düzenleme yapmadan Araplarla Yahudilere, adeta yiyin birbirinizi diyerek bölgeyi terk ettiler. Hani ne demişler: “Böl ve yönet!”. Hasılı geri çekilseler bile bölgenin kaderinde bir şekilde söz sahibi olabildiler.
İran ve Osmanlı İmparatorluğu arasında bölünmüş olan Kürtlerin 4 parçaya ayrılmasını sağladılar. Sovyet yönetimi de daha 1917 Aralık’ında Batı Ermenistan Ermenilerinin kendi kaderini kendilerinin belirlemesi gerektiğini açıklayan bir hükümet kararnamesi yayınlamışlardı. Orta Doğu’yu masa başında paylaşan gizli Sykes-Picot Anlaşması’nı dünya kamuoyuna açıklamışlardı. Ama daha sonra Ankara ile anlaşmayı tercih ettiler.
Yine de Sovyet Devrimi olmasa bugünkü Türkiye Cumhuriyeti gibi Ermenistan Cumhuriyeti de var olamazdı. Bunu da belirtmek gerek. 2. Dünya Savaşı sonrasında, soykırımdan sağ kurtulanların vatana geri dönme konusunda Sovyetlerden beklentileri gerçekleşmedi. Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri, 1915-16 yılında en şiddetli boyutta yaşanan soykırımı “insanlığa karşı bir suç” olarak tanımlamıştılar, ama 1919 yılında tutuklanıp Malta’ya konulan bazı İttihat Terakki sorumlularını yargılamak yerine serbest bırakmayı tercih ettiler. Ve bu kişiler kıyım ve etnik arındırma programlarını cumhuriyet tarihi boyunca sürdürebildiler. İslamı kendi politik amaçları için kullandılar. Bir yandan da modernist ve laik olduklarını iddia ediyorlardı. Kullandıkları siyasal islam şimdi iktidarda.
“Yeni Türkiye” Abdülhamit’in İslamist politikalarına geri döndü açıkça. 1896 Ermeni kıyımlarının sorumlusu Kızıl Sultan şimdi bir kahraman! Kendi politikalarını “Yeni Osmanlılık” diye açıkça ifade ediyorlar. Bu da bölgesel bir güç olma ihtirasınının bir sonucu. Müslüman Kardeşler’le bağı olan “Yeni Türkiye”, RTE öncülüğünde bir çeşit Sunni İslam Enternasyonali oluşturmayı amaçlıyordu. Filistin’in değil, hep ideolojik olarak yakın oldukları Hamas’ı desteklediler.
2023 yılında Sünni İslam Cumhuriyeti’ni kurmak ütopyaları. Suriye bunun son zaferi olacaktı. Şam’da namaz kılacaklardı. Ama bu proje, ABD’nin ilk başta Mısır’da destek verdikleri Müslüman Kardeşleri yalnız bırakması, Suriye’nin çetin ceviz çıkması sonucu çöktü. Beklentileri Suriye’den sonra ABD ile İran’a dalmaktı. İslamın birliği hayalini unutup birbirlerini yemeye başladılar şimdi. Bir yanda Katar, Türkiye, öte yanda Suudi Arabistan. Siyasal İslamın öncüsü ve baş finansörlerinden biri olan Suudilerin RTE’nin ihtiraslarına kapı aralaması beklenemezdi. Zaten Müslüman Kardeşleri kendi egemenlikleri için tehdit olarak görüyorlar. Hele Osmanlının 19. yy başlarında Suudilerin isyanını kanla bastırdığı hatırlanacak olursa.
Suudiler Osmanlıdan kalma kültür mirasını yerle bir etti. Yakında Topkapı Sarayı’ndaki ve Hırka-i Şerif Camii’ndeki kutsal emanetleri geri bile isteyebilirler. Zaten Arap Emirlikleri bu talebi dillendirdi bile. Suudiler eski Osmanlı Balkan coğrafyasında on küsür yıldır hızlı bir misyonerlik faaliyeti yürütüyor. Bektaşi tekkelerine el konulup, buradan selefiliğin yaygınlaşması için faaliyet sürdürülüyor.