Başka bir türle yaşama deneyimi olan insanlar hayvanların hissedebilen varlıklar olduğuna kolayca ikna olurlar. Çünkü onlarla aynı evde güne başlarlar. Herkes kendi dilinde diğeri ile selamlaşır, konuşur, anlaşır da. Oyun ortaklaşınca sevinçli olur. Kısaca farklı olanı sevmek ve saygılı bir ortak yaşam kurmak insanlaştırır.
İdris Baluken’in iki romanından biri sokakta yaşayan köpekler, diğer bir deyişle yoldaş türler hakkında! Yani Oko’nun roman kişisi, aynı adı taşıyan bir köpek! Eşitsizlik ve tahakküm ilişkileri örülü kapitalizm, en çok ezilen Oko’nun konumundan anlatılıyor. Oko, hayvanca yaşamayı ve hayvanlığını korumayı, karın tokluğuyla bağlandığı tutsaklığın zincirlerinden kurtulmayı arