Gezi direnişini ‘umut hareketi’ olarak değerlendiren Yüksekdağ, AKP iktidarının ortaya çıkan toplumsal mücadele hattından rahatsızlık duyduğunu belirterek, ‘Erdoğan, halkın kendisiyle baş hizasında olmasını istemedi… ve o günden bu yana topluma kırım operasyonu başladı’ şeklinde konuştu
Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Kobanê Davası, HDP eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın savunmasıyla devam etti. Aradan sonra tutsaklar salona “Jin, jîyan, azadî” sloganları ve zafer işaretleriyle gelirken, izleyiciler de “Özgür tutsaklar onurumuzdur” sloganı attı.
Yüksekdağ, duruşmaya izlemek üzere katılanları, Danimarka, İsviçre Almanya elçiliklerinden gözlemcilere, Fikret Başkaya’ya, Baskın Oran’a teşekkür ederek beyanlarına devam etti.
HDP’nin dava konusu tweete dönük suçlamanın “yok hükmünde” olduğuna vurgu yapan Yüksekdağ, şöyle devam etti: “Bu tweet cinayete teşebbüs gibi sonuçlara yol açtı, ‘azmettiricilik yaptınız’, ‘bir sürü suç işlediniz’ diyerek yargılamaya başladınız. Bu tweet yeni bir şey değildi, 5 yıl sonra tweeti yeniden keşfettiniz. Selahattin bey ile 2019’da bu fezlekeden yargılanıyorduk, buna karşı sözümüzü söyledik. Aradan bu kadar uzun süre geçtikten sonra tweet ısıtılıp karşımıza çıkarıldı. Tamamen siyasi ihtiyaçlarla ilgiliydi. Erdoğan tarafından bir seçim yaklaşıyordu, kritikti, seçimin kazanılması gerekiyordu. Kürt siyasetçilerin içeride tutulması gerekiyordu, toplumu kutuplaştırmak için bizim gibi yaratılmış, üretilmiş bir ‘düşmana’ ihtiyaç vardı. Siyasi iktidarın AKP-MHP hükümetinin genel taktiği zaten. Bir tane düşman yaratılır, yalanlarla, manipülasyonlarla, çarpıtmalarla, kasetlerle ama şu ama bu yöntemlerle düşmanlaştırır ve bunun üzerinden bir kutuplaşma, bir konsolidasyon yaratır ve bu yolla kendi siyasi kapısını açmaya çalışır. Bu dosyanın yeniden açılması ve bizim Selahattin beyle birlikte ikinci kez tutuklanmamızın arka planında böyle bir siyasi amaç, böyle bir arka plan vardı. Bu siyasi arka plan üzerinden tweetin karşımıza çıkarması gerekiyordu, davanın açılma süresinde bir kampanya başlatıldı. İletişim Bakanlığından İçişleri Bakanlığı’na kadar hakkımızda yoğun bir medya, kamuoyu kampanyası başlatıldı beraberinde dosya açıldı.”
‘Yerel seçim kampanyasını dava üzerinden yürütecekler’
Mahkeme aracılığıyla iktidarın kirli siyasetini sürdürdüğünü ve etik dışı yöntemlere başvurduğunu belirten Yüksekdağ, “Meselenin tweet olmadığını siz de biliyorsunuz” dedi. Yüksekdağ, savunmasını şöyle sürdürdü: “Meselenin dava dosyasında ifade edilen şeylerden olmadığını siz de onlar da biliyor. Mesele bir siyasi intikam olmanın ötesinde bu iktidarın hayatta kalma meselesidir. Düşmanlık üzerinden, bizim üzerimizde kurdukları baskı üzerinden ayakta kalabileceklerini düşünüyorlar sadece. Yerel seçimler yaklaşıyor. Yerel seçim kampanyasını da yine bu dava ve mahkeme kararı üzerinden yürütecekler. Mahkeme tarihinizle ne kadar denk düşüyor. Yerel seçim öncesi siparişi verilen kararı çıkaracaksınız onlar da sallayarak bağımsız yargı ceza verdi, bunlar teröristtir diyerek kendi siyasi yolunu açmaya çalışacak. Bu tweet meselesi şuradan önemlidir, partimizin o dönemde yaptığı bir dayanışma çağrısını böyle bir yargılamaya konu etmeniz aslında bizi cezalandırmaktan daha çok Türkiye toplumunu korkutmak ve onları cezalandırmaya dönüktür.”
