Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde vahşete karşı direnişin tanıkları dünü ve bugünü kıyasladı: Yüzler farklı zihniyet aynı
Fethi Balaman – Fahrettin Kılıç/Diyarbakır-MA
Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi, 12 Eylül 1980 darbesi ile vahşeti ile tarihe geçti. 5 Nolu bir de Kemal Pir’in “Biz yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyoruz” sözleri ile tarihe ve belleklere kazındı. Ülkede giderek yükselen devrimci dinamikleri ezmek için cezaevinde kurulan işkence tezgahlarında farklı siyasi görüşten yüzlerce tutuklu Filistin askısından dışkı yedirilmeye, cezaevinin iç güvenlik amiri Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın “Co” isimli köpeğinin saldırısına uğramaya varan vahşete maruz kaldı. 5 Nolu, bu yaşananlarla dünyada vahşetin kol gezdiği en kötü şöhrete sahip 10 cezaevi arasına girdi. Politik tutukluların işkenceyle teslim alınmasının amaçlandığı bu vahşete karşı direnişin fitilini tutuşturan ilk isim, 21 Mart 1982’de bedenini Newroz ateşine dönüştüren Mazlum Doğan oldu. O’nu aynı yılın 18 Mayıs’ında “Dörtler” Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner izledi.
14 Temmuz günü çıkarıldıkları mahkeme salonunda Mehmet Hayri Durmuş, direnişi bir adım ileriye taşıyarak ölüm orucuna başladığını duyurdu. Eylemin daha ilk anda tedirgin ettiği duruşma hakimi; “Gel vazgeç bu işten Hayri, sorunlarınızla ilgileniriz” dese de, o kararlılığını “Hayır! Artık ok yaydan fırlamıştır. Nasıl ki, oku geri getirmek mümkün değilse, benim de geriye dönüş yapmam mümkün değildir” sözleriyle gösterecekti. “Mezar taşıma borçlu yazın” diyen Hayri Durmuş, başlattığı eyleme katılan Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz ile yaşamını yitirdi. Fakat bu Kürtlerin tarihinde bir dönüm noktasına dönüştü. 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL döneminden bugüne dek başvurulan politikalar ve yaşananlarla Türkiye, toplumun geniş bir kesimine göre adeta Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’ne dönmüş durumda. Bugünü 5 Nolu ile özdeşleşmesine sebep olan en çarpıcı olaylardan biri ise, yerine kayyum atanarak görevinden alınan Van’ın Edremit ilçesinin HDP’li Belediye Eşbaşkanı Sevil Rojbin Çetin’in, 26 Haziran’da Diyarbakır’daki evine yapılan polis baskının köpekli işkenceye maruz kalması olayı oldu.
Diyarbakır 5 Nolu’da kalıp, vahşete tanıklık eden Mehdi Aslan, Arif Turgay ve Gani Alkan, ülkenin dünü ve bugününü kıyasladı. Mehdi Aslan, 1979’da Hayri Durmuş ile birlikte gözaltına alındı. 8 yıllık cezaevi sürecinin kitap ve filmlere sığmayacak kadar büyük olduğunu dile getiren Aslan, ölüm orucunun getirdiği kazanımların zincirleme bir şekilde bugünlere kadar geldiğini ifade etti.
Aslan, birlikte geçirdiği zamanı anımsayıp, Hayri Durmuş’u şu sözlerle anlattı: “Bir bilim insanı, bir devrimci, bir doktor yani ne desen Hayri’de vardı. Onunla ancak gözaltı sürecinde sohbet etme imkanımız oldu. Cezaevinde zaten birbirimize bakmamıza dahi izin verilmiyordu. Hayri, Kürt halkının özgürlüğü için canını feda etmekten çekinmeyen bir kişiliğe sahipti. Aynı şekilde Kemal, Akif ve Ali de.” O dönem ile bugünkü koşulları karşılaştıran Aslan, içerisinde olunan bu dönemin daha da kötü olduğunu ifade etti. Aslan, 12 Eylül döneminde gibi kaba işkencenin yanına bugün tekniki saldırıların da eklendiğini kaydetti.
