MED TUHAD-FED Eşbaşkanı Zeki Baran, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi değerlendirdi: Sayın Öcalan’la görüşmenin gerçekleşmesi toplumun nefes almasını sağlayacak. Sayın Öcalan ile görüşme sağlandığında ülkede huzur ortamı oluşuyor. Biz bunları söylerken bir tahminde bulunmuyoruz, bir yorum da yapmıyoruz, var olan gerçekliği dile getiriyoruz
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde 24 yıldır ağır tecrit koşulları altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan, kardeşi Mehmet Öcalan ile 25 Mart 2021 tarihinde yaptığı telefon görüşmesinden bu yana haber alınamıyor. Abdullah Öcalan ile birlikte cezaevinde tutulan diğer tutuklular Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş ve Ömer Hayri Konar’dan haber alamama hali 30’uncu ayına girdi. Abdullah Öcalan ile son temasın sağlandığı günden bu yana Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na ve İmralı Cezaevi’ne en az 304 avukat, en az da 133 aile başvurusu yapıldı.
Abdullah Öcalan ile görüşme yapılması talebiyle 5 Eylül 2016’da, 50 Kürt siyasetçi tarafından başlatılan açlık grevi eyleminin üzerinden 7 yıl geçti. Açlık grevine girenlerden biri olan Med Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuki ve Dayanışma Dernekleri Federasyonu (MED TUHAD-FED) Eşbaşkanı Zeki Baran, İmralı’da uygulanan tecride, uluslararası kurumların sessizliği ve tecritle ne amaçlandığına dair soruları yanıtladı.
- İmralı Cezaevi’nde ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 25 Mart 2021’den bu yana haber alınamıyor. Bu haber alınamama halini nasıl değerlendiriyorsunuz, tecrit ile ne amaçlanıyor?
Sayın Öcalan’a uygulanan tecridin görünürdeki kısmı; Sayın Öcalan’ı tamamen izole etme, toplumla bağını koparma, fikir ve düşüncelerine tecrit uygulamadır. İşin görünmeyen ve hissedilen kısmı ise mevcut savaş politikalarına zemin hazırlamak, kendini toplumdaki çelişkiler üzerinden var eden faşizmin ve çatışmanın devam etmesindeki ısrardır. Hükümetler Sayın Öcalan’ın rolünü oynadığı, toplumla bağını kurduğu zaman, Türkiye’de nasıl bir huzur ortamının yaratıldığı, çatışmaların sonlandırıldığı ve bu yaratılan huzur ortamının sadece Türkiye halklarına değil aslında Ortadoğu halkları özgünlüğünde tüm dünya ezilen halklarına nasıl umut olduğunu geçmiş dönemlerde gördü. Gelinen noktada sadece şunu tanımlamak mümkün; Demokratik Modernite ile Kapitalist Modernite’nin olağanca derinlemesine devam eden bir mücadelesi söz konusu… Sayın Öcalan’a uygulanan mutlak tecrit halinin 25 Mart 2021’den bu yana devam etmesi; Kapitalist Modernite’nin Demokratik Modernite’ye baskın gelme çabasıdır.
- 5 Eylül 2016’da 50 Kürt siyasetçinin Öcalan ile görüşmesi talebiyle başlattığı açlık grevi eylemine girenler arasındaydınız. O dönemde çatışmalı süreç yeni başlamıştı ve diyalog kanallarının yeniden açılması talebiniz vardı. O günden bugüne ne değişti?
7 yıl geçti üzerinden, bugün tecridin kaldırılması için ortaya konulan sebepler neyse o gün de aynıydı. Çünkü mücadele değişmedi, Sayın Öcalan üzerindeki tecrit değişmedi. Her ne kadar 25 Mart 2021’den bu yana hiçbir şekilde haber alınamama söz konusu olsa da, bu 24 yıllık bir tecrit hali. 5 Eylül 2016’da Diyarbakır merkezli 50 Kürt siyasetçi Sayın Öcalan’la görüşme yapılması için açlık grevi başlatmıştı. O gün açlık grevine girme sebebimiz yine tecrit gündemliydi, bugün bu kurumlarda bulunmamızın sebepleri de aynıdır. Hiçbir şey değişmedi, o gün AKP-MHP ittifakları söz konusuydu, o gün yine mutlak bir savaş hali mevcuttu, o gün çatışmaların yansımaları mevcuttu, cenazeler geliyordu, bugün de farklı bir şey yok. Onun için şartlar değişmedi, haliyle taleplerin de değişmesi mümkün değil.