‘Sayısız korku karakolu kurdu, en büyüğü de zihin’
AİHM kararına girmeyeceğini ifade eden Yüksekdağ, savunmasına şöyle devam etti:
“Bu tweete dayanak hale getirmeniz bizi emsal olarak göstermek suretiyle tüm Türkiye halklarına siyasi iktidar, ‘konuşmayın, söz söylemeyin, tweet atmayın’ diyor. Bu zamana kadar sayısız kez insanlar sadece Twitter’de Instagram’da çeşitli sosyal medya mecralarında dayanışma, siyasi içerik taşıyan herhangi bir konu paylaştığı için gözaltı, tutuklama saldırısıyla karşılaştı, ceza aldı. O nedenle sosyal medya aracılığıyla söz söylemek ciddi bir korku alanı. Siyasi iktidar toplumu korku altında tutmak için sayısız korku karakolu kurdu, en büyüğü de zihin. Bunu da söz ve düşünce, ifade özgürlüğü üzerinden yapmaya çalışıyor.
İnsanlar konuşamıyor
İnsanlar kesinlikle eskisi kadar rahat konuşamıyor, ben bazen diyorum ki içerideyim çok rahat konuşuyorum. İnsanlar söz söyleyemiyor. Bir eylem çağrısı yapılacak, telefonundan, sosyal medyasından mitinge, yürüyüşe çağrılmayacak hala gelmiş insanlar. İnsanlar bu hale getirilince kendini geri çekme hali ilelebet sürecek mi sanıyorsunuz. Bugün korkutursun insanlar susar, kendini geri çeker ama yarın öbür gün toplum mutlaka senin uyguladığın bu zulme tepki verir ve sen bu tepkinin altında kalırsın. Bugüne kadar yaşanan tüm bu toplumsal olaylarda bu yaşanmamış mıdır? Bütün kitlesel hareketlerin çıkışı, büyük korku dalgalarının ardından gelişmiştir.
Bir tweet ile kıyametin sorumlusu ilan edilmek…
Kaç yıldır yargılanıyoruz. Neredeyse profesyonel sanık olacağız. Bir tweet ile kıyametin sorumlusu ilan edilmek bize geri adım attırmaz ama bütün kadınlarda ve topluma gözdağı verme girişimidir. Her yerde tepki vermek en doğal haktır, bizim ve Türkiye halklarının kimseden icazet almasına gerek yoktur. Bir tweet için açtığınız ceza dosyası artık yok hükmündedir ama bizim o tweetle yaptığımız çağrı hala varlığını koruyor, var olacak, etkisi sürecek. Ne dedik, Kobanê halkıyla dayanışalım, insanlık direnişini, onur direnişi sahiplenin dedik. Doğru ve insanlığın akışına uygun bir çağrıydı, hiçbir fazlası eksiği yoktu, belki daha fazlasını söyleyebilirdik. Bugün Kobanê halkıyla dayanışmayı bir ceza konusu haline getiriyorsanız, bütün halkların dayanışmasına karşı olduğunuzu gösteriyorsunuz. Eğer bunu toplumun elinden alırsanız toplumdan geriye bir yozlaşma ve yığın kalır. Bugün iktidarın yapmaya çalıştığı toplumu yığınlaştırmadır. Bizim suçumuz buna hayır demek mi? Buna hayır dedik ve demeye devam edeceğiz.”
