Veli Saçılık
İsrail, Ermenistan, Yunanistan, BAE ve birçok ülkeyle normalleşme adımları atılıyor. Kanlı-bıçaklı olunan devletlerle yirmi bir pare top atışlı görüşmeler başladı. NATO üyeliği üzerinden ABD’nin gönlü alınıyor, Libya’da geri vites yapılarak AB’ye rüşvet veriliyor. Terör devleti dedikleri İsrail ile yeniden “stratejik ortaklık” gündemde. Geçen yıl savaş tehditleri savurdukları Yunanistan ile sorunlar buzluğa atıldı bile. Saray Rejimi’nin sahte “dünyada barış” rüzgârları estirmesinin sebebi yaklaşan seçimlerde uluslararası sermaye gücünü arkalamak. Saray Rejimi’nin devlet aygıtına mutlak hâkimiyeti sayesinde manevra alanının hala geniş olduğu görülüyor. Rusya-Ukrayna savaşının dış baskıyı bir nebze azaltacağı anlaşılıyor. “Dünyada barış” hamlesinin “yurtta savaş” şeklinde sürdürülmesi Rejim açısından bir zorunluluk. Emekçilerin, Kürtlerin, muhalefetin sokaktan uzak tutulması, HDP başta olmak üzere muhalefete yönelik baskılar daha da artarak sürecek. Saray Rejimi, 7 Haziran – 1 Kasım 2015’te olduğu gibi iktidarı bırakmamak için legal-illegal şiddet ve baskı yöntemlerinden imtina etmemek konusunda da gayet kararlı.
Saray Rejimi her ne kadar iktidarı bırakmak istemese de, anlatmayı çok sevdiği “Eski Türkiye” hikâyelerini katmerli biçimde halka yaşatıyor. Havuz medyasının siyah-beyaz görüntüler biçiminde gösterdiği yağ, gaz, benzin, hastane kuyruklarını canlı olarak bugün yaşıyoruz. Teknoloji geliştiği için birçok şeyde kuyrukta beklemeye bile gerek kalmıyor. İnternet ve telefon aracılığıyla hastanelerden alınmaya çalışılan muayene randevuları doluluk nedeniyle alınamıyor. 1970’li yıllarda CHP hükümetini devirmek için TÜSİAD- Süleyman Demirel işbirliğiyle yaratılan yapay kıtlık sonucunda yağ-şeker-tüp kuyruklarını 2022 yılında tarımın talan edilmesi, özelleştirmelerle KİT’lerin yağmalanması nedeniyle yaşıyoruz. “Dünyanın tahıl ambarı” olmakla övünen ülkede artık, Rusya ve Ukrayna’dan tahıl ithalatı kesildiği için açlık tehlikesi konuşuluyor. Zamdan ziyade alenen gaspa dönüşen akaryakıt, elektrik, doğalgaz zamları orta ve alt sınıfları mütemadiyen yoksulluğa mahkûm ediyor.
Tarih sahnesine eskinin kokuşmuş ruhlarını gömecek yeni güçler çıkamadığı için iktidardakiler geçmişten ruh çağırma ayinlerinde çıkar yol arıyor. Devlet mezarlığındaki ölüler, ıskartaya çıkmış burjuva siyaset eskileri, raf ömrünü 90’lı yıllarda doldurmuş magazin eskileri, yasal mermi sahibi gedikli katiller Saray Rejimi’nin önemli bileşenleri mertebesine yükseldiler. “Biz gidersek Beyaz Toroslar gelir” tehdidi, gitmemek için Beyaz Torosçu Ağar-Çiller ekibine sıkı sıkıya sarılmakla neticelendi. Siyaset arenasına sadece mezardan, inzivadan çıkarılan Çiller gibiler sokulmadı. Onlarla birlikte “derin devlet” unsurları ve mafyacılar tedavüle sokuldu. Kumarhaneciler Kralı Ömer Lütfü Topal’ın Özel Harekâtçılar tarafından öldürülmesi olayının üzerinden yıllar geçtikten sonra uyuşturucu baronu H. Falyalı suikastıyla “Derin Devlet come back” (Derin Devlet geri döndü). Sur ve Cizre’de Özel Harekatçılar tarafından duvarlara yazılan “Devlet geldi” yazılamaları denize düşen AKP’nin yılana sarılacağının habercisiydi.
Kamu mallarını haraç-mezat satmak, tarımı batırmak, şehirleri rantın yağmasına açmak, ormanları-dağları-akarsuları kuruturcasına talan ederken, siyaset alanında her sorunu konuşuyor gibi yaparak hiçbir şeyi çözmemek elbette toplumsal krizi besleyecek ve büyütecekti. Gelinen noktada Saray Rejimi’nin kaderiyle devletin kaderi ortaklaştı. Devlet, sermayenin öz savunma gücüne dönüştürüldüğü ölçüde kaderini Ali-Cengiz oyunlarında ustalaşmış rejim oligarklarının eline bıraktı. Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımlar nedeniyle kendilerine güvenli liman arayan Rus oligarklarının İstanbul’u mesken tutmalarının en önemli sebebi kendilerini ülkelerinde gibi hissetmeleri olabilir. Paranın anayasa ve kanunlardan daha geçer akçe olduğu başka bir ülke bulamazlardı zaten.
Mantıklı ya da mantıksız, Saray Rejimi bütün hamlelerini iktidarı bırakmama üzerinden kurguluyor. “Derin AKP”nin yöneticisi Metin Külünk’ün 68 gençlik hareketinden aşırdığı antiemperyalist söylem, Ethem Sancak’ın Rusya sevdası, Nedim Şener’in anti-Kürt komplo teorisyenliği, İbrahim Kalın’ın ABD yanlılığı, Çiller ve Ağar’ın derin devletçiliği, Akit’in dinci faşist propagandası… Sanki hepsi farklı yönlere gidiyormuş gibi görünen söylemlerin tamamı emekçinin, Kürdün, devrimcinin, demokratın boğazını sıkmaya yarıyor. Saray Rejimi “bütün tuşlara aynı anda basarak” hem sıkışmışlığını, hem de henüz her şeyin bitmediğinin sinyallerini veriyor. Düzen muhalefetinden fayda gelmeyeceğini bilenler için iş yine başa düşüyor.