Söylem ve pratik birleşecek
12 Eylül’de “örgüt üyesi” iddiasıyla kendisine verilen 24 yıllık cezanın onanmadan zamanaşımından düşürüldüğünü belirten Aslan, “Şimdi en ufak bir şeyde hemen örgüt üyesi iddiasıyla onlarca yıl ceza verilerek cezaevine gönderiliyor. O dönemin hukukunu aratan bir hukuk ile karşı karşıyayız. Gittiğimiz cenazeler, taziyeler, eşbaşkanlık döneminde yaptığımız çalışmalar suç delili olarak önümüze çıkıyor. Mahkemelerde bizi dinlemiyorlar bile. O dönem en azından bizi dinliyorlardı. Bu sadece hukuki boyuttu. Eskiden bir Esat Oktay ve köpeği Co vardı, şimdilerde yüzlercesi var. Ve hepsi neredeyse her gün toplumun üzerine salıveriliyor.” O dönem yaşatılan vahşete karşı gösterilen direnişin tanığı olan çocukların, şimdilerde de direnmeye devam ettiğini söyleyen Aslan, “Yapılan her vahşet, yeni bir direniş gerekçesi olmuştur. Yeni nesil özgürlüğün tadını aldı. Söylem ile pratiğin birleşeceği bir döneme giriyoruz” dedi.
Değişen bir şey yok
Arif Turgay, 1982-1988 arasında tutuklu kaldı. İşkence izlerinin çıkarıldıkları duruşma salonlarında görülmemesi için cezaevi ile mahkeme salonu arasında bulunan İstikam Taburu’nda bir aydan fazla yaralarının iyileşmesi için bekletildiklerini anlatan Turgay, bu vahşete karşı ortaya konulan direnişlerin cezaevlerinde var olan durumu ortadan kaldırdığını belirtti. O günden bugüne ülkeye hakim olan zihniyetin çok değişmediğini söyleyen Turgay, “O dönem ki mahkemeler kendi iradeleri ile karar verebiliyorlardı, şimdi ise tek bir yerden verilen karar var. O dönemi aratan bir durum ile karşı karşıyayız. Şimdiki mahkemeler bir kişinin ağzına bakıyor” dedi.
Köpekli saldırılara işaret eden Turgay, “O zamanın baskı ve zulüm politikaları, bugün ‘modern’ bir şekilde karşımıza çıkıyor. Şimdilerde kullandıkları teknikler de farklı. En büyük tekniki saldırıları da psikolojik saldırıdır. O dönemde köpekli saldırı vardı. Esat’ın Co’su şimdi de ev baskınlarında köpekli saldırılarla gerçekleştiriliyor. Hakaret ve işkence de var tabi. Dışarda başlayan işkence cezaevlerinde devam ettiriliyor. Pandemi tehlikesi ile baş başa bırakılan, yani ölüme terk edilen onbinlerce siyasi tutsak var” dedi. Turgay, ancak her zulüm karşısında direnişlerin yaşanmaya devam ettiğinin söyledi.
Kürtler için suyun akışı değişti
Hayri Durmuş, Kürt halkı için suyun akışını değiştiren ölüm orucu eylemini şu sözlerle açıkladı: “12 Eylül darbesinde geliştirilen askerileştirme politikası, tamamen kişiliksizleştirme ve ihanet ettirme politikasıdır. Biz burada düşüncelerimizi savunalım diye bugüne kadar bekledik. Ama ne yazık ki, artık bu da elimizden alınıyor. İhanet önümüze konuluyor. Zaten Mazlum ile Ferhatlar bunu protesto etmek için yaşamlarına son verdiler. Bizim de artık yaşamamızın ve yargılanmamızın hiçbir anlamı yoktur. Bunun için ölüm orucuna giriyorum. Bu mahkeme salonunda bizim şahsımızda bir halk yargılanıyor. Her türlü saldırıyla bir halk yok edilmek isteniyor. Bize yönelik uygulanan bu politikayı değiştiremeyeceğinize inanıyorum. Çünkü sizi aşan bir politikadır. Bu sorun yalnız benim sorunum değildir. Bir halkın sorunudur. Bu mahkemeye son gelişimdir. Bundan sonra gelmeyeceğim.
