M. ŞEHMUS GÜZEL
Evet maalesef Yusuf da gitti. Mekânı sıcak, rahat, ışıklı olsun! Belki bilir belki bilmezsiniz rahmetli kitap okumaya da çok meraklıydı. Haki renge bayılırdı. Parkası ve pantolonu bilhassa haki renkteydi. Çok çabuk sinirlenebilir, kısa süre sonra bilge Yusuf bıyık altı tebessümüyle çıka gelirdi. Yusuf’un anlatılacak birçok yönü var.
İşte aklımdaki görüntülerinden biri: Parkalı Yusuf, parkasının her cebinde en az iki devrimci kitap. Felsefeye fena halde tutkun. Sinemaya da. Özellikle Fransız filmlerine. Alain Delon’lu ve Jean-Paul Belmondo’lu olanları kaçırmaz.
İkinci görüntü: Birinci sınıfa yeni girmiş gençlere propagandaya hazır, koridorlarda veya kantinde volta atan Yusuf. İlk merhabadan sonra Lenin’den başlayabilirdi: Örneğin “Ne yapmalı?”dan. Sıkı teşkilatçıydı. Safları sıklaştırmakta birinciydi. Hakiki, samimi, etkileyiciydi. İnandığını anlatıyor ve ikna ediyordu.
Üçüncü görüntü: Kantinde dipte bir yerde, kalorifere yapışmış ısınan ve okuyan Yusuf. Teşkilata alınacak yenileri/civcivleri burada dinler, onlara burada tavsiyelerde bulunurdu. Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) “Yurdunu” bilenler bilir: Berber Turgut, Terzi Zeki, Ayakkabıcı “Gülüm” Ahmet’in dükkanlarına bitişik duvarın dibinde. Sıcak, sakin ve rahat bir köşe. Yusuf’un bürosu sanki. Sanki Balıkesir’den bir manzara. Kimi zaman Hüseyin ile iddialı masa tenisi bile oynanan mekan.
Dördüncü görüntü: Hapishaneden yeni çıkmış Cebeci’ye kadar gelmiş, Kebabçıda etli pide yiyen Yusuf. Sanki hiçbir şey olmamış, sanki hapis bile yatılmamış, sanki 1964-1965 ders yılının imtihan günlerinden birinde “yazılıdan” sonra yemeğe gelmişiz. Ah Cebeci, ah “Çığır Lokantası”, ah Orhan! Diliniz açılsa da bir konuşabilseniz. Aradan geçen 40 yıla yakın zaman sonra Yusuf’un o gün anlattıkları da aklımda. Yusuf unutulmamalı.
1990’larda İsveç’e uğrayan ve Yusuf’u ziyaret ettikten sonra Paris’e beni görmeye gelen yayıncılarımdan biri Yusuf’tan selam ve adres ve o yılın 1 Mayıs gösterisinde çekilmiş fotoğraflarını getirince Yusuf’la mektuplaşmaya başladık.
Yusuf ille bir yaz tatilinde İsveç’e gelmemi ve otomobili alıp birlikte bu şirin ve sarışınlarıyla uluslararası boyutta tanınan ülkenin kuzeyini bir ay boyunca gezmemizi öneriyordu: Köy köy, kasaba kasaba… Bu arzumuzu değişik özel ve mesleki nedenlerle bir türlü gerçekleştiremedik. Bakın buna çok üzülüyorum. Yusuf’un epey orijinal, uzunlamasına kartlarını ise bulunca sizinle paylaşmak isterim. Yazıyordu Yusuf. Durmadan. www.sinbad.nu isimli sitesi bunun ispatıdır. Kitapları da. Yusuf’u unutmuyoruz.
Yusuf’la ortak paydamız Mülkiye’dir. SBF’dir. Gençliğimizdir. Bunu benden daha iyi bilen ortak bir dostumuz var: Bu Melih Aşık’tır. Ve şimdi tam da Melih’e başvurmanın zamanıdır. Bugünkü, 30 Aralık 2021 tarihli, Milliyet’teki “Yusuf Küpeli” başlıklı yazısından bir alıntı yapıyorum:
Gençlik ve arkadaşlık kokan “Anılardan birkaç hüzünlü sayfa koptu, düştü önümüze…
Yusuf’la Mülkiye’nin birinci sınıfını birlikte okuduk. Bir süre (daha sonra büyükelçi olacak) Daryal Batıbay, Yusuf ve ben yurdun aynı odasını da paylaştık. Saf, iyi niyetli, sevecen bir arkadaştı. Ancak özellikle haksızlık karşısında çabuk öfkelenir, adeta kendini kaybederdi. Bir başka sınıf arkadaşımız olan Mahir Çayan’a takıldı. Giderek sol eylemlerde görülür oldu. Yollarımız ayrıldı.
