Yerel seçimler sonrasında “Yumuşama” adı verilen AKP ve CHP arasındaki ilişkileri yenileme girişimi inişli çıkışlı bir akış içinde yaşanıyor. Akan süreç tarafların karşılıklı hamleleriyle ilişkinin yeni halini yapılandırıyor. Öyle tarafların büsbütün gevşediği bir durum yaşanmasa da öncesindeki başka olası tutumların önünü kapatan süreklileşmiş ve hırçın saldırganlıktan farklı bir ilişki deneniyor.
Daha önceki yazılarımda değindiğim gibi, “yumuşama” sürecinin nesnel zemini ülkenin içinde zorlandığı kaotik ortam!
Uygun hamleler yapılmazsa ülkedeki kaotik ortamın kaosa dönüşme olasılığı tarafları kendilerini var eden ama şimdi gerçekten de “beka” tehlikesi yaşayan egemenlik sisteminin devamlılığını gözetmeye zorluyor.
Öte yandan, her ne kadar kendi yapısı sarsılıyor olsa da, dünyada ve bölgede yaşanan çok yönlü krizleri değerlendirerek bölgesel düzeyde bir hegemon devlet olma yöneliminde olan Türkiye egemenlik sisteminin her an çıkıp gelen acil ihtiyaçları da tarafları sakınımlı davranmaya zorluyor.
Hegemon devlet, “stratejik bir bölgesel özerklik” kazanabilmeli, üstüne yüklenecek bölgedeki olağanüstü gerginlikleri kontrol edip yönetebilmeli, fiili güç gösterisinde bulunup fiili durumlar yaratabilmeli, dışındaki gerilimlerde taraf ya da “sorun çözen arabulucu” olabilmeli, bölgede kültürel hegemonya kurabilmeli, hiyerarşinin üstündeki emperyalist metropollerle uygun ilişkiler içinde bulunup “onay” alabilmeli, mevcut küresel hegemonya krizinde uygun dengelere yerleşebilmeli..vd.
Üstelik, emperyalist güçler uzun sömürgeci ve emperyalist tarihinde inşa ettikleri konumlarını güçlü bir savunmayla tahkim ederek sürekliliğini sağlayabilmelerine rağmen; bölgesel hegemon devletler her an tartışma altında olmaya, “tutunma” konumundan öte bir istikrar kazanamamaya, bölgesel rakipleri tarafından sürekli zorlanmaya yazgılıdır.
İşte, siyasi partiler alanının öndeki aktörleri olan AKP ve CHP, içinde oldukları egemenlik sistemini korumaya ve bölgesel hegemonya kurma yöneliminin olağanüstü karmaşık ve ağır ihtiyaçlarını gidermeye çalışırken; üstelik, aynı zamanda, söz konusu “yumuşama” sürecine kendi ihtiyaçları açısından bakıyor ve gün be gün yaptıkları hamlelerle süreci kendisine hizmet edecek bir yapıya sokmaya çalışıyor.
Her ne kadar “Bizim için fark etmez!” havasında olsalar da, MHP’nin süreçten rahatsız olup, kendisinin dışlandığını hissettiğini gözlemliyoruz. Bağlı olarak, rahatsızlığını yaptığı hamlelerle dışa vurarak kendi özel iktidar alanını daha güçlü olacağı bir yapıya sokup, iktidar alanındaki özerk gücünü özellikle gösteriyor.
MHP, Kavala bahsinde ağırlığını koyup olası bir tahliyeyi engellemesi, Sinan Ateş cinayetindeki rolünün yargıdaki gücünü kullanarak üstünün kapatabilmesi, Bahçeli’nin kendine özgü mesajlarıyla adeta “racon kesmesi” ve Özel Kuvvetler’e elini öptürmesi gibi hamlelerle “Ben varım, beni yok sayamazsınız, güçlüyüm, silahlıyım!” diyor. Öyle ya, söz konusu olan sadece bir siyasi parti değil, devletin neredeyse bütün alanlarında bir biçimde var olan bir devlet fraksiyonudur!
Öte yandan, MHP’nin aynı zamanda “Eğer bir iktidar değişikliği olacaksa onun da düğmesine ben basarım!” diye düşündüğünü tahmin edebiliriz. ABD ve sermaye ile organik ilişkide olan bu parti, söz konusu merkezlerle ters düşmez ve şayet “görev tamamlanıp vakit geldiyse” merhumu mezara gömmekte en öne geçecektir! Bugün Erdoğan’sa yarın neden İmamoğlu olmasın? Ne gerekiyorsa görevdir, yapılır! İlke, duruş, tutarlılık falan mı, daha fazla komik olmadan geçiniz!