Gezi direnişi
Dayanışma çağrısı yapılan HDP’nin dava konusu tweeti üzerinden başlatılan yargılama süreciyle Türkiye’de bir korku iklimi yaratılmak istendiğine dikkat çeken Yüksekdağ, “Amaç hak alanını daraltmak ve giderek yok etmek, ortadan kaldırmaktı. Türkiye toplumunda var olan gittikçe değişen, büyüyen demokratik değişim isteğini bastırmak için öyle bir davaya ihtiyaç vardı. O tweet öncesinde toplumda demokratik değişim isteği gelişmiştir, Gezi direnişi diye tarif ettiğimiz Haziran halk hareketi, doğa ve yaşam duyarlılığı sahiplenmesi üzerinden kendini gösteren, başlayan ama giderek bir toplumsal adalet, özgürlük ve onur isyanına dönüşen Gezi direnişinden bahsediyorum. Türkiye’de muhalefetten yana yaprağın kıpırdamadığı, baskı politikalarıyla işçi direnişlerinin ezildiği, kadın hareketinin engellendiği, bütün Kürt halkına dönük ciddi saldırıların geliştirildiği bir dönemdi Gezi direnişinin ortaya çıktığı dönem. O süreç içinde biriken tepki, Gezi’de vücut buldu” diye konuşt.
‘Gezi direnişi değime dair umut verdi’
Gezi direnişini “umut hareketi” olarak değerlendiren Yüksekdağ, direnişin Türkiye halklarına değişimin mümkün olabileceğine dair umut verdiğini söyledi. Yüksekdağ, “2013’ten sonra Türkiye toplumunu bir umutsuzluk sarmıştı. Muhalefette, demokrasi ve özgürlüklerden yana bir umutsuzluk ve karamsarlık havası hakimdi. Bu dönemden çok tanıdık gelen fısıltılar konuşmalar geçiyordu. Türkiye’de kendisine bir gelecek görmediğinden bahsediyordu, yurtdışına gitmek kendisini nereye atarsa Türkiye dışında orada yaşama hayalini kuran kişilerin sayısı fazlalaşmaya başladı” diye belirtti. 1980 Darbesi’nin ardından ilk kez Gezi direnişiyle beraber toplumda bir “soğuma döneminin” başladığını dile getiren Yüksekdağ, “Bu ülkede demokratik değişimin olmayacağından umudunu kaybetmiş, değişimi başka yerde aramaya başladı. Gezi hareketi umudun yeniden fışkırması, öldü sanılan umudun yeniden ortaya çıkması oldu. Bir büyük insanlık hareketi olarak ortaya çıktı. O Gezi direnişinde ben de yer aldım, milyonlarca insan vardı, 5 milyonun üstünde insan katıldı Haziran hareketine. Sadece Taksim’de değil Bayburt dışında bütün illerde insanlar sokağa çıktı, sokağa çıkamayan tencere, tavayla, ışığını yakıp söndürerek katıldı. Türkiye’nin sayısız meydanında özgürlük iklimi oluşmaya başladı, bu özgürlük iklimi içinde umut yeniden canlandı. Ve Türkiye toplumu yaşadığı güçsüzlüğü birbirine sarılarak aşabileceğini anladı” sözlerini kullandı.
‘İnsanlarını barıştırdı, dayanma gücü verdi’
Direnişin toplumda birliktelik anlayışını somutlaştırdığını kaydeden Yüksekdağ, “Birbirinden koparılan, kutuplaştırılan, ‘sen teröristsin, sen aymazsın’ diyerek birbirinden koparılan insanların birbiriyle yeniden tanıştığı, arada çizilen yapay ve zorlama sınırların ortadan kalktığı, en kötü ihtimalle silikleştiği bir dönemdi. Farklı görüşlerden insanlar onur ve özgürlük değerlerinde buluşarak o Taksim meydanını güzelleştirdiler. Çelişkiler ve çatışmalar vardı ama o Gezi günlerinde hiçbir kötü olay yaşanmadı, insanlar birbirine saldırmadı, kırmadı, dökmedi, herhangi bir güvenlik sorunu yaşanmadı. İnsanlar, farklılıklarını kabul ederek biz olma, toplum olma duygusunu yaşadı. Bir toplum birbirinden koparılırsa, ayrıştırılırsa, atomize edilirse dağılma, çürüme, yozlaşma başlar. Ama bir toplumda biz olma duygusunu yaratan gelişme yaşanırsa o toplum kendini yeniden onarır, yaralarını sarar. Gezi direnişi çok ağır cezalarla mahkum edildiğini sanılan bu direniş, bu ülkenin kanayan yarasını sardı, bu ülkenin insanlarını barıştırdı, dayanma gücü verdi” dedi.
