Eren Keskin
Cezaevlerinde, hem adli mahpuslar hem de siyasi mahpuslar büyük bir baskı altında yaşamaya devam ediyorlar. Şöyle denilebilir ki; şu anda cezaevlerinin durumu, 12 Eylül askeri darbesi dönemindeki cezaevlerini hatırlatıyor.
Geçtiğimiz yılın son ayında Garibe Gezer’in Kandıra Cezaevi’nde yaşamını yitirmesiyle birlikte, İnsan Hakları Haftası’na girmiştik. Garibe Gezer cezaevinde işkenceye maruz kalmış, adeta ölüme sürüklenmiş bir insandı. Garibe, son derece inançlı, kararlı, devrimci bir kadındı. Yaptığı tek şey, zaten tecrit altında tutulduğu cezaevinde insan hakları temelli taleplerini yüksek sesle dile getirmekti. Maalesef ki onun bu taleplerini yüksek sesle dile getirmesine, cezaevi idaresi katlanamadı ve Garibe Gezer ölüme sürüklendi.
Garibe Gezer yaşadığı işkenceleri anlattığında en yoğun olarak şikayet ettiği şey, “süngerli oda” denilen tecridin içinde tecrit oluşturan bir odaydı. Her yeri süngerle kaplı, insan pislikleriyle dolu, insan haklarına, yaşam hakkına tümüyle aykırı, tecridin içinde bir tecrit oluşturan bu odada yaşadıklarını unutamıyordu.
Garibe Gezer katledildi bize göre… İntihar etmiş dahi olsa, intihara sürüklendi ve bu durum da aslında cezaevi idaresi tarafından gerçekleştirilen bir katliam niteliğinde…
Garibe Gezer’in dosyasında, kollarından, saçlarından ve yerlerde sürüklendiği, gardiyanlar tarafından şiddete maruz kaldığı görüntüler mevcut…
Buna rağmen bizler avukatları olarak, hala Garibe Gezer’in, onun ölümünden sonra da haklarını elde edebilmek için, en azından ailesinin acısını bir nebze dindirebilmek için hukuki mücadelemize devam ediyoruz.
Geçtiğimiz günlerde Silivri Cezaevi’nden yine Garibe Gezer’in yaşadığı mağduriyete benzer mağduriyetler duyduk ve Ferhan Yılmaz isimli adli mahpus Silivri Cezaevi’nde yaşamını yitirdi.
Adli mahpusların aileleri ile yaptıkları telefon görüşmesini, ailelerin ses kaydına almaları üzerine Garibe Gezer’in yaşadığı mağduriyetin aynısını adli mahpusların da yaşadığını öğrendik.
Garibe Gezer’in “süngerli oda”, adli mahpusların ise “yumuşak oda” adını verdikleri ve tecridin içinde tecrit niteliği taşıyan bu odalar, ne yazık ki mahpusları ölüme sürüklemeye devam ediyor.
Adli mahpusların ses kaydında pislik içine yatırıldıkları, dövüldükleri, saçlarının çekildiği ve intihar etmeye zorlandıkları söyleniyor. Ailelerine bunları anlatıyor adli mahpuslar.
Cezaevi idaresi ve savcılıklar her zaman olduğu gibi olayları yalanlamaya devam ediyorlar; Ferhan Yılmaz’ın ölümünde olduğu gibi… Ferhan Yılmaz’ın ölümünde de hiçbir darp ve cebir izine rastlanmadığını söyleyen savcılık, Ferhan Yılmaz’ın görüntülerinin ortaya çıkmasıyla birlikte nasıl yalan söylediği, nasıl yalan açıklamalar yapabildiği de çok net bir biçimde ortaya çıktı.
Cezaevlerinde gerçekten durum son derece kötü… Tamamen insan haklarına ve yaşam hakkına aykırı bu uygulamalar, Türkiye’nin altına imza attığı bütün uluslararası sözleşmeleri ihlal eder nitelikte…
Hasta mahpuslar adeta ölerek tahliye oluyorlar. Ölüm niteliğinde, ölüm derecesinde hastalığı olan mahpuslara resmibilirkişi kurumu olan Adli Tıp rapor vermiyor ve Adli Tıp’ın düzenlediği vicdandan yoksun raporlar ile hasta mahpuslar cezaevinde kalmaya ve cezaevinde ölmeye devam ediyorlar.