Yüreği yangın yeri anneler hangisine dokunsan devletin zulmünden nasibini almış. Merhaba diye başladığın her konuşmada alnından öpülüyor, ‘size güveniyoruz‘ diyen annelerin gözündeki yaşın her bir damlasında sen de akıyorsun. Anneler Günü’nü sorduğum her bir anne ‘biz Anneler Günü’nü kutlamıyoruz’ diyor. Kutlamıyorlar çünkü çocukları içeride bedenlerini özgür yarınlar için açlığa yatırmış. Tek istekleri var. Tecrit kalksın, ölümler yaşanmasın. Yaşam ile ölüm arasında en ince çizgi, her soruda hepsinin boğazı düğümleniyor. Cezaevlerinden çıkacak bir cenazeye daha asla tahammülleri yok. Kimsenin yok. Annenin birine soruyorum güne nasıl başlıyorsunuz diye. Anlatmaya başlıyor, cezaevinin önüne gitmek onlar için artık varlık yokluk mücadelesi olmuş.
Analardan bir tanesi şu benzetmeyi yapıyor: Biz hepimiz ayrı ayrı yola çıkıyoruz, cezaevinin orada buluşuyoruz. Ormana giden avcı, kekliği avlamak isterken nasıl davranıyorsa polis de öyle davranıyor. Beyaz tülbentimizi gören polis, keklik görmüş avcı gibi üzerimize atlıyor. Beyaz tülbentimiz onları rahatsız ediyor diyor ve ekliyor; biz anayız ana, ciğerlerimiz içeride oraya gidince onların kokusunu alıyoruz. Konuşma sırasında araya giren biri ‘biz 300 Spartalı gibi olmuşuz’ diyor.
Herkesin bir hikayesi var. Vazgeçmeyecekler, o kadar kararlılar ki sonuç almadan geri adım atmayacaklar. Çünkü ciğeri yanıyor annelerin. Artık adımın atılmasını istiyorlar. Kürt halkına yapılan zulmün bitmesini ve Kürt halkının önderi olarak kabul ettiği Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki hukuksuzluğun derhal son bulmasını istiyorlar.
Yüreği yangın yeri anneler bir ayı aşkındır kendi evlerine bile gitmiyor. Analar bazı şeyleri anlamak için anne olmak gerekir diyor ve annelere sesleniyorlar. ‘Sessizliğe ortak olursanız bu zulüm size de gelir.’ Kendine insanım diyenler dize geliyor, annelerin feryadını duyuyor. Ama o kadar, ötesi yok.
Direnişini sürdüren başka bir anne şöyle anlatıyor: “Nasıl bir avcı avını arıyor. Onlar bizi öyle sokaklarda arıyor. Biz o sokaktan o sokağa gidiyoruz, bir türlü bir araya gelemiyoruz. Bizim üstümüzde çok duruyorlar. Beyaz tülbentli birini görse yolundan çevirip bizden olup olmadığını soruyorlar. Böyle bir şey yarattılar Gebze’de. Biz baskı altında, zulüm altındayız ama kararlıyız. Yine aynı şey ile karşı karşıya kaldık. Bize dediler ki siz dediniz görüşme olsun, Öcalan çağrı yaptı siz onu dikkate almıyorsunuz. Dedim biz onu dikkate alıyoruz. Görüşme yeterli değil. Bu görüşme böyle kabul edilmiyor. Cezaevindeki insanların hakları neyse Öcalan’ın da odur. Ailesi ve avukatlarıyla düzenli görüşürse tecrit kalkarsa o zaman bu eylemler de bitecek. Bir görüşme ile tecrit kalkmış olmuyor. Polis bana ‘sen onun sözcüsü müsün’ dedi, ben değilim ama çocuklarımız onun sözcüsüdür dedim.”
Annelerin direnişini kaleme alan Mezopotamya Ajansı muhabiri Necla Demir‘in şu sözleri ise bu günü özetliyor: “Her defasında ‘Barış bu topraklara ne zaman gelir, işte biz o zaman Anneler Günü’nü kutlarız’ diyen bu annelere yaşatılanların günahı, vebali, hukuksuzluğu ve vicdansızlığı boynunuza, boynumuzadır… O halde evlatlarının yolunu gözlerken yaşamını yitiren ve direnen tüm annelerin günü kutlu olsun.”
Gazeteci Necla Demir‘in yazısının tam metnini mezopotamyaajansi16.com‘dan okuyabilirsiniz.
Gülcan Dereli – Yaşama Dair