AKP iktidarının ortaya çıkan toplumsal mücadele hattından rahatsızlık duyduğunu dile getiren Yüksekdağ, “Ağır yaralı Türkiye toplumu, ülkesinden umudunu kesme noktasına gelen Türkiye toplumu yeniden toplandı ve kendisini yeniden üretti. Ama egemen yapı özellikle de AKP ve saray iktidarı toplumun birbiriyle barışmasını istemedi hiçbir zaman. Çareyi, toplumun kutuplaştırılmasında yani sizin deyimiyle milletin bölünmesinde, halkın bölünmesinde gördü” diye belirtti.
Erdoğan, halkın kendisiyle baş hizasında olmasını istemedi
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın “çapulcular” ve “ayaklar baş olmaya başlıyor” sözlerini anımsatan Yüksekdağ, “Erdoğan, halkın kendisiyle baş hizasında olmasını istemedi. Diktatörlük, tek adam, tek merkeziyetçi zihniyet toplumu ya da herhangi bir siyaseti kendiyle eşit görmez; kibirlidir, küstahtır, küçük dağları kendi yarattığı zihnine sonuna kadar, gideceği güne kadar inanır. ‘Siz kimsiniz benimle baş hizasında olamazsınız’ dedi ve o günden bu yana topluma kırım operasyonu başladı” şeklinde konuştu.
En önemli dinamik Kürt hareketi idi
Gezi direnişinde yaratılan bütünleşme ruhu ile birlikte farklı siyasal ve toplumsal dinamiklerin yan yana mücadele ettiğini hatırlatan Yüksekdağ, şöyle konuştu: “O dinamiklerin en önemlisi de Kürt özgürlük hareketiydi. Hareketin içine girdiği süreç, toplumun politik niteliğini ciddi bir birikim olarak ciddi bir düzey olarak ortaya koydu. O dönemde elbette sadece Gezi’de değil çok daha öncesinde de Kürdistan’da ezilen halkın giriştiği önemli, tarihsel, köklü, özgürlük ve adalet mücadelesi vardı. Ve bu özgürlük ve adalet mücadelesi çok ciddi bir birikimi yarattı. En önemlisi kadın devrimi, kadın özgürlük hareketinde yaratıldı. Kadın devrimi Rojava’da bir nitelik yarattı ve bütün Türkiye toplumunu demokratik siyaset zeminin, yapısını etkileyen bir dinamiğe dönüştürdü.”
Kürt siyasal hareketinin emekçi bir halk hareketi olduğunu ifade eden Yüksekdağ, “Politik özgürlük taleplerinin yanı sıra aynı zamanda ezilen sınıf olmaktan kaynaklanan talepleri ve mücadeleleriyle Türkiye’deki demokrasi mücadelesine çok önemli katkılar sağlamıştır. Bu dinamiklerin buluşması Gezi ile sınırlı kalmadı. Türkiye’nin dört bir yanında geliştirilen Gezi eylemlerine Diyarbakır’dan, Lice’den ses verildi. O dönemde yaşamını kaybeden demokrasi şehidi olarak bugün de saygı ile andığımı şehitlerimizden biri de Medeni (Yıldırım) arkadaşımız idi. İsmail Korkmazlardan, Abdullah Cömertlere yaşamını kaybeden arkadaşlarımıza tekrar minnet, şükran duygularımı gönderiyorum” şeklinde konuştu.
AKP büyüsü bozulmuştu
Demokratik bir muhteva ile başlayan ve barışçıl, eşitlikçi bir mücadele biçimiyle süregelen Gezi direnişinin iktidarın baskı ve şiddet politikalarıyla karşı karşıya kaldığını aktaran Yüksekdağ, “Gezi direniş mekanlarının ortadan kaldırılması, bu birikimin ortadan kalkması anlamına gelmiyordu. Uzun zamandan sonra ilk defa Türkiye’nin doğu ve batı yakası bir araya geldi. Bu tablo egemenleri çok daha telaşlandırdı, kaygılandırdı. Demokratik değişim talebi Gezi’ye yönelik saldırılara rağmen ortadan kalkmadı, değişik şekillerde kendini sürdürdü. HDK ile birlikte 2013-2014 sürecinde gittikçe büyüyen demokratik hak örgütlenmeleri, bu iklimde, zeminde beslendi, gücünü aldı. Siyasette, mücadelede kendini ortaya koydu. Gezi direnişinin ortaya çıkardığı o birleşiklik tablosu içerisinde bir çoğalma durumu yaşandı, örgütlenme düzleminde de kendini çoğaltmaya başladı. Daha çoğulcu, daha kolektif daha dayanışmacı, demokrasinin geliştirilmesinin inşa edilmesine uygun bir toprak gelişmeye, oluşmaya başladı. Siyasi iktidarın asıl hazmedemediği Türkiye’de demokrasinin gelişmesiydi. Türkiye halklarının birleşmesi, başarabileceğini görmesiydi. Aslında AKP iktidarının büyüsü bozulmuştu” ifadelerini kullandı.
