Kosta Rika’lı yazar Carlos Fonseca’nın Cenup adlı romanını okudum geçen hafta. Bu çok katmanlı, izleklerin zaman zaman birbirine karıştığı roman, okuyucunun az çok belli bir yoldan ve temel bir izleği takip ederek sona doğru gitmesine izin vermiyor.
Fonseca’nın öyküsünü anlattığı, hastalık nedeniyle dilini kaybeden, ama görünen o ki yeni bir dil bulan yazar Aliza Abravanel de, ilk romanlarından birinde “yolun kusuru,” diyor “var olmayan bir son yanılsaması yaratmasıdır.” Bu yüzden “Aliza’nın romanlarının sonu hep bir tuhaftır, bir mumun yavaş yavaş sönüşüne benzer.”
Aslında hiçbir romanın sonu yoktur, son, yazarla yazardan büyük bir şeyin temsil gücünü üstlenen metin arasında uzlaşma sonucu ortaya çıkar. Her uzlaşma gibi çilelidir, emek ve sabır ister. Belki Aliza’nın romanlarının mum gibi yavaş yavaş sönmesi bu zor uzlaşıyı simgeliyor.
Gelelim konuya, var olmayan bir son yanılsaması yaratmak yolun kusuru mudur? Yoksa biz sonu belli yollardan gitmenin güvencesine mi ihtiyaç duyuyoruz. Yolun, yolda yürüyenin ve hedefin sürekli değiştiğini ve karmaşıklaştığını ve aslında tam da böyle olması gerektiğini kabul edemiyor muyuz?
Benim de bir üyesi olduğum 80 darbesi öncesi devrimciler kuşağının kendisine bir güncük bile gelecek biçmemesine rağmen yine de kısa ya da orta vadede zafer dolu bir sona ulaşacağını düşünmesi hep ilgimi çekmiştir. Gidilecek yol belliydi, engebeli, dolambaçlı ve sarp olsa da mutlaka zafere çıkacaktı.
Bu kuşak zaferle dolu sonu kendi için istemedi. Çünkü hiçbiri bu sonu görecek kadar yaşayacağını düşünmüyordu.
Tam da bu nedenle bizim kuşağın en büyük cezası hayatta kalmak oldu. Ölenlerden artakalan, hak etmedikleri o hayatla ne yapacaklarını hiçbir zaman bilemediler. Mücadeleden vazgeçilmedi evet, ama hep o derin kayıp duygusunun gölgesinde. Belki de bu yüzden seksen öncesi antifaşist mücadelenin zengin tecrübesi yeni kuşaklara aktarılamadı. Daha kötüsü, hiçbir tanrının ayak basmaya cesaret edemediği, etse bile en fazla bir kenara iliştiği o olağanüstü maneviyat dünyası kayboldu. Yenilgi bu yüzden çok ağır oldu.
Elbette siyasi mücadele dünyayı değiştirme, halkın iktidarını kurma mücadelesi bir strateji gerektirir. Bu da bizi, sonu nereye çıkacağı az çok belli bir yol fikrine götürür. Öte yandan hedef hiçbir zaman aynı kalmaz, varılacak hedefin ihtiyaçları gün be gün artar ve karmaşıklaşır. Yolda yürürken hedef de dönüşür. Yoldakilerin sürekli kendilerini dönüştürmeleri gerekir.
Bir noktada, dünyadaki türlü siyasi mücadelelerde olduğu gibi zor ve çileli bir uzlaşma noktasına da varılabilir. Sadece mücadele edenler uzlaşmayı başarabilir. Yol devam eder.
İnanır mısınız, yazarın metinle ilişkisi de böyledir. Kelimelere sığmayan dünya içinize girmiştir, metne dökülebilmesi için dünyayla uzlaşmak gerekir.
Uzlaşı lafını fazla ettim, çünkü solun kendi arasında bile uzlaşıların başarılamadığını, bir eksiklik, yenilgi gibi yaşandığını görüyoruz. Uzlaşı noktasına bizim mücadelemizle gelindiğini, uzlaşmanın cesaret ve emek istediğini unutuyoruz.
Demem o ki, buradan bakınca sonu görünen yollara heves etmeyelim. Cesareti, mücadele azmini, umudu sonu belli yollarda yürümekten almayalım.
Yol uzun ve iyi haber, nereye çıkacağı belli değil. Yolun kusuru yok, çünkü hiçbir yol bize son vaat etmiyor, demek ki yolun kendisi olacağız.