Ancak bu aynı zamanda bizim açımızdan bir özeleştiri konusu; 2016’da tecridin kaldırılması, Sayın Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirilmesi üzerine grev başlatıyorsunuz ama 2016’dan günümüze gelindiğinde bu tecridin kaldırılmasını bir kenara bırakın daha da derinleştiğini görüyoruz. Bu da taleplerin altını dolduramadığımız, bunu sadece kurumlarla veya bireylerle sınırlı tuttuğumuz, topluma yaymadığımız özeleştirisini beraberinde getiriyor. Kısacası cevap olamadık.
- Eyleminizin 5’inci gününde PKK Lideri Abdullah Öcalan kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı görüşmede, “Çözüme dair projelerimiz var, hazırlamışız. Orta noktayı bulmuşuz. Eğer devlet de hazır ise 2 kişiyi adaya gönderir, burada müzakereleri yapabiliriz… Ben devletten korkmuyorum. Beni burada infaz edebilir ama benim irademi teslim alamazlar” dedi. “Çözüme hazırım” diyen PKK Lideri Abdullah Öcalan neden tecrit edildi?
Bütün servetini Kürdün kazanımını yok etmeye, ortadan kaldırmaya yeminli bir iktidarla karşı karşıyayız. Bunu AKP-MHP iktidarı olarak tanımlamak eksik kalıyor. Bu bir sistem sorunudur. 1980’li yıllarda Kenan Evren cuntasının Kürt halkına karşı insanlık dışı uygulamalarının amacı ne ise 1990’lı yıllarda Tansu Çiller, Mehmet Ağar’ların faili meçhulleri işlemesindeki kastı ne ise 2000’li yıllardan bu yana AKP iktidarının da amacı aynıdır. Bu da bize bir gerçeği gösteriyor; sistem bazen isim, maske değiştirir ama özünde hiçbir zaman değişmez ve tamamen kendini toplumdaki diğer farklılıkları düşünceleri, halkları yok etmek üzerinden yaşatır.
- Bugün bakıldığında 24’üncü yılını geride bırakacak ve son 30 aydır hiçbir şekilde haber alınamayan bir tecrit hali mevcut. Buna rağmen dünyada PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın paradigmasının tartışıldığını, sahiplenildiğini görüyoruz. Bugün tecrit hali Öcalan’ın paradigmanın yayılmasına engel olabildi mi?
Bunun en somut örneğini Kadın özgürlük mücadelesinde görebiliyoruz. Bugün Kürt kadının sloganı olan “Jin, jiyan, azadî”nin bütün dünya da yankı bulması, özgürlük talebinde bulunan kadınların bu sloganı dilinden düşürmemesi Sayın Öcalan’ın paradigmasının en somut göstergesidir. Sayın Öcalan’a uygulanan tecride rağmen bütün dünyada birçok üniversitede savunmalarının ders kitabı olarak okutulduğuna, gün geçtikçe bu ilgi ve alakanın arttığına şahit oluyoruz. Özellikle ete kemiğe bürünmüş halini Rojava’da görmek mümkün. İlk başlarda 5-6 kişiyle ortaya çıkmış bir fikir ama bugün bakıyorsunuz; bu fikriyat, bu paradigma sınırları aşmışsa, milyonlarca kitleyi peşine takmışsa ve sempati oluşturmuşsa bunu sadece tek isimle tanımlayabiliriz, bu hakikatin ta kendisidir. Hakikat evrensel değerlerdir, hakikat her yerde aynıdır. Tam da Sayın Öcalan’ın paradigmasını böyle tanımlamak mümkün. Sayın Öcalan’ı okumak ayrı, anlamak ayrı ama en önemlisi onun paradigmasını yaşamsallaştırmaktır. Kendi günlük yaşamın her alanında birinci önceliği haline getirmek ve paradigmasına göre yaşam tasarlamaktır. O zaman sistemin Sayın Öcalan üzerinde uyguladığı tecridin boşa çıkacağını göreceğiz.
