Yahudiler bizdeki ‘çok yaşa’ iyi niyet dileği yerine ‘120 yıl yaşayasın’ derler. O sıkça duyduğu bu dileği benimsemiş, programlarını buna göre tasarlamıştı. Olmadı, 100 yaşını da göremedi. Ömrünün 94. yılında Güney Fransa’daki evinde yaşama gözlerini yumdu Charles Aznavour. Emekle, üreterek tamamlanmış bir ömürdü onunki. İlmek ilmek örülmüş bir başarı hikâyesiydi ardında bıraktığı. Ayağına dolanabilecek bütün olumsuzlukları teker teker ayıklayarak ilerledi.
Göçmen olmak bir başına önemli olumsuzluktu geçen yüzyılın başlarındaki Avrupa ülkelerinde. Aşağılanmak, horlanmak, engellenmek için yeterli bir sebepti yabancı, ‘etrange’ olmak. Hakaretlerin en hafifi ‘Pis Ermeni’ diye başlıyordu Aznavour gibiler için. O ise ilk gençlik yıllarından başlayarak sahneye ilgi duymaktaydı. Yine dönemin anlayışına göre böyle bir alan için tipi de engel oluşturuyordu. Çelimsiz bir gövde ve batılının gözü ile bakıldığında düpedüz çirkin bir surat.
Bu malzeme ile Fransa’da Fransızlara Fransızca şarkı söyleyerek yükselmeyi ummak için haddini bilmez olmak gerekiyordu, o da haddini bilmedi zaten. Tüm bunların arka planında bir de aile etkenini hesaba katmak gerek. Soykırım yaşamış Adapazarlı bir annenin ve Kafkas göçmeni Akhılskalı bir babanın çocuğuydu. Ermeni kimliği de gelecekte Fransız şansonlarının tartışılmaz kralı olarak anılacak bu genç adamı aşılması zor bir şekilde kuşatmıştı.
Kim bilir, belki de başarıya giden yolun harcı tam da bu olumsuzluklardan ve haddini aşmak küstahlığından beslenmekteydi. Sanata adanmış bu ömrün bir de politik, aktivist yönüne bakmakta fayda var. Türkiye 1970’li yıllarda, dünyanın değişik başkentlerinde diplomatlarına karşı gerçekleştirilen suikast eylemleri sonrasında Ermenilerle bir hesabı olduğu gerçeği ile yüz yüze geldi. O zamana kadar hem ülkesinde, hem de dünya üzerinde 1915 soykırımının üzerinden soğuk bir bardak su içilmiş olmasının huzurunu yaşamaktaydı.
Hazırlıksız yakalanan Türk siyasi aklı, muhatap olduğu suçlamaları bertaraf etmek için değişik söylemlere başvurdu. İlkin bu suçun Osmanlı döneminde yaşandığı, genç Cumhuriyetin bundan sorumlu tutulamayacağı savı işlendi. Kısa bir süre içinde bu savın çok da geçerli olmadığı fark edilerek bu kez de savaş şartlarında karşılıklı acı olaylar yaşandığı savı ağırlık kazandı. Son tez ise ‘Müslümanların soykırım yapmış olamayacağı’, ‘tarihimizde soykırım suçu olmadığı’, ‘Türk askerinin tecavüz etmeyeceği’ gibi son derece bilimsel ve inandırıcı gerekçelere dayanıyor.
Diplomasimizin bakış açısına göre Avrupa ve dünyanın değişik ülkelerindeki parlamentoların bu konudaki tasarıları da o ülkelerdeki Ermeni lobilerinin Türk düşmanlığından başka bir şey değil. Durumları değerlendirmek konusunda çok başarılı olan Türkiye diplomasisi karşı taarruza geçti. ‘Madem bu işler lobi faaliyeti, Amerika’da lobi şirketleri var, parasını verelim bizim için de lobi yapsınlar’ anlayışı ile ülkenin hazinesinden milyon dolarlar aktarıldı (Tabii birilerinin de bu işler bağlanırken komisyonlarını almış olacaklarını da unutmamak gerek). Sonuçta bu çarenin de yaraya merhem olamadığını acı bir tecrübeyle gördük.
Gözden kaçırılan gerçek Ermeni lobilerinin öyle senatörlere, kongre üyelerine, şuna buna rüşvet vermekle değil, Arşil Gorki, William Saroyan, Misak Manuşyan, Charles Aznavur gibi yaşadıkları ülkelere ve o toplumların kültürüne çok önemli katkılar getiren bireyleri ile etki oluşturdukları. Onların bu gücü karşısında çaresiz kalan milliyetçi akıl, tüm bu insanları ‘Türk düşmanı’ olarak yaftalıyor. Oysa onların bu anlama yol açacak tek bir cümlesine bile rastlamak mümkün değil. Bu insanlara olsa olsa faşizm düşmanı denebilir.
Bu bağlamda doğal olarak Talat Paşa, Enver Paşa, Topal Osman gibi figürleri ‘ecdadımız’ diyerek sahiplenen Türk faşistleri de nefretlerinin hedefi olacaktır. II. Dünya Savaşı yıllarında Fransız yeraltı direnişinin ünlü komutanlarından, aynı zamanda Aznavuryan’ların aile dostu ve yoldaşı Misak Manuşyan gestapoya karşı sürdürdüğü suikast ve sabotaj eylemlerinde hiç şüphe yok ki 1915’te ailesini yok eden zabitleri görüyordu karşısında. Türkiye siyaseti insanlık adına elini taşın altına koyan her Ermeni’yi ‘Türk düşmanı’ olarak yaftalamayı sürdürdükçe ‘insanlık’ ve ‘Türk’ tanımlarını da farkında olmadan karşı karşıya konumlandırıyor. Haksızlık ve yazık ediyor yurdumun insanına…