Yüzlerce Esat Oktay ve Co var
Gani Alkan, 5 Nolu’da 8 yıl kaldı. Alkan, kaldıkları cezaevinin özel bir statüye tabi tutulduğunu ve bu statüye göre uygulamaların olduğunu dile getirdi. Cezaevi idaresinin Kemal Yarmak, Esat Oktay Yıldıran ve onlara bağlı özel ekiplerden oluştuğunu hatırlatan Alkan, saldırıların asıl amacının tutukluların onurunu kırmaya dönük olduğunu ifade etti. Alkan, cezaevindeki işkencelere karşı gösterilen direnişin, örgütlü bir şekilde alınan ölüm orucu kararı ile yeni bir karşı duruşun ortaya konulduğunu söyledi.
Alkan, verilen bu direnişin taşıdığı anlamı ise, şu sözlerle dile getirdi: “Mehmet Hayri, Kemal Pir, Ali Çiçek, Mazlum Doğan, Akif Yılmaz ve diğer arkadaşlar büyük bir sorumluluk bilinciyle yaklaştı. Dört duvar arasında seslerimizin boğuk kalmaması için, seslerimizin dışarıya yansıması ve mücadelenin büyütülmesi için hep çaba içinde oldular. Bu çığlığın, mücadelenin dışarıya yansıması için de siyasi savunma yapılmasına karar verildi. Savunmalarla içerdeki direniş dışarıya yansıtılabilirdi. Teslimiyete karşı direnişi örgütlemek anlayışıyla 14 Temmuz’daki direnişe hazırlıklar yapıldı. Bu arkadaşlar o sorumluluğun anlayışı içinde oldular hep. Yapılması gerekeni çok iyi biliyordu. Kemaller, Hayriler, Aliler, hiç kimsenin birbirinden haberdar olunamayacağı, insani ilişkilerin bile kesik olduğu bir alanda büyük bir direnişi tüm cezaevine yayarak ve yüz yılları aşan bir direniş ortaya koydular.”
Alkan, ölüm orucuna yatanların gösterdiği direniş sayesinde cezaevindeki zulmün seyrinin önüne geçildiğini, binlerce insanın yaşamının kurtarıldığını söyledi. Ölüm orucunda yaşamını yitirenlerin, yaşatmak için bedenlerini ölüme yatırdıklarını kaydeden Alkan, Kemal Pir’in “Biz yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyoruz” sözünün direnişin simgesi haline geldiğine işaret etti. Alkan, şu anki AKP zihniyetiyle o günkü zihniyet arasında hiçbir farkın bulunmadığını söyledi. Birçok alanda yaşanan baskıya paralel olarak cezaevlerine yönelik bir baskı süreci başlatıldığını kaydeden Alkan, “O dönemi zihniyeti, şimdilerde hem cezaevinde hem yönetimde hem de yasalarda varlığını koruyor. Değişen tek şey var, o da yüzlerdir. Daha geçen gün yapılan bir ev baskınında ‘Ya sev ya terk et’ baskısı yapıldı. Onun dışında Sevil Rojbin Çetin’e yönelik köpekli saldırı oldu. Tüm bunlar o dönemin eserleri, herkes bunun farkında. Esat ve Co’lar eskiden birken, bugün yüzlerce oldu” dedi.