- İmralı’da tekrar bir görüşme sağlanması durumunda ülkede nasıl bir atmosfer hakim olur?
Sayın Abdullah Öcalan ile görüşme sağlandığında ülkede huzur ortamı oluşuyor. Biz bunları söylerken bir tahminde bulunmuyoruz, bir yorum da yapmıyoruz, var olan bir gerçekliği dile getiriyoruz. Geçmiş dönemlerde bunun en somut örneklerini yaşadık. Sayın Öcalan’la diyalog olduğu dönemde sadece Kürt halkına değil, hükümete yönelik de görüş ve önerilerinin olduğunu, bu ülkenin demokratikleştirilmesi, temel hak ve özgürlüklerin herkesçe kabul edilmesi için çağrı yaptığına tanık olduk. Bu çağrıların karşılık bulduğu zamanda gerçekten toplumda bir huzur, barış ortamının, ekonomik olarak refah düzeyinin yakalandığına şahit olduk. En krizli durumlarda Sayın Öcalan’ın bir mesajının toplumda nasıl karşılık bulduğunu hepimiz gördük.
Yeter ki toplum Sayın Öcalan’la bir görüşme yapıldığını bilsin, görüş ve önerileri sağlıklı objektif bir şekilde topluma aktarılsın. Sayın Öcalan’la bugün bir görüşmenin yapılması, emin olun bu topluma her yönüyle nefes aldıracaktır. En önemlisi bugün yaşadığımız derin ekonomik krizin aşılması anlamına gelecektir. Biz bunu söylerken ‘Sayın Öcalan, hazinenin kasasını parayla dolduracak’ anlamında söylemiyoruz. Bugün mutlak bir savaş hali söz konusu. Bu çatışma hali yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine, milyonlarca insanın mağdur olmasına, yerini yurdunu terk etmesine sebep olmuşsa bu mutlak savaş halidir. Bunu farklı şekilde tanımlayamazsınız. Bugün bu savaşa harcanan bütçe eğer Türkiye halklarının refahı ve geçimi için seferber edilse ekonomik kriz diye bir şey kalmaz. Türkiye halkları artık tecridi konuşmak istemiyor, birilerinin gidip görüşme yapmasından ziyade Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanmasını istiyor.
- PKK Lideri Öcalan’ın toplum üzerindeki etkisinden bahsettiniz, bunu daha somut bir örnekle açıklayabilir misiniz?
Bugün Kobanê olayları olarak dillendirilen ama aslında DAİŞ’in Rojava’ya saldırısına karşı toplumun göstermiş olduğu refleksin ardından yaşanan süreçte bütün şehirlerin bir ateş topuna dönüştüğünü ve Sayın Öcalan’ın bir mesajıyla herkesin nasıl evlerine çekildiğini hepimiz gördük. Sayın Öcalan’ın toplum üzerinde böyle bir etkisi var. Şartlar ne olursa olsun toplumun Sayın Öcalan’ın ağzından çıkan iki kelimeyi dikkate alıp, buna göre pozisyon alma durumu söz konusu. Çok net ve açık bir şey var, biz bunları dillendirirken Sayın Öcalan’a mutlak tecridi reva gören kesimler en az bizim kadar bu gerçeğin farkında. Sayın Öcalan’ın savunmaları, görüşmeleri, perspektifleri ve önerileri var. Özellikle iktidar cenahından ya da kendini bu ülkenin temel taşı olarak gören isimlerden bugüne kadar Sayın Öcalan’ın ‘şu fikri yanlıştır, doğrusu olan budur’ dediğine hiç kimse şahit olmamıştır. Sayın Öcalan’ın ortaya koymuş olduğu fikir, düşünce, felsefe hakikatin ta kendisidir.
- Tecridin son bulması ve görüşmelerin sağlanması için uluslararası alanda ve Kurdistan’ın dört parçasından hukukçular, siyasetçiler Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne başvuru yaptı. Tüm girişimlere rağmen bu sessizliğin nedenini nasıl yorumluyorsunuz?