“Halkların Demokratik Kongresi (HDK) bizim siyasi yürüyüşümüzün dönüm noktasıdır” diyen Yüksekdağ, HDK’nin Gezi direnişi sırasında toplumsal bir hareket olarak kendini var ettiğini belirtti. Yüksekdağ, şöyle devam etti: “Bizler bu dönemde yapılması gereken doğru şeyi yaptık, birilerinin mutlaka bizim yaptığımızı yapması gerekiyordu. İster tarih, ister tesadüf, ister zorunluluk önemli değil ama birilerinin yapması gerekiyordu. Türkiye’deki demokratik değişim isteğini, siyasi iradeye dönüştürmek gerekiyordu.”
‘HDP bir fikir, felsefe partisidir
O dönemde siyasal ve toplumsal açıdan yeni bir sorumluluk ve irade ihtiyacı duyulduğunun altını çizen Yüksekdağ, “Türkiye’de artık toplum kabına sığmıyor, bu kap dar geliyor, Gezi gibi bir dayanışma demokratik bir direniş hareketiyle kendini ortaya koydu. Bir siyasi iradenin müdahale edip, toplum içindeki unsur olarak bu harekete öncülük yapması gerekiyordu. O süreçte HDK’nin içinden çıkan bir yönelim olarak HDP kurulmuştur. Türkiye halklarının birleşik demokratik devrimci geleceğini inşa etmek üzere kurulmuştur. HDP bir fikir, felsefe partisidir. HDP bir tarih partisidir ve hiçbir fikir hiçbir felsefe ve tarih asla mahkeme salonlarında yargılanamaz. Asla mahkeme salonlarına sığmaz. Beş milyon sayfalık dosya yapsanız ona da sığmaz, 15 milyona da sığmaz. Çünkü fikir, felsefe, tarih asla yargılanamaz” dedi.
HDP’nin Türkiye toplumunun değişim talebini siyasi bir çıkış ile “taçlandırmak ve öncülük rolünü üstlenmek” istediğine değinen Yüksekdağ, şunları kaydetti: “Bir çatı partisi olan HDP’nin eş başkanı Figen Yüksekdağ olmadan önce ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’dım. Bugün de ana evimi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. Bütün ESP saflarında mücadele eden yoldaşlarımı, arkadaşlarımı saygıyla selamlıyorum. Ama ben ESP görevini yürütürken yaşanan bu değişimler bize bir çağrı yaptı. Hayat, mücadele, halk bize bir çağrı yaptı. Artık kendi sınırlarımızın dışına çıkma çağrısı yaptı. Artık toplumun birleşerek başarma isteğine, siyasi sınırlarımızı arkamıza bırakarak cevap olma çağrısı yaptı. Bu tarihsel bir çağrıydı, çağrıyı duymak da tarihsel bir görevdir. Benim bir sosyalist olarak bu çağrıyı duymaktan başka görevim yoktu.”