İktidar güçleri açısından bir sorun da, iktidarları süresince yaptıkları vurgunları kalıcılaştırıp sürdürebilmek için onları meşrulaştırma zorunluluğudur. Şayet bir halk hareketiyle yüzleşip kaçabilenin kaçtığı, kaçamayanın suçlarının sonuçlarına katlandığı bir durum yaşanmayacaksa, egemenlik sistemi içinde sorunun çözümü için şimdi yaşandığı gibi bir “yumuşama” iyidir!
Zaten o sistemin genetiğine vurgunculuğu meşrulaştırma hatta saygınlık payesiyle ödüllendirme derinlemesine kazınmıştır. Yakın gelecekte mafya lideri çakallar ve “tarikat şeyhi” görünümlü sefil şarlatanlar bile saygın işadamı olarak karşımıza çıkabilir, o arada uyuşturucu ticaretinden gelen kirli paralar da sermaye birikim sürecine içerilerek temizlenir!
Türbülans ve istikrar
“Yumuşama” süreci aktıkça beklenebileceği gibi taraflar kimi sivri çıkışlarla birbirini darbeleyerek kendi özel inisiyatifini güçlendirmeye çalışıyor. En son, iktidarın milyarlarca lira borçla devrettiği yeni CHP’li belediyelerden utanmazca “borç tahsilatı” yaparak çalışmalarını bloke etmeye çalışması gibi çıkışlar, muhalefet açısından her an bir “erken seçim” hedefini gündemleştirebilir.
Bölgede yaşanan yerel savaşların yayılıp İran’ı da içine alarak bölgeselleşmesi durumunda ise, egemenlik sisteminin bütünsel çıkarlarını gözeten bir “büyük koalisyon” devreye sokulabilir.
Aslına bakarsanız, yaşadığımız olağanüstü dönemin içinde iki anahtar gerçeklik Türkiye egemenlik sistemini belirliyor: İlki, içinde çırpındığı “türbülans”; ikincisi, çok sayıda bileşenden ivme alan ve artık neredeyse kalıcı olan bu türbülansın yarattığı kaotik ortamda ayakta kalmak ve mümkünse bölgesel bir hegemon güç olabilmek için “istikrar!” İki zıt uç!
“Yumuşama” söz konusu iki zıt gerçeğin bileşkesinden çıkıp geliyor. Ve, tam da kendisini belirleyen kaotik ortamın bir sonucu olarak son derece istikrarsız bir süreç olarak yaşanıyor: İktidar tarafından Erdoğan odaklı bir faşist atılımla ya da darbeyle bozulabilecekken; CHP ve kendisini destekleyecek sistem içi güç odakları tarafından “erken seçim” zorlamasıyla çözülebilir.
Ancak, bütün bunlardan sonra konumuza bambaşka bir perspektiften daha bakmalıyız.
Şöyle ki, bu iktidar herhangi bir iktidar değildir; hem “ortaklık” yani AKP-MHP ve arkasındaki devlet içi ve toplumsal düzeydeki güç alanları açısından; hem de doğrudan AKP ve arkasındaki ele geçirdiği devlet içi alanlar ve Erdoğanist İslamla kuşatılmış ve holdingleşmiş tarikat-cemaat ağlarıyla da örgütlenmiş toplumsal güçler açısından!
Kurucu bir iktidar üzerinden ortak yürütülen yeni bir devlet inşası söz konusudur!
Evet, bu yeni devletin ana yapısı sermaye güçlerinin tümü tarafından benimsenmektedir, ama süreç Erdoğan’ın hamilik dayatmasına gelince gidilen yolda bir çatallanma yaşandı ve her iki taraf da ikircikli ve sakınımlı da olsa ayrılma hamleleri yapıyor.
“Yumuşama”, bir yönüyle de bu “ayrılmanın” yıkıcı sonuçlar yaratmasını engelleme çabasıdır.
Her durumda, mevcut iktidarın, öyle kolayca mesela seçimlerle görevi teslim edip geri çekileceğini beklemek ağır sonuçlar yaratacak bir yanlış beklentidir. Bu tespit seçimleri küçümsemek anlamına gelmez, ama seçim sonuçlarının ancak ciddi bir halk hareketiyle desteklendiği zaman netice doğurabileceğini vurgular.