CPT, işkenceyi önleme komitesi yani siz işkenceyi önlemek ile mükellefsiniz, gidiyorsunuz, bir kişiyi ziyaret ediyorsunuz. O’nunla ilgili bir rapor hazırlıyorsunuz ama bu raporu yayınlama şartınız o tecridi uygulayanın iznine bağlı, yani CPT rapor hazırlıyor ama Türkiye buna izin vermediği takdirde raporu kamuoyuyla paylaşamayacağını söylüyor. Diğer bir boyutu, özellikle bugün devam eden Rusya-Ukrayna savaşı, bu savaşın başlamasıyla dünyanın iki kutuplu hale gelmesi, Türkiye’nin jeopolitik konumu, Türkiye’nin sürekli Avrupa’yı mültecilerle tehdit etme durumu bütün bunları üst üste koyduğumuz zaman şunu görebiliyorsunuz; dünya ülkeleri maalesef öncelikli tutumları çıkarlarını korumak oluyor. Uluslararası boyutuyla Sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecride sessiz kalmalarının sebeplerini böyle sıralamak mümkün.
Efrîn’e karşı saldırı gerçekleştiği zaman Rusya Dışişleri Bakanı’na ‘Siz sınırları açtınız, bu saldırıyı nasıl ele alıyorsunuz?’ diye sorulmuştu. Cevabı şu olmuştu; ‘Bizim çıkarlarımıza ters düşüp düşmemesi ile ilgileniyoruz.’ Yoksa orada Kürtler ölmüş, kalmış hiçbir önemi yok. Sayın Öcalan üzerindeki tecridi de bu minvalde ele almak daha doğru. Bu böyle iken ‘Sayın Öcalan üzerindeki tecrit devam edecek’ sonucunu çıkarmamak gerekiyor. Tarihte yok olmayla karşı karşıya kaldığı anda da küllerinden tekrar doğan bir Kürt halkı gerçekliği var ve milyonlarca Kürt, Sayın Öcalan’ı nasıl öncelikli bir şekilde bugüne kadar sahiplendiyse bundan sonra da sahiplenecektir. Tecridin kaldırılmasını bir kenara bırakalım, eminiz ki Sayın Öcalan fiziki özgürlüğünü elde edecektir.
- Toplumu her alanda etkileyen tecridin kaldırılması için nasıl bir mücadele verilebilir ve sivil toplum örgütlerine bu noktada nasıl bir rol düşüyor?
MED TUHAD- FED tutuklu aileleriyle dayanışmanın merkezidir. Sayın Öcalan da bir tutuklu olması vesilesiyle bizim ailesine karşı bir sorumluluğumuz var. Çünkü bu bizim kurumumuzun tüzüğünde var. Haliyle tecride karşı ses çıkarmak öncelikli olarak bizim görevimizdir. Geçen yıl Gemlik Yürüyüşü vardı, yine bu yılın başında 6 Şubat’ta başlayıp 15 Şubat’ta bitirilmesi planlanan bir eylem söz konusuydu. Maraş merkezli depremin yaşanması sebebiyle depremzedelere yöneldik, planlamamız ertelendi. Aileleri ziyaret ettiğimizde Sayın Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin bir an önce bitirilmesi gerektiği ve bununla artık yetinilmemesi, fiziki özgürlüğünün sağlanması gerektiği yönünde görüşler var. Önemli olan toplumun bir bütünen bu beklentilerini bir şekilde örgütleyebilmektir, örgütlü gücü açığa çıkarabilmektir, toplumsal reflekse dönüştürmektir. Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması için bir zemin hazırlanması ve mücadele içerisinde olunması gerekiyor. Türkiye ve uluslararası arenadaki sol, sosyalist kurum, kitle ve örgütlerle ittifak zeminini oluşturmak gerekiyor. Sadece bir federasyonun, siyasi partinin görevi olmaktan ziyade dünyada Sayın Öcalan’ın fikrini, paradigmasını, felsefesini benimsemiş herkesin buna karşı tek ses olması gerekiyor. Gelinen noktada tartışmalar devam ediyor, eminim ki önümüzdeki günlerde çok güçlü planlamalar açığa çıkacak. Ama Sayın Öcalan üzerindeki tecridi konuşmaktan ziyade hepimizin öncelikli görevi fiziki özgürlüğünün nasıl sağlanacağı yönünce kafa yorması gerektiği kanaatindeyim.
Haber: Eylem Akdağ/MA