‘Kürt halkı katlediliyorsa kulaklarınızı tıkayamazsınız’
“Sosyalizmin özünde eşitlik vardır” vurgusu yapan Yüksekdağ, ulusların, halkların, dinlerin eşitliğini esas alan bir mücadele anlayışına sahip olduğunu anlattı. Yüksekdağ, şöyle devam etti: “Biz sosyalistlerin halklara sırtını dönüp sosyalizmcilik oynama hakkı yoktur. Burnumuzun dibinde kan akarken, Kürt halkının eşit hakları kabul edilmezken, sırtımızı dönemezdik. Bir sosyalist bunu yapamaz. Sosyalizmin temelinde enternasyonalist bir bakış ve ulusların birleşmesi eşit haklarla yaşaması vardır. Türkiye’de hiçbir sosyalistin ezilenlere, Kürt halkına sırtını dönmesine hakkı yoktur. Ayrımcı yaklaşan, Kürt halkına tepeden bakan zihniyeti ve partileri eleştirdim ve eleştirmeye devam edeceğim. Birleşikliği savunmak adına ne söylediği belli olmayan, sapla sapanı birbirine karıştıran bir sosyalizm olamaz. Eğip bükmeden bu hak mücadelesi etrafında nerede yer alacağını bilmek gerekir. Benim partim ESP ve diğer sosyalist partiler safını net belirledi. Bende isterdim ki oturup sosyalist programın çelişkilerini sorunlarını anlatayım, bunları konuşmak isterdim, insanların refah içinde yaşaması için ne gerekiyorsa onu anlatmak isterdim ama etrafınızı karanlık sarmışsa ve etrafınızda ‘hawar’ sesleri duyuluyorsa, Kürt halkı katlediliyorsa kulaklarınızı tıkayamazsınız. Bir yerde ateş yanıyorsa hiçbir şey yapamıyorsanız, yananlar ile birlikte yanacaksınız.”
‘’Türkler kendi isteğiyle Kürtlerin yanında olamaz’ fikri vardı’
Sosyalist bir Türk olarak, “Ne işin var Kürtlerin arasında” şeklinde birçok kez tepki aldığına dikkat çeken Yüksekdağ, “Ancak biz bıkmadan usanmadan anlatmaya çalıştık. Hak olanının, doğru olanın bu olduğunu anlatmaya çalıştık, ikna etmeye çalıştık ve bunu anlatmaya devam edeceğiz. Benim Türk kimliğimi, sosyalist kimliğimi daha fazla nefret gerekçesine dönüştürdüler, çünkü ‘Türkler kendi isteğiyle Kürtlerin yanında olamaz’ fikri vardı. O sınırları kendileri koymuşlar. Ben ve yoldaşlarım bu sınırı onların nezdinde aşmış olduk. Bütün bu nefretle bizi ayrı yerlere savurma çabalarına karşı biz bir çizgide inat ve ısrar ettik, yine inat edeceğiz” dedi.
Türkiye ve Kürdistan halklarının birleşik mücadelesinin tasfiye edilemeyeceğini dile getiren Yüksekdağ, “Biz hem dövüldük hem ateşte yandık ama bu çeliği kıramazsınız. Türkiye ve Kürdistan halklarının devrimci demokratik birleşik mücadelesi kırılmaz bir çeliktir” sözlerini kullandı.
‘Denizler’in vasiyetidir’
Sosyalist olmanın gerekliliklerinden birinin de reddedilen ulusların haklarına sahip çıkmak olduğunu söyleyen Yüksekdağ, buna karşı bu fikrin faşizm hareketleri tarafından kırıldığını ve kimi sosyalist yapılar tarafından yok sayıldığını aktardı. Bu durumun Türkiye’deki sosyalizm mücadelesini kesintiye uğrattığını ifade eden Yüksekdağ, “Bizim açımızdan Kürt halkının davasına sahip çıkmak, güncel politik bir zaruretten ibaret değil, bize bir vasiyettir. 1968’lerde devrimci hareketlerde yaşamını yitiren devrimci yoldaşlarımızın vasiyettir. Bu miras ve vazife bize idam sehpalarında bırakıldı. Deniz Gezmiş, Yusuf İnanların sözüyle bize vazife edildi. Bütün devrimci kadroların katledildiği dönemlerde, çok genç yaşlardaki yoldaşlarımızda çok önemi bir bilinç ve nitelik ortaya çıkarmışlardır. Denizlerin yazdıkları son mektupta tarihe ve bize vazife edilen şuydu: ‘Yaşasın Türk ve Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi.’ Bu sözler nice kayıplar ve durgunluklarla sınanarak dönüp dolaşıp bize geldi. Bizden de sonraki kuşaklara gidecek” diye konuştu.
Duruşma Yüksekdağ’ın savunmasıyla devam ediyor.
Kaynak: MA