Virüs dehşetiyle “dut pekmezi”ni fazla kaçırmış olmalı ki, bir haftadır Erdoğan’ın ağzını bıçak açmıyordu. Nihayet dün, ricat ettiği Çankaya Köşkü’nden mevzuya girebildi: “Bizim durumumuz Fransa’dan, İngiltere’den iyi. İşçiler iş başı yapacak. Devlet -yani millet- sermaye için kesenin ağzını açacak. Millet de evinde dua edecek!”
Sağlık Bakanı, ilk vakayı duyurmasından önceki gün “Bizde hiç olmayacak diyemem” diyordu. Önceki gece ilk ölümü duyururken kamuoyunu gelecekteki KOVİD-19 ölümlerine hazırlamak da ona düşmüştü. Soğuk gerçeği olanca çıplaklığıyla ifade etmek de Bakanlık Bilim Kurulu üyesine kaldı: “Vaka sayısı (…) 30 bin bile olabilir.” Varın ölüm sayısını siz hesap edin!
Bir kere içeri girmeye görsün, KOVİD-19 gerçekleri kendi yazdığınız “milli başarı” öykünüzü yerle bir eder. Artık önemli olan soru şudur: Kamusal sağlık sisteminiz yurttaşlarınızı 21. yüzyılın en ürkütücü salgınlarından birine karşı koruyacak kapasiteye sahip mi ve bu kapasiteyi yönledirecek bir stratejiniz var mı?
Böyle bir kapasite yok. 2019 biterken Türkiye 36 OECD üyesi arasında sağlık alanında her kalemde sonuncuydu. Milli gelirden sağlığa ayrılan pay yüzde 4.2. Kişi başına sağlık harcaması 1,227 dolar. Her bin kişi başına düşen doktor sayısı 1.9 ve hemşire sayısı 2.1. 2018’de mevcut 38 bin erişkin yoğun yatak sayısının 16 bini devlette, 16 bini özel hastanelerde, geri kalanı da üniversitelerdeydi. Buna bölgeler arası eşitsizlikler de eklendiğinde 30 bin vaka beklentisinin ne anlama geleceğini tartışmak bile saçmalaşıyor.
KOVİD-19 salgınına karşı izledikleri stratejiler çerçevesinde ülkeler iki büyük kümede toplanıyor. Birincisi “hafifletme”. ABD ve Birleşik Krallık ile Hollanda’nın “hafifletme” stratejisiyle “sürü bağışıklığı” sağlama hedefinin en iyi ihtimalle yüzbinlerce ölümle sonuçlanacağı anlaşıldı. İkinci seçenek “bastırma”. Çin, Kore Cumhuriyeti, Hong Kong, Singapur ve Vietnam bu stratejiyle başarılı oldular. Vaka ve ölüm sayıları öteki ülkelerde yükselirken bu ülkelerde büyük bir hızla aşağı gidiyor. Gelişmeler karşısında bilim ve tıp dünyası ayağa kalkınca Boris Johson ve Donald Trump’ın kibir ve cehalet karışımı “KOVİD’le birlikte yaşama” stratejileri iflas etti; Anglo-Sakson aleminde U dönüşü başladı. Fransa’da Macron bütün kaynakları bastırma stratejisine tahsis ederken, İtalya yüzünü ikinci kümedeki Çin’e döndü.
Onlar döne dursun, önceki gün Bahçeli’nin ve dün Erdoğan’ın açıklamalarından şu görülüyor: İktidar, kendisini açıkça bir strateji ile bağlamaksızın WHO’nun direktiflerine uyar görünecek ama pratikte alaturka usullerle “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” stratejisine yanlayacak ve bu tercihini “Milli Mücadele” hamasetiyle örtecek. “Yaza kadar vaka sayısı 30 bine çıkabilir” öngörüsü ancak böyle bir tercihle açıklanabilir. Bu şekilde WHO’nun aşı bulununcaya kadar uyulması gereken “sosyal mesafelenme” tavsiyesi ilan edilmemiş bir olağanüstü hal rejimine dönüştürülüp kayıplar “takdiri ilahi”ye ciro edilebilir, diktatörlük inşa süreci de kaldığı yerden sürer gider.
Devletin kaynaklarını KOVİD-19’u bastırarak, yaşlıları, yoksulları, mültecileri, sağlık sisteminin dışarıda bıraktığı eşitsizlik mağduru risk gruplarını kurtarmaya değil, güçlü ve avantajlı olanları korumaya tahsis ettiği koşullarda, halkların canı birbirine emanet. Bir kere daha 1999 depremi koşullarına iade oluyoruz. Bu deneyim bize, devlet depremin gerçek tablosunu anlayıp harekete geçinceye kadar on binlerce yurttaşın Marmara bölgesine akarak yıkıntı altındakilere ulaşmayı nasıl başardığını, depremin altından insanlığı çıkartıp topluma nasıl bir enerji aşıladığını bir kez daha anımsatıyor.
Erdoğan’ın dünkü Çankaya zirvesinde adını bir kez olsun anmadığı halklarımız kendilerini KOVİD-19’dan kurtaracak olanın sadece kendileri olduğunu bir kez daha görmüş olmalıdır. Kendilerinin olanı devletten almak için elbette gayreti elden bırakmayacaklardır ama devletin “KOVİD-19 ile savaş zayiatı” saymaya karar verdiği yaşlıların, yoksulların, sağlık hizmetlerinden ve bilgiden yoksun bıraktığı yurttaşların umudu gene ve sadece yurttaşlardır. KOVİD-19 koşullarında toplumun bütün yükünün omuzlarına yüklendiği emekçilerin sağlık ve yaşamları da, hiçbir sorumluluk üstlenmeme kararlılığını çoktan ilan eden devlete değil yurttaşlara emanettir.
Bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır!