Ancak bildiğim bir şey var ki geniş anlamda yoldaş olma iddiasında olan biri olarak an’da ve sonsuzlukta yoldaşlığa inanıyorum. Aynen hakikat gibi. Çünkü yoldaşlık hakikatin bir diğer adıdır. Seni hiçbir zaman yarı yolda bırakmayacak bir hakikatin.
Esra Bilen
Yeni Yaşam gazetesinin biz hukukçulara ayırdığı bu köşenin adı Savunmanın Sözü. Dolayısıyla bu köşede bizden istenen şey hukuk-politik yazılar yazmak ve olayları bir hukukçu gözüyle değerlendirmektir. Bu yazıda yazmak istediğim konunun politik yanından şüphem olmasa da dar anlamda hukuki yanından şüpheliyim. Bu şüpheyi söz sanatıyla görünmez kılmak amacıyla en başta yazının başlığını “Yoldaşlık Hukuku” koyacak ve bir şekilde hukuk yazısı yazdığım yanılgısıyla başlatacaktım yazıyı. Daha sonra kendimi böylesine basit bir yanılgıyla kandırmanın bir faydasının olmayacağını düşündüm ve hukuka meraklı ama yasaya inançsız bir hukukçu olarak inandığım başka bir şeyi yazmaya karar verdim. Gerçi “yoldaşlık hukuku” diye bir kavram elbette vardır ve geniş anlamda hukuk kavramını burada kullanmak yanlış değildir ancak teknik hukuk bağlamında bir hukuk yazısı olmayacağı kastıyla bu açıklamayı uzun uzun yaptım ve sanat yapmayı sanatçılara, eleştiri ve itirazları da sevgili gazetemize bırakıp söz sanatıyla uğraşmak yerine beni bu yazıyı yazmaya iten bir soru ile başlıyorum;
“Yoldaşını sevmemek mümkün müdür?” Sol-sosyalist gelenekten gelen kişiler için bu soruyu cevaplandırmak çok da zor değildir. Zira bireyi asla reddetmeyen ancak bunun yanında toplum gerçeği ile hareket eden sosyalistler insanı toplumsallıktan uzaklaştırıp bireyciliğe iten neo-liberal sisteme karşı mücadele eden kişilerdir. Bireyciliğe karşı gelindiğinde bireysel kimlikler veya hisler de ortadan kalkar ve yerine daha güçlü ve daha toplumsal duygular gelir. Bu yazının konusu olan yoldaşlık da bu duyguların en yoğunlaşmış biçimlerinden biridir. Dolayısıyla sevmemek mümkün müdür sorusu dahi kendi içinde oksimoron içerir. Çünkü yoldaşlık zaten sevgi ve sevmek üzerine şekillenir. Sevgi beslemeyen bir kişinin yoldaşlık iddiasında bulunması mümkün olmadığı gibi yoldaşlığı kavrayan birinin böyle bir soruyu akla dahi getirmeyeceğini söyleyebiliriz. Çünkü yoldaşlık bir sevgi hareketidir. Yani kök, sevgidir. Bu kavram aynı zamanda arzu edilen toplumu yaratmak için bir ideali içinde barındırır. O hakikate doğru sürekli içtenlikle yürümek, bu nedenle yoldaşlığın temel ilkelerinden biridir. Jodi Dean da yoldaşlık teorisinde, dört tez öne sürer:
- “Yoldaş” aynılıkla, eşitlikle ve dayanışmayla tanımlanan bir ilişkinin adıdır.
- Herhangi biri yoldaş olabilir, ama herkes yoldaş olamaz.
- Kimliğin yeri olarak birey, yoldaşın “ötekisi”dir.