Yusuf’la bir akşam tiyatroya gidelim dedik. Ulus’ta Küçük Tiyatro’da Gogol’ün Palto adlı oyununu izledik. Çıkışta oyunu nasıl bulduğumu sordu. Sıkıcı buldum, dedim. Birden kızdı:
– Sen hiç paltosuz kış geçirdin mi? diye sordu. (…) Çok uzun anlatmadı ama… Anladım ki o (Yusuf) paltosuz kışlar geçirmiş, soğuk havalarda bir paltonun özlemini çekmişti.
Yazın evine gittim. (İstanbul) Kartal’da demiryolunun yanında büyücek bir kümes diyebileceğimiz bir kulübede yaşıyorlardı. Tek varlığı yaşlı annesiydi. Kadıncağız belli ki Harp Okulu’na giden oğlunun teğmen çıkacağı, böylece birlikte rahata kavuşacakları günleri bekliyordu. Ne var ki Talat Aydemir olayı patlak vermiş, Harp Okulu öğrencileri istemeden olayların içine yuvarlanmış, subay çıkmalarına 10 gün kala kendilerini kapının dışında bulmuşlardı.
Genelkurmay onlara merhametli davranmış, istedikleri üniversiteye girmelerine olanak sağlamıştı. Yusuf bir yıl ODTÜ’de okumuş sonra Mülkiye’ye gelmişti. Yıl 1964-65 idi. Öğrenci olayları tırmanıyordu. Güçlü kuvvetli bedeniyle, haksızlığa tahammül edemeyen kişiliğiyle sol mücadele içinde buldu kendini. (…)»
Yusuf teşkilatçılığını, örgütleyiciliğini kısa zamanda herkese ispat etti. O günlerde Ege Bölgesi’nde kasaba kasaba, köy köy devrimci ve köylülerle dayanışma amaçlı mitinglerin düzenlenmesinde belirleyici bir rol oynadı. 18 Şubat 1969’da Türk Sol’unda bizzat kaleme aldığı «Köylü Gençlik omuz omuza» başlıklı makalesinde şunları yazdı:
«Fikir Kulüpleri Federasyonu olarak Ege’de yüzden fazla köy gezip, Akhisar ve Ödemiş’te toplam olarak 10 binden fazla köylünün katıldığı iki büyük miting tertipledik.
Ayrıca Anayasa’nın verdiği hakka dayanarak, Atalan ve Göllüce köylerinde ağaların gasp ettiği 22 bin dönüm kadar araziyi, açlıkla karşı karşıya kaldıkları için süren 1500 köylü ile ilişkiler kurup, haklı ekmek kavgalarını sonuna dek yürekten desteklediğimizi bildirdik. (…)
(Köylüler) Bu kavganın kendi kavgaları olduğunu söylediler. Bizleri evlerinde yatırıp, fakir sofralarına büyük bir cömertlikle buyur ettiler. Ayrılırken birbirlerine kuvvetle sarılan eller, gövdeleri sıkan güçlü kollar, ortak isyanın coşkusunu, sevgilerin en derinini yürekten yüreğe taşıyorlardı.
10 Şubat 1969: Ödemiş çevresinde ise, 50 binden fazla köy dolaştık. Oralarda da aynı şekilde karşılandık. Köylünün, tüccar kontrolündeki gazetelerin hakkımızda yazdığı yalanlara inanmadığını gördük. Köylü, yayın organlarının sermaye çevrelerinin elinde olduğunu, kendisine karşı çalıştığını anlamış, onlara bakmıyor, yaşadığı sert hayatın kendisine öğrettiklerine göre tavır takınıyordu. Oralardan da aynı sevgi dolu kucaklaşmalarla ayrıldık.
