Her şeyi nasıl gözümüze sokarak, yasa, ahlak, sınır tanımadıklarını göstererek yapıyorlar, hâlâ havsalamız almıyor. Kendilerini teşhir etmekten çekinmeksizin uluorta kurmuşlar tezgâhlarını ve her seferinde yedikleri haltlara maruz kalmaktan neredeyse biz hicap duyuyoruz. Bari bu kadar göz önünde yapmayın, çoluk çocuğun ahlâkı bozulacak, diyesi geliyor insanın.
Hırsız, az önce gasp ettiği binanın önünde namaz kılıyor mesela; yukarıdakine takva sahibi olduğunu, haramdan uzak durduğunu falan anlatmak istiyor herhalde. Yoksa onunla kafa buluyor olamaz, değil mi? Neyse bize ne, ikisinin arasında bir mesele. Fakat bu seyirlik ‘ibadeti’ seçili bir açık mekanda ve sıcak bir gündemin ortasında yaptığına göre, onu seyreden üçüncü kişilere, daha önemlisi o binanın asli sahiplerine bir şey demeye çalıştığı belli.
İşin özü, bitmek bilmeyen bir yolsuzluk pornografisi izletiliyor bize. Hep söylenegeldiği gibi, ülke gündemi nefes aldırmayan bir diziden farksız. Ama sıradan bir gerilim dizisi değil bu, her bölümü bir öncekinden ekstrem, hayli müstehcen bir dizi. Bir kesim bağımlısı olmuş, ekrana kitlenip huşu içinde izliyor. Bazıları kafasını çeviriyor, öyle bir şey yokmuş gibi davranıp bakmamaya çalışıyor. Bir de hem izleyip hem de arada “Tüü, Allah belanızı versin!” diye lanet okuyan hayli geniş bir kitle var. Az ve öz bir kesim de hepimizi bu kâbustan çıkaracak tüneli dişiyle tırnağıyla kazımaya çalışıyor; o yüzden çoğu bodruma kapatılmış durumda. Toplumsal kutuplaşma dediğimiz, böylesine basit bir seyirci kamplaşması aslında.
Devletin derinliği falan kalmamış. Her yeni rehine operasyonu, medyasıyla, polisiyle, savcısıyla ve finalde kağıtta yazılı kararı okuyup kapıların arkasında kaybolan hakimiyle organize bir sahtekârlık ayini şeklinde cereyan ediyor. Dolambaçlı yollara sapmadan, hukuğa usulen de olsa uydurma gereği duymadan, eski kankalarının yaptığı gibi bilgisayarlara virüs, Truva Atı falan yükleyerek sahte delil yaratma gibi zahmetlere bile girmeden en kestirme yollardan gidiyorlar. Çünkü onları o yolu kullanmaktan caydıracak herhangi bir engel yok, niye uzatsın ki?
Bütün bunları ağzı açık ayran budalası edasıyla izleyen “böyle bir şey olabilir mi?” muhalefeti ise, peş peşe işlediği hukuk cinayetleriyle seri katile dönüşmüş bu canavarın takatinin tükenmesini, kendi kendine -ilk seçimde inşallah!- eriyerek yok olmasını bekliyor. Salonda oturmuş sezon finalini beklerken kötü karakterin Allah’ından bulmasını niyaz eden teyzeler misali.
Oysa kötünün eli öylesine rahat ki, yıllar yılı gömlek değiştirir gibi mağduriyet değiştiriyor. Göz açıp kapayana kadar failken kurban kılığına geçebiliyor. Sabaha kadar kurtluk yapıp ertesi gün kuzu postunu üzerine öyle pervasızca geçiriyor ki, bu pişkinliğe şapka çıkarıp gerçekten kuzu olduğuna inanmak istiyor insan.
Bu özgüvenle, sözgelimi Kobane gösterilerinde devletin gayri nizami kuvvetleri tarafından katletildiği apaçık insanların faturasını mağdura kesme cüretini gösterebiliyor. Üstelik bunu olayların asıl kışkırtıcısının emir ve talimatları ile yapıyor. Yarın mesela 10 Ekim’in yıldönümünde bir saldırı dalgası daha tertipleyip mitinge katılan sosyalistleri katliamla itham etmeleri bile ihtimal dahilinde. O derece arsız bir zorbalık rejimi!
Yüzsüzlüğün ve yavuz hırsızlığın tarihi yazılıyor evet, ama bunlara seyirci olmanın utancı da o tarihe dahil. Sepetteki bir çürük elmanın tüm elmaları çürütmesi gibi, yozluğa batmış iktidara boyun eğmenin sonu toplumun hepten yozlaşmasıdır, tarihte birçok örnekte görüldüğü gibi.
George Orwell totalitarizmin “bir şizofreni çağı vaat ettiğini” söyler bir denemesinde. “Toplum, yapısı belirgin bir biçimde yapay hale gelince; yani yönetici sınıfı işlevlerini kaybetmesine rağmen güç kullanarak ya da sahtekârlıkla iktidara tutunmakta başarılı olunca totaliterleşir.”*
Giderek yapaylaşan ve totaliterleşen bir toplumsal yapıda dürüstlük, meziyet olmaktan çıkar, saflık emaresine dönüşür. Sahtekârlık ise tersine o toplumun tezgahında en çok satan mal haline gelir. Darbe mağdurluğu söylemi üzerine inşa edilen sürekli darbe rejiminde, Kürtleri hedef alan helikopter cinayetleri, ceset sürüklemeler, operasyon selfie’leri vs. nasıl bilinçli bir şiddet pornografisini hedefliyorsa; kanunsuzluğu bayrak edinmek, yasaların üzerine beton dökmek, Kürtlerin milli iradesinin cenaze namazını kılmak da yolsuzluk pornografisinin ilanıdır. Ve eğer pornografi bastırılan ve yadsınan cinselliğin yansıması ise, bu yeni pornografi furyasının neyi nasıl yansıttığı üzerine biraz düşünelim.
* George Orwell, “Yazının Korunması” başlıklı deneme; Kitaplar ve Sigaralar (Türkçesi: Levent Konca, Sel Yay. 2013) içinde.