Sayısız kez dışlanmış asi bir entelektüel, Cezayirli filozof Derrida konuşur: “Bizler sadece bizden kanunun istediğini yapıyorsak gerçekten de adil sayılmayız. Adalet yasayı aşar; bizden talep ettiği şey bir dizi kurala uymaktan fazlasıdır. Adalet sınırları olmayan, dolayısıyla aşkın ve hesaplanamaz olan bir sorumluluk anlayışına çağırır.”
Evet, adalet yasa üstüdür, yasadan daha eskidir; inşa halinde, tamamlanmamış bir hikayedir. Kürtler ve dostları yasaya dahil edilmeyen adalet için sayısız kez yürüdüler, yine yürüyorlar. Yürüyüş, her şeyden önce Derrida’nın yukarıda işaret ettiği gibi adalet arayışının belirlemiş olduğu sorumluluğu üstlenme beyanıdır.
Aslında dünyanın güneyi, doğusu ve yakın doğusu (Ortadoğu) büyük eşitsizliklerin merkezi haline geldiğinden beri buradaki yürüyüşler sanki bin yıldır sürüyormuş gibi geliyor insana. Bu kederli coğrafyalarda eziyet, zahmet, işkence, insandışılaştırma ve insanı dehşete düşüren birçok vahşet pratiği olduğu sürece insanlar yürümeyi sürdüreceklerdir.
Yürüyüşler en meşru ve en demokratik hakların başında gelmesine rağmen birçok ülkede yasa ile sınırlandırılmıştır. Oysa yürüyüş de adalet gibi yasa üstüdür aslında; şiddet içermeyen doğal ve evrensel bir haktır. Fakat yasalar her dönemde bu hakları daraltarak yürüyüş özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikte hazırlanmıştır.
Yürüyüşleri anlamlı kılan özneler ve bağlamdır. İnsanlar durup dururken yürüyebilirler, ancak toplu yürüdükleri zamanlarda ortak bir talebi dillendirmek ve kamuoyuna seslerini duyurmak isterler.
Bu tür yürüyüşlerin belirlenmiş bir güzergahı, menzili ve yolcusu vardır. Kürtler uzun zamandan beri durmadan bu tür yürüyüşlere öncülük yapmaktadır. (Çok geriye gitmeden) Bedirxanilerden Şex Ubeydullah’a, Şêx Seid’lerden Seyîd Rıza’lara, 49’lardan 5 Nolu’ya, Şengal’den Amed’e, Kobanê’den Paris’e süren bu yürüyüşlerin nedeni nedir, ne ister Kürtler, nereye yürürler, niye durmazlar, yolda olmak bir kader mi yoksa kesintisiz zulme ve çoklu sömürüye karşı kesintisiz direniş ve özgürlük arayışı mı?
Kürtlerin yürüyüşleri politiktir elbette. Doksanlar, dün gibi hafızalarımızdaki yerini koruyor. Her gün bir kentin sokaklarında dilini, kimliğini, tarihini ve özgürlüğünü arayan yüzlerce Kürt, tüm insani hakları askıya alınarak katledildiler. Cizre ve Nusaybin Newrozları başta olmak üzere Wedat Aydın’ın cenazesinde ve daha birçok yürüyüşte sayısız insanımız ateşli silahlarla vurularak katledildiler.
Kürtler bugün yürümenin haritasını genişlettiler ve aynı zamanlarda farklı merkezlerde mobilize olup yürümeye devam ediyorlar. Kürt Tv kanallarını açtığımızda Hakkari ve Kars’ta, Kobanê ve Kamışlo’da, Brüksel ve Paris’te yürüyen on binlerce Kürt tüm bölgeye ve dünyaya haykırmaya devam ediyor. Kürt Tv’leri Kürtlerin olağanüstü bir hayat sürdüklerinin en somut kanıtı. Kimisine göre bu Tv’ler sadece propaganda yapar; peki öyle mi gerçekten. İnsana dair neredeyse her şeyin askıya alındığı bir insanlık durumu karşısında normal olmak, normalleştirici yerde durmak ne kadar ahlaki? Tv’ler başta olmak üzere, özgür basın ve sosyal medya mecralarında her gün karşılaştığımız Kürt yürüyüşleri, basın açıklamaları, gözaltılar, tutuklama ve sürgünler, bitmeyen zından savunmaları, uzun süreli alıkoyma gibi anormal iktidar pratikleri savaş halini gözlerimizin önüne seriyor. Yürüyüşler bu hakikatin en yoğun olanıdır. Bilincini kaybetmeyen, insani değerlerini yitirmeyen Kürtler savaş haline alışamadığı için herkese bir şeyler yapmalı diyor. Büyük bedelleri göze alıyorlar; durumun daha kötüye gitmemesi ve özgürlüğün mümkün olabileceğine bizleri ikna etmek için yıllardır yürüyorlar. Yukarıda ifade edildiği gibi yürüdükleri birçok güzergahta kanları akıtıldı; büyük bedel ödediler; ancak yürüyüş kesintisiz bir şekilde sürdü.