Zaten artık seçim sonuçları da seçim hileleriyle bir biçimde ayarlanmaktadır ve o hilelerin üstüne yürüyüp geçersiz hale sokmak gene halkın gücünü dayatmasıyla gerçekleşebilir. Mevcut iktidar iktidarda kalmaya sonuna dek ısrar edecektir, halkın gücü yüksek ikna kapasitesiyle çözümün anahtarıdır.
Öte yandan, sürecin akışında belirleyici bir ağırlık kazanan halkın, sadece hilelerin engellendiği ve seçim sonuçlarının uygulandığı bir durumla yetinmeyerek, kendisini kendi ihtiyaçları zemininde iktidarlaştırma sürecine sokma olasılığı vardır. Evet, olası bir sistem içi iktidar değişikliği sadece Erdoğan muhalifi TÜSİAD odaklı bir CHP iktidarının değil, aynı zamanda halkın fiili iktidarlaşma sürecinin de önünü açabilir.
Öyle ya, bir ülkede sadece bir iktidar olmak zorunda değil: Uzun süreli bir ikili iktidar fiilen kendisini dayatabilir! Yani, resmi iktidarın varlığı koşullarında halkın kendini örgütleyerek iktidarlaştığı bir fiili durum inişli çıkışlı bir süreç içinde kendisini bir seçenek, bir güç alanı olarak var edebilir. Böylesi bir fiili halk iktidarlaşması, resmi iktidarla süreklileşmiş bir gerilim hattında tutunabilir.
Sermayeye cennet, halka cehennem!
Sermaye sisteminin siyasal aktörleri olan AKP ve CHP gibi partiler hem sistemi koruyup güçlendirme hem de kendilerini öne çıkarmak için çırpınırken, uygulanan ekonomik politikalar bitmeyen bir saldırganlıkla binbir biçime bürünerek halkı yoksullaştırıyor.
Önümüzdeki dönemde yoksulluğun daha da derinleşmesini yaşayacağız.
Emekçiler ücretlerinin enflasyon karşısında sürekli olarak alım gücünü kaybettiğini ve gittikçe daha azla yetinmeye sürüklendiklerini yaşayıp görecekler. Asgari ihtiyaçların dahi karşılanamadığı bir yoksullaşma yaşanacak.
Gelirleri nispeten iyi olan mühendis, doktor gibi çalışanların alışageldikleri hayat standartlarını koruyamaması ve yaşanması kaçınılmaz olan iflaslarla esnafların işçileşmesi, bu kesimleri şimdi yoksulluk cehenneminde yanmaya mahkum edilen emekçilerin yakınlarına doğru sürükleyecek.
En ağırı ise, durgunlaşan ekonominin ivmelendirdiği işsizlik gerçeğinin toplumun gittikçe daha geniş alanına yayılıp, yayıldığı her yeri de bataklığa çevirerek toplumsal var oluşumuzun bütün değerlerini çürütmesi olacaktır. Nüfusun gittikçe artan kısmının iktidarın ya da muhalif belediyelerin dağıttığı üç kuruşluk malzemelere bağımlı hale gelen dilenciler konumuna sürüklenip zavallılaştırılması sürecinin içindeyiz.
Kürt halkı, adeta bir bayrak yarışı gibi eski Kemalist egemenlik sisteminden bir türlü kurulamayan yeni egemenlik sistemine devredilen baskı ve terörle asimile etme ya da göçe zorlanma politikalarıyla daha fazla, daha yoğun yüzleşecek. Üstelik, hepimizin gözü önünde yaşanan Irak ve Suriye’deki işgalle bütün coğrafyası ilhak edilerek vatansızlaştırılıp köleleştirilmeye çalışılacak.
Kadınlar, yaşanan yoksullaşmanın yarattığı çaresizlik ve öfke duygusunun egemenlere yönelmemesi için, egemenler tarafından aşağılanarak her türden erkek saldırganlığının nesnesi haline getiriliyor. Erkek egemen sistemin zaten toplumda derin köklere sahip olan gücü, eskileri yetmezmiş gibi daha fazla baskı, taciz, tecavüz ve cinsiyetçi cinayetlerle kendi çirkin yüzünü gösterecek.
