En son açıklanan rakamlara göre Türkiye’de 288 bin kişi cezaevinde. Devlet durmaksızın cezaevi inşaatları ihale ediyor ama yine de cezaevlerinde insanlar dar mekanlarda kapasitenin çok üzerinde bir yoğunlukta tutuluyor. Bazı koğuşlarda nöbetleşe uyunduğu ya da yerlere döşek serildiği bile söyleniyor.
Hükümetin ülkeyi maruz bıraktığı rejimin, tutuklama ve hapsetmeyi artık bir siyaset, bir yönetim biçimi olarak uygulamasının sonucu budur.
Coronavirüs salgınına karşı önlemleri gene olarak ağırdan alan iktidar, cezaevlerinde hastalığın yayılmasının ne denli kolay olduğu konusunda sivil toplumun günler süren uyarıları sonucu bir infaz yasası tasarısı hazırlamak zorunda kaldı. Ancak geçen hafta Meclis Adalet Komisyonu’ndan muhalefetin itirazlarına rağmen AKP-MHP koalisyonunun oylarıyla geçen yasa tasarısı, tam da iktidardan beklendiği gibi bir adaletsizlik ve düşman hukuk örneği olarak hukuk tarihine geçmeye aday oldu bu haliyle.
İktidar düşüncelerini ifade ettikleri, ifade özgürlüklerini kullandıkları, anayasanın tanıdığı siyaset yapma haklarını savundukları için cezaevlerinden tutulan binlerce muhalif yurttaşı yeni infaz yasasının dışında tutmaya kararlı görünüyor, buna hazırlanıyor.
Türkiye demokrasi güçlerinin ve muhalif partilerin itirazları, sivil toplum örgütlerinin uyarı açıklamaları, sosyal medyadaki kampanyalar fayda etmiyor, hükümet bir utanç belgesi olacak bu yasa tasarısında diretiyor.
Oysa bu tasarı ne uluslararası insan hakları sözleşmesine ne de Türkiye’deki anayasal yurttaşlık hukukuna sığacaktır bu haliyle. Ama mantığa ve ahlâka da sığacak gibi değil hükümetin dayattığı bu tasarı.
Birinci sorun şu: Coronavirüs salgını direkt insan hayatını tehdit eden, öldürücü bir hastalık. Yaşam hakkı ve bunun gereği olan sağlığa erişim hakkı ise temel bir insan hakkıdır. Cezaevlerindeki muhaliflerin çoğunun davası sonuçlanmış değil, ceza almamışlar, ayrıca almış olsalar ne değişir, Türkiye’de idam cezası kaldırılmıştır ve devlet cezaevlerindeki herkesin yaşam hakkını korumak zorundadır. Ancak infaz yasası bu haliyle devletin muhalif yurttaşların yaşam hakkını korumaktan vazgeçtiğini, tasarının mantıksal sonucu olarak utangaç biçimde ölüm cezası uygulamaya hazırlandığını gösteriyor.
İkinci sorun ise şu: Bunu kimlere karşı yapıyor? Kendisine karşı suç işlediğini iddia ettiği, kriminalize ettiği insanlara yapıyor. Onların serbest kalmasına izin vermiyor, ama tek tek yurttaşlara karşı işlenmiş suçların faillerini mağdur yurttaşlara sormadan infaz yasasından yararlandırmaya hazırlanıyor. Yani bu anlamda devlet ya da hükümet yurttaşlarının hakkını, hukukunu korumaktan vazgeçmiş, kendini korumakla meşgul görünüyor.
Üçüncü sorun olarak ise şunu söyleyebilirim ki, iktidarın yasa tasarısının dışında tutmaya hazırlandığı binlerce muhalifin kimi siyaseten kurumsal kişilik, parti yöneticisi ya da üyesi, kimi sivil toplum örgütü kurucusu ya da üyesi kimi ise gazeteci ve bu insanların toplumda geniş bir temsil gücü var. İktidar bu insanları yasa tasarısının dışında tutarak aslında bu insanların teslim ettiği milyonlarca yurttaşın da taleplerini duymamış oluyor. Bu da genel olarak ülkedeki toplumsal barışa zarar veren bir tutumdur. Hem de toplumsal barışa en fazla ihtiyaç duyulan bir dönemde.
İktidarın bu yanlıştan dönmesi için bu konuyu gündemde tutmalıyız. Muhalefetin şu andaki en önemli görevi budur.