Eve dönüşte köşedeki fırından gelen ekmek kokusu beni çeker, fırına girer ve iki ekmek satın alırım. Fırından yeni çıkmış ekmeklerin parmaklarıma yaydığı ısı ve yaşama gücü veren kokusu tat alma duyumu hızla harekete geçirir. Ekmeği ucundan kırar, bir parçasını ağzıma atarım, hissettiğim mutluluk yüzüme gülümseme olarak yayılır. Anlarım ki insan çocuksu bir varlıktır ve hayat güzeldir.
Fırından gülümseyerek çıkan benim yüzüm, “askıdaki ekmeği” alan Başka yüz ile karşılaşır. Bu başka yüz, bedenleşmiş, yaşayan bir varlıktır. Öteki yüzün ekmek gereksinimi elle tutulur bir şeydir. Benzer duygularla fırına yöneldik, farkımız ekmeğin bedelini ödeyebilme gücünden ileri geliyor, ekmeğin metalaştırılmasından. Başka olanla yüz yüzeliğim ona olan sorumluluğumu anımsatıyor. Ekmeği paylaşma sorumluluğumu! Bu benim tekil sorumluluğum!
Askıdaki ekmek kampanyasını iktidarın küçük ortağı MHP başlattı. Haliyle şaşırdık! Salgınla mücadelede halktan bağış topladıkları gibi, şimdi de iktidarın küçük ortağı yurttaşlara yoksulla ekmeğini paylaşması çağrısında bulunuyor. Sanki savaştayız, kıtlıktayız, sanki doğal bir felaketle karşı karşıyayız ve hazinenin içi boşalmış! Gerçekte tüm bunların içindeyiz de halka “birbirinize yardım edin” mi deniliyor? Üstelik bu çağrı Saray’ın günlük harcamalarının 10 milyon TL’na çıktığı bir ülkede yapılıyor. Saray’a yakın bir şirkete bir kalemde 10 milyar TL’lik ihale sunan ve aynı şirketten 9 buçuk milyar TL vergi borcunu almayacağını açıklayan bir siyasal iktidarın küçük ortağı yapıyor, “hayırseverce dayanışma” çağrısını. Yoksul mümine böyle zamanlarda sabır dilerken yeni torba yasalarla zenginlere yeni vergi istisnaları, muafiyetleri getiriyor, kara parayı aklamaları için yeni bir varlık barışı çıkartıyor, işgücünü gençleştirme adına 25 yaş üstü çalışanları tasfiye etmeye hazırlanıyor. Küçük ortağı da “askıdaki ekmekle idare et” diyor.
Görünen o ki AKP-MHP iktidar bloğu politika üretemiyor. Ekonomik kriz, devletin mali krizini derinleştiriyor. Biliyor ki işsizlik had safhada, bu soruna derinleşen yoksulluk eşlik ediyor. Elektrik, gaz, su, gıda fiyatları hızla artıyor, kiralar yükseliyor, yurttaşın üzerindeki vergi yükü iyice artıyor, yurttaşların bankalara olan borçları katlanıyor. Bahçeli ise “Fırından iki ekmek al, üç öde, bir ekmeği askıya bırak” diyor.
Devlet Bahçeli’nin bildiğimiz iki yüzü var: Birisi iktidardaki, diğeri ise muhalefetteki yüzü. ‘İktidardaki yüzün’ iktisadi gücü, ancak ‘askıda ekmek’ kampanyasını başlatabiliyor. Belli ki devlet bütçesi yoksul yurttaşlara birkaç ekmek vermeyi bile kaldıramayacak düzeyde! ‘Muhalefetteki Bahçeli’ de “zam seli”ni AKP’nin “şamarı”, AKP’nin “eziyeti” olarak anlatıyordu, Şubat 2015’te. “Emekli ekmek bulamazken 17-25 Erdoğan kendisine… bir saray yaptırmıştır”… diyor ve halkı uyarıyordu: “Ne acıdır ki Türk milleti iflah olmaz bir despot ile yasa ve Anayasa tanımaz bir şahsiyetle yüz yüze kalmıştır” (1). Şimdi iki yüz de askıda bir yaşam öğütlüyor Türkiye’ye.
Üç olumlu kavram, ekmek, dil ve cesaret! Ne var ki çorak Türkiye siyaseti, bu kavramların işaret ettiği gerçekliği askıya alıyor. Politik çözümsüzlüğün sınırına yaklaşan iktidarlar önce insan haklarını askıya alıyorlar; sonra da insanların cesaretlerini. Askıya almak, “altı boşalıp desteği kalmamış olan yapıyı dikmelerle destekleyerek yıkılmaktan kurtarmak” demek! Yani anlatılan AKP-MHP iktidar bloğunun Türkiye hikâyesi: askıdaki ekmek, askıdaki dil, askıdaki cesaret!
Peki bir dilin, Kürtçe’nin askıya alınması ne anlama gelir? Nobel ödüllü Dario Fo’nun ünlü eseri “Yüzsüz: Klakson, Borazanlar ve Bırtlar” Kürtçe gösterime girince İstanbul Valiliği tarafından “terör örgütü propagandası” yaptığı gerekçesiyle yasaklandı. 21. yüzyılda, milyonlarca insanın konuştuğu bir dil olan Kürtçe hangi gerekçelerle ‘yasak dil’ haline gelebilir? Kürtçe’yi yasaklamak Kürt bedenleşmesini, varoluşunu yasaklamak değil midir? Böylece iktidarın konuşma, hatta düşünmeyi askıya aldığı Türkiye’de, bilim ve siyasete ek olarak sanat da askıya alındı.
Görünen o ki iktidarın gözü, ister bilim, ister sanat, isterse siyaset formunda olsun Başka yüzleri görmüyor. Korkuyla gördüğü şey, kendisinden farklı olan, karşı olan, yanında durmayan her şey! AKP-MHP iktidarının İslamcı-Türkçü erkek egemen yüzü, birbirine artarak benzerken Başkasını tanımıyor. İktidar bloğunun savaşı, kendi varlığını ve iktidarını sürdürme arzusuyla başkayı varlıktan dışlıyor. İktidara göre varlıktan dışlanan herkes “terör propagandası yapar”, kısaca “terörist-oluş”a yakındır.
Tüm farklılıklarıyla demokrasi isteyenlerin düşmemesi gereken tuzak tam da buradadır. Demokratik siyaset kendini Başka olana, bilinenin dışında kalana, diğer, ayrı, farklı olana açandır, en geniş demokratik siyasal alan buradan inşa edilir. Bu nedenle demokratik bir cumhuriyet için cesareti askıdan indirip üzerimize giyerek Başka olanla buluşmak üzere yola çıkmak gerekir.
Dipnot:
(1) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/bahceli-turk-milleti-yasa-tanimaz-bir-despotla-yuz-yuzedir-205137, 17.10.2020.