Ekolojik yıkım, ekonomik krizin ilacı gibi görüldüğü için daha da çılgınca yıkım projeleriyle kendi yayılımını arttıracak. Her yaz aşırı sıcaklar ve orman yangınları giderek artarak sürecek, özellikle tarımda susuzluk tehlikesi baş gösterecek ve gıda krizi kapımızı çalacak. Gittikçe daha fazla orman çapulcu sermayenin talanına sunulacak. Deniz suyunun sıcaklığının artmasına bağlı olarak denizlerde musilaj gittikçe daha geniş alana yayılacak…vd.
Sermayenin acil talebi yönünde bölgesel pazarlar üzerindeki hegemon güç olabilmek için, küresel hegemonya krizinin en yoğunlaştığı bölgemizdeki neredeyse bütün gerilimlere yükleniliyordu. O gerilimler inisiyatif kazanmanın aracı olarak görülüyordu. Geldiğimiz aşamada bu gerilim politikaları kaçınılmaz olarak savaş gerçeğiyle yüzleşecek. Ülke sınırı ve süresi belirsiz bir savaş sürecinin içine sokuluyor. Sayısız Anadolu genci bu savaşların içinde yaşamını kaybedecek.
Bir korku filmi senaryosundan değil, aslında şimdi ilk adımlarımızı atarak içine girdiğimiz toplumsal gerçekliğin hızla sürüklendiği hemen önümüzdeki aşamalarından bahsediyoruz. Egemenlik sistemi egemenliği altında tuttuğu bütün halk güçlerini cehenneme doğru sürüklüyor. Sermaye tarihinde olmadık ölçüde kazançlarla kasalarını doldurup zevk ve sefa içinde yaşarken, halk ölüm kalım derecesinde zorlanıyor, çok daha fazlasıyla zorlanacak.
Devrimci görevler
Devrimci hareketin temel görevi, halkın acil ihtiyaçları doğrultusundaki arzu ve yönelimlerinin önünü açıp güçlendirmektir. Egemenler tarafından çok yönlü saldırı altına sokulan halkın kendi ihtiyaçları doğrultusunda ileri doğru atacağı her adım her biçimiyle meşrudur!
Halkın mücadele içinde kendisini ve düşmanı egemenlik sistemini tanıyıp sermaye ve devletten kopuşma sürecine girerek kendisini kendisi olarak özneleştirmesinin önünü açmak gerekiyor. Halkın kendi ihtiyaçlarını başka bir güçten beklemeden ancak kendi mücadelesiyle sistemden koparıp alabileceğini kavraması ne kadar geniş toplumsal alanı kapsarsa ve ne kadar yoğun olursa, o kadar güçlü ve belirleyici olacaktır. Kürt halkı ve kısmen kadınlar, halkın özneleşmesinin sahici örnekleri olarak hepimizin gözünün önünde hareket ediyorlar.
Şimdi egemenlerce varlığı ve tepkileri önemseyip hesaba katılmayarak sürekli itilip kakılan ve köleleştirilmeye çalışılan başta işçi sınıfı olmak üzere bütün halk güçleri, geldiğimiz aşamada asgari ihtiyaçlarını bile ancak kendilerini egemenlere dayatarak elde edebilir.
Kendisini ve karşısındaki egemenlik sisteminin halk düşmanı gerçekliğini mücadele süreci içinde sürekli deneyimleyip gittikçe artan oranda kavrayarak özneleşen halk, aynı sürecin doğal akışı içinde bakışımlı olarak kendisini bir potansiyel güç yapısıyla var eden iktidarlaşma yönelimini yoklayacaktır.
Devrimci hareketin görevi, kendiliğinden fiileşemeyecek iktidarlaşma olgusunun gereklerinin halkın içinde halkla beraber mücadele ederek halk tarafından inşa edilmesini kolaylaştırmaktır.
Elbette böylesi ağır ve karmaşık görevler, uygun bir stratejik konumlanışı, uygun taktikleri, siyasal cüret ve olgunluğu ve belli güç eşiklerinin aşılmış olmasını gerektirir.
Devrimci hareketin mevcut parçalı durumunu uygun bir ortaklaşmayla aşması, bu ortaklaşmayı Kürt halk hareketiyle de ortaklaşarak başarması ve iç içe geçecek olan bu iki tarihsel ortaklaşmayı iktidarlaşmayı hedefleyen bir programatik duruşla taçlandırması gerekiyor.
O duruş diğer bütün mücadelelerin önünü açıp yol gösterecek bir kutup yıldızı gibi parlatılmalı!
Demokratik Anayasa! Demokratik Cumhuriyet!