Tecride son, Kürt meselesine siyasal çözüm
Kars’tan, Hakkari’den başlayan yürüyüşlere bakalım. Aralarında çocukları açlık grevinde olan aileler, parti eş genel başkanları, sivil toplum temsilcileri, milletvekilleri, kadınlar ve gençler var. Yürüyüş 15 gün sürecek. Amaç hem İmralı adasında tutsak olan PKK lideri Abdullah Öcalan ve arkadaşlarına yönelik tecrit ve mutlak iletişimsizlik haline dikkat çekmek, hem de Kürt meselesine yönelik siyasi çözümünün mümkün olabileceğini kamuoyuna anlatabilmek.
Fakat Türkiye kamuoyu her zamanki gibi şaşırtmadı. Daha önceleri olduğu gibi, sanki savaş yokmuş gibi, Kürt meselesi yokmuş gibi, bu yürüyüşe de duyarsız kalıyor. Yürüyüş ne kadar politik ise duyarsızlık o düzeyde ideolojiktir. Bu yürüyüş muhtemelen İstiklal’de ya da Kızılay’da olsaydı kıyamet kopardı; birileri rahatsız olurdu. Fakat şimdilik yürüyüşçüler sessizliğin ve duyarsızlığın faşizmine maruz kalıyor. Çünkü Kürtler ne de olsa kimilerinin konforunu bozmadan dağın başında yürüyorlar, bırakınız yürüsünler o zaman! Peki niye yürüyorlar, ne istiyorlar?
Hakkari’de yürüyüşün başladığı ilk günde konuşan DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, “Biz diyoruz ki binlerce yıldır bu topraklarda yaşıyoruz, nasıl ki 72 millet kendi topraklarında kendi dilleriyle, kültürleriyle yaşıyorsa biz de özgür olarak kendi haklarımızla yaşamak istiyoruz. Biz Kürt halkının tanınmasını, özgürce dilini konuşmasını, kendi topraklarında özgürce yaşamasını istiyoruz” dedi. “Kürtler ne istiyor” diye soru soranlara sade cevaplar vermiş sayın Bayındır.
Yürüyüşe Türkiye solundan ve Kürdistan solundan temsilciler de katılmış. DEM Parti Milletvekili Çiçek Otlu Hakkari’de Deniz Gezmiş’lerin yaptığı köprüden seslendi: “Sevgili halklarımız, bugün tarihsel bir köprüdeyiz. Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden Deniz Gezmiş ve arkadaşları buraya geldiklerinde Türk ve Kürt halkının kardeşliği için bir köprü kurdular. Halen bu mirası devam ettiriyoruz. Bu yürüyüş tecridi kırmanın dışında aynı zamanda Türkiye halklarıyla kurulacak barışın, kardeşliğin köprüsünü kurma mücadelesidir.”
Yürüyüşe katılan Kürt solundan Dem Parti Wan Milletvekili Sinan Çiftyürek ise ekonomik krizin sebebini 100 yıldır süren savaşa bağlıyor. Öcalan üzerinde uygulanan tecridin Kürt halkının siyasetini engellemek için derinleştirildiğini ifade ederek makul bir talepte bulunuyor. Çiftyürek iktidara seslenerek, “Kendi kanunlarınızı uygulayın. Sayın Öcalan avukatları ve aileleriyle görüşmüyor. Bu tecrit siyasetine son verin. Halkların önünü açın” diyordu.
2019’da tam da yerel seçimlerden önce aynı süreci yaşamıştık. İnsan dejavu oluyor. O tarihlerde DTK Eş Başkanı Leyla Güven cezaevinde tek başına tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevini başlatmıştı. Daha sonra Kürt tutsaklar kitlesel bir şekilde bu greve destek vermişti. Bugün yine benzer bir durumla karşı karşıyayız. Yine tecrit var, yine açlık grevleri başladı ve yine seçimler kapıda.
Bu yürüyüş umudun yürüyüşü olsun. Barışı Kürt halkına armağan etsin. Cezaevlerinden tek bir tabutun çıkmaması, hukukun geri dönüşü ve kalıcı bir barışın sağlanmasının kapısını aralasın.
Evet, adalet yasa üstüdür, yasadan daha eskidir; inşa halinde, tamamlanmamış bir hikayedir. Öyle görünüyor ki, Kürt Yürüyüşü, yasalar adalete saygı gösterene kadar sürecek.