Abdullah Öcalan PKK’nin kurulduğu ilk günden başlayarak, örgütünü “eleştiri-özeleştiri” mayasıyla yoğurdu. Onun eleştiri-özeleştiri anlayışı ne Hristiyann dünyasının “günah çıkarmasıyla”, ne de sosyalist hareketimizin yenilgiden yenilgiye uğradığı süreçte “treni sallamasıyla” ilgisi yoktu. Hele iç kavgalarımızın bölünmeye evrildiği dönemde, birbirimizi tasfiye etmenin arefesinde akla gelen türde bir eleştiri-özeleştiri manevrası hiç değildi. Aynı zamanda O’nun eleştiri-özeleştiri anlayışı, örgütün zayıflıklarıyla sınırlı bir anlayış da değildi. İnsan zaaflarına karşı psiko-kültürel dönüştürücü bir mücadele anlayışıydı.
Şimdilerde bırakalım Apocu türde bir eleştiri-özeleştiri sürecini, eğer PKK sözcülerinin ısrarla hatırlatmasını saymazsak, legal hayatımızda eleştiriden de özeleştiriden de neredeyse eser yok. Vaktiyle şakacı bir Bulgar bürokratıyla yaptığım sohbette, “sizde bu eleştiri-özeleştiri işleri nasıl gidiyor” diye sormuş ve şu –aslında gizli eleştirel- cevabı almıştım: “Biz şöyle yaklaşıyoruz, Bog (Allah) bizi eleştiriden korusun, biz kendimizi zaten özeleştiriden koruyoruz.” Halimiz biraz buna benzemeye başladı.
Bu girişi Ertuğrul Kürkçü’nün Yeni Yaşam’daki “Harika bir sıçrayış” yazısını okuduktan sonra yazdım. Çünkü bu yazıda alışık olmadığımız bir eleştiriye rastladım. HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, DEM Parti Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan’ın Fransa seçimleriyle ilgili sözlerini eleştirmiş. Şaşırmadım dersem yalan söylemiş olurum. Bizim yazı hayatımızda “sen bana dokunma, ben de sana dokunmam” havasına uymayan bir gelişmeydi bu.
“Eleştiri” dediysem, bizde anlaşılan türde yıkıcı bir eleştiri değil Kürkçü’nün eleştirisi. Kürkçü Bakırhan’ın Fransa seçimleriyle ilgili değerlendirmesini eleştirmiş. Bakırhan birinci turda ilk sıraya tırmanan faşist hareketin ikinci turda üçüncü sıraya düşürülmesini solun birliğine bağlamış. Kürkçü bunu eksik buluyor. Diyor ki “İkinci turda Yeni Halk Cephesi, (sol muhalefet) mevcut Başkan Macron’un hiç de “demokrat” olmayan blokuyla, protofaşist Ulusal Birlik (RN) karşısındaki en güçlü aday lehine seçimden çekilmek üzere ikinci turla sınırlı bir “Cumhuriyet İttifakı” oluşturdu.”
Evet, öyle oldu. Bakırhan sadece sol ittifakı anmış, ama sol ittifakın Macron’la ittifak kurduğunu söylememiş.
Önce Kürkçü’nün bu “unutkanlığı” neden önemsediğini anlayamadım. Yazıyı bir kere daha okudum. Şu cümle anlamamı sağladı:
“Sonuç olarak Fransa’dan her zaman öğreneceklerimiz var, ama dünya solunun da bizden öğrenecekleri var.”
Fransa’nın bizden neler öğrendiğini de şöyle anlatmış:
“HDP ve Yeşil Sol döneminde partilerimiz esasen bu faşist ve gerici güçlere karşı üçüncü kutbun “devrimci-demokratik ittifak” modelini de, faşist diktatörlüğün kurumsallaşmasına karşı “demokrasi ittifakı” modelini de uygulayarak çok önemli sonuçlar elde etti: 2015 genel seçimlerinde, 2017 referandumunda “Hayır” cephesinde, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, 2019 yerel seçimlerinde “Kürdistan’ı kazanma ve Metropolleri kaybettirme” taktiğinde, 2023 Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçimlerinde aday göstermeyerek ve seçmenlerimizi Cumhur İttifakı karşısındaki adaya oy vermeye çağırarak, Fransa 2022 ve 2024 seçimlerinde Yeni Halk Cephesi’nin uyguladığı taktiklerinin tıpkısını çok önceden de daha sonra da birlikte gerçekleştirdik.”
Kürkçü’nün sıraladığı seçim taktikleri takviminde 31 Mart yerel seçimleri yok. Çünkü bu seçimlere DEM Parti mesela İstanbul’da kendi adaylarıyla girdi.
Uzatmayayım: Kürkçü 31 Mart seçiminde önerdiği İstanbul gibi metropollerde “en güçlü aday” olan CHP adayları lehine seçime DEM Parti adaylarıyla girmeme taktiğini hatırlatıyor. Satır arasında DEM Parti’nin 31 Mart taktiğini, Fransa seçimleri bağlamında eleştirmiş oluyor. Bakırhan’ı da özeleştiriye davet ettiğini de ben yazısından çıkarıyorum.
Kürkçü bu yazısıyla neredeyse unuttuğumuz “birbirimizi eleştirme, özleştiri yapma” geleneğini canlandırma yolunda çok faydalı bir adım attı. Ben de Kürkçü’nün izniyle attığı adımı devam ettireceğim.
Fransız solunun bizden seçim taktikleriyle ilgili öğreneceği hiçbir şeyin olmadığını söylemekle eleştiriye başlayayım. “En güçlü aday lehine kendi partinin adayını çekme” gibi bir taktiği hiçbir ülkenin solu, bir başka ülkenin solundan öğrenmeye ihtiyaç duymaz. Ama Türkiye solunun Fransız solundan öğreneceği çok şey var: 1789, 1848, 1871 ihtilalleri, 1939-1945 Hitler işgaline karşı partizan savaşı bu arada sayılabilir. Kürkçü “Güçlü aday lehine kendi adayını çekme taktiğini” abartmışa benziyor. “Dünya solunun bizden öğreneceği” gerçekten seçim taktikleri mi? Bilindiği gibi dünya solu şu yaşadığımız tarih diliminde Öcalan’ın teorilerine, Kürt halkının mücadelesine ve devrimci Türkiye solunun PKK’yle silah arkadaşlığına büyük bir değer veriyor. Buna Fransa’da Komünist Partisi ve Yeni Halk Cephesi lideri Jean-Luc Mélenchon da dahil. Dağlarda dünyanın dört yanından, her milletten gerillalar “bizden öğreniyor.”
Elbette Kürkçü bu gerçeğin farkında olanların başında gelen bir isim. Ben Kürkçü’nün kendisini değil, bu yazıda yaptığı abartmayı ve “kendini haklı gösterme çabasını” eleştiriyorum. Bakırhan’ın Fransa seçimleriyle ilgili sözlerini böyle bir abartmayla eleştirmek ve eskimiş bir tartışmayı tekrar etmek Kürkçü’nün müktesebatıyla pek uyuşmuyor.
Geçerken bir de özeleştiri yapayım: Faşist bir diktatörlükte parlamenter mücadeleyi, asıl mücadelelerin önüne koyan anlayış hepimizi zaman zaman etkiliyor. Mesela ben, doğruluğuna bugün de inanıyor olmakla birlikte, “erken seçim, Erdoğan istifa, hemen şimdi” sloganını abarttığımı düşünüyorum. Çünkü şu anda Başur Kürdistanı’nda Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun geleceğini belirleyen amansız bir savaş sürüyor. Türk devletinin dünya savaşını yeni bir aşamaya tırmandırma potansiyeli taşıyan bu işgal ve ilhak savaşına karşı caydırıcı bir cephenin kurulması ister erken, ister zamanında hiçbir seçimi bekleyemez. Bir yıl, hatta altı ay sonra yapılacak bir seçime kadar Başur’da ne olacağını kimse bilemez. Tekrar ediyorum, CHP’nin halkı “geçim olmazsa seçim olur” diyerek oyalamasına karşı “erken seçim hemen şimdi” diyerek alternatif seçimi göstermek doğrudur, ama Öcalan’ın özgürlüğü, bugün öyle bir kritik aşamadadır ki, “Öcalan’a özgürlük hamlesi etrafında birlik” de erken seçimi bekleyemez. Değil bir yıl birkaç ay sonra yapılacak seçime kadar İmralı’da ne olacağını da kimse bilemez. Gecikmiş bir “erken seçime” karşı “erken seçim hemen şimdi” sloganı bence doğrudur, ama bu sloganı “savaşa karşı barış, hemen şimdi” ve “Öcalan’a özgürlük hemen şimdi” sloganlarının önüne koymak kesinlikle yanlıştır.
Eleştiri iyidir, ama özeleştiri hepsinden iyidir.