(Köylüler) Söz verdikleri gibi Ödemiş futbol sahasını erkenden doldurmuşlardı. Beş bin civarındaydılar. İktidar yine zorluklar çıkartmış, hükümet meydanında miting yapmamızı engellemişti. Bu kez hazırlıklı gelmiştik. Hoparlörümüzü pille çalıştırıyorduk.»
Mitingde birkaç nutuktan sonra sıra Yusuf’a geliyor:
İşte yazdıkları: «Son konuşmayı da ben yaptım. Öz olarak, Amerikan kumpanyaları ile ortaklaşa çalışan 90 tane tefeci tüccara karşı 2.5 milyon zürranın (tarımla uğraşanlar, çiftçiler) yapay olarak yaratılmış eski parti kavgalarını bir yana atarak birleşmesi gerektiğini, bu birliğin tüccarlara korkulu rüyalar gördürdüğünü, birleşip, sömürücü Amerika ile birlikte bu parazitleri kovarak kendi kanunlarımızı kendimiz çıkartmaya, kendi malımızı kendimizi ihraç etmeye başladığımız an, kesin olarak kurtulacağımızı anlatmaya çalıştım.
Otobüsleri beklerken, köylülerle sohbet edip, fotoğraflar çektirdik. Tekrar geleceğimizi, bundan sonra bu kavgayı kendilerinin yürüteceğini söyleyip ayrıldık. Atalan’dan geçerken köylüler otobüsümüzü durdurup, bizleri kahveye çağırdılar. Daha önce ilişkilerimiz olduğu için birçoğumuzu tanıyorlardı. (…)
(Atalan’da) Ağa bu yıl buğday ekince iş çığırından çıkmış. Tek bir köylüye bile iş vermeden, getirmiş traktörü bitirmiş işini. Adamların ölülerini gömecek toprakları bile yok. Başka hiçbir yerde de iş yok. Artık toprak, ölüm kalım meselesi haline gelmiş. Onlar da Anayasa’nın verdiği hakka dayanarak sürüp, toprak reformunu kendi kendilerine yapmışlar. (…)
Tam bir birlik halinde olduklarını, muhtarın, kendilerini satması için teklif edilen 200 bin lirayı reddettiğini söylediler arkadan da. Şimdi de aralarında paylaşıp parselledikleri arazilerden bir kısmının işgalini başlangıçta meşru sayıp, diğerlerini saymayarak onları bölüp zayıflatmaya çalıştıklarını, ama bu oyuna gelmeyeceklerini anlattılar. (…) Göllüce köylüleri ise, parsellememişler bile araziyi. Ortak ekip, kazandıklarını paylaşmaya kararlılar.
Atalan’lılar da parsellediklerine pişmanlar şimdi. “Keşke bizler de onlar gibi yapsaydık, birlik daha iyi sağlanırdı” diyorlar. Ama ne olursa olsun, kanlarının son damlasına kadar hakları olan toprakları korumaya hazır olduklarını söylüyorlar.
Gençlik olarak bizlere sonuna dek güvendiklerini, bu haklı ekmek kavgalarında, yanlarında olmamızı istediklerini, sahtekâr yayın organlarının söylediklerine aldırış etmediklerini tekrarlayıp duruyorlardı. Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) üyeleri olarak, Ege’de yaptıklarımız ve gördüklerimiz bunlar. Tekrar söylüyoruz ki, emekçi halkımızın nerede olursa olsun verdiği haklı ekmek kavgasının daima yanında olacağız!»
Yusuf Küpeli makalesini «Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) Başkanı» olarak imzalıyor. Toprak ağalarını ve egemenleri korkutan da mutlaka buydu: Gençlerin üniversitelerin duvarlarını, büyük kentleri ve bu kentlerin eteklerini aşıp devrimciliği, devrimci fikirleri ve devrimci mücadeleyi tarlalara, çiftliklere, köylere ve kasabalara getirmeleri.
Yusuf’u unutmamalıyız. Melih’in yazdığı gibi, bugün vakit «Talihsiz arkadaşımızı artık sonsuzluğa uğurlamanın vakti…» Anıları, örgütleyici kişiliğinden kalanlar ve öfkesi bizimle. Yusuf ve Yusufçuk, Yusuf ve Yusuflar unutulmayacak.