- Yoldaşlar arasındaki ilişki bir hakikate bağlılıkla dolayımlanır. Yoldaşlık pratikleri bu bağlılığı somutlaştırır, onun hakikatini dünyaya işler.”[1]
Jodi Dean’ın bu dört tezi hiç kuşku yok ki farklı ideolojik yorumlar karşısında eleştirilere tabi tutulabilir. Ancak burada dikkat çekmek istediğim şey öne sürülen dört temel ilkenin de yoldaşlığın pozitifliği, yapıcılığı üzerine kurulu argümanlar olduğudur. Yani yoldaşlığın hem kendine hem topluma hem bütün evrene karşı pozitif ve yapıcı olmasıdır. Dar anlamda yoldaşlık yoldaşlar arasında oluyorsa da geniş anlamda yoldaşlık aynı zamanda bu ruhun bütün dünyaya yansıtılmasıdır. Tez olarak yazıldığında soğuk gelebilecek yoldaşlık esasında sımsıcak bir beraber yol yürümektir. Deniz Faruk Zeren’in ‘Tam Ağlayacaktım Arkadaşlar Dokundu’ kitabında hapishaneye giren bir tutsağın ilk gününde kurduğu hayalinde hapishaneden bir incir ağacı yardımıyla kaçıp yoldaşına sımsıkı sarılması mesela teorinin soğukluğunu unutturan bir anlatıdır;
“Tuvaletin penceresindeki demirleri eğdim, söktüm bakışlarımla, oradan uzanıp yukarıya çıktım, koştum böyle çıplak, yaralı, kirli ve yorgun. Koştum, duvarın dibindeki incir ağacına tutunup aşağı indim, toprağa bastım, kimseler görmeden uzaklaştım oradan, yukarıda yamacın üstünde bekliyordu bir arkadaş beni, yamacı hızla tırmandım, yanına gittim, sırtını bir ağaca yaslamış oturuyordu, beni görünce ayağa fırladı, tuttu, sarıldı, sımsıkı sarıldı, tam ağlayacaktım, “Korkma” dedi, “geçti”, dedi. “Ağlama, sakın ağlama” dedi, “bir daha deneriz.”
“Bir daha deneriz” diyen inanç ve yoldaşlık sadece öykülerde değil gerçek hayatta da hem Leviathan canavarına benzetilen devlet aygıtına hem de onun hapishanelerine kafa tutturur. 30 senelik tutsaklığının ardından hapishanede bunca yıl nasıl kaldınız sorusuna “Heval diyorsun, her şey geçiyor. Sevgi oluyor, çiçek açıyor, gün doğuyor. Her şey arkadaşlıktır. Zindanın bize verdiği irade, güç doğal bir ideolojidir. Kökünde bu var. Biz öyleydik, arkadaştık. Arkadaşlık için ne gerekiyorsa aramızda 24 saat bu vardı. O kültür ya da arkadaşlık ahlakı vardı. ” [2] diyen sesin açtığı kapı bize bunu apaçık gösterir. Bir de gösterir ki; o kapıdan sadece güzellikler geçer. Kine, nefrete, bencilliğe, ihtirasa yani kötü olan hiçbir şeye yer yoktur. Yoldaşlık sadece yapıcı ve arındırıcıdır.
Yoldaşlık aynı zamanda ideolojiktir. İdeoloji tam kavranmadan, o ruh kavranmadan yoldaş olmak mümkün değildir. Çünkü yoldaşlık tıpkı Nuh’un gemisine yapıldığı gibi tufanda boğulan her şeye karşı muhafazaya alınanlardır. Orada kurtarılanlar yeni dünyayı inşa etmek için kurtarılan yoldaşlardır. İşte şimdi yeniden yeni dünyayı inşa edecek olan yoldaşlarla yoldaşlık hukuku üzerine bir düşünce jimnastiğidir bu yazı. Hukuk kavramını tekrar kullanmam baştaki yanılgıyı sürdürüyor olmamdan kaynaklanıyor olabilir, bilmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki geniş anlamda yoldaş olma iddiasında olan biri olarak an’da ve sonsuzlukta yoldaşlığa inanıyorum. Aynen hakikat gibi. Çünkü yoldaşlık hakikatin bir diğer adıdır. Seni hiçbir zaman yarı yolda bırakmayacak bir hakikatin.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şube Eşbaşkanı
*Abdullah Öcalan
[1] from https://www.e-skop.com/skopbulten/kimlik-hapishanesinden-kurtulmak-yoldaslar-cadilar-ve-leninin-mucizesi/4975#_edn9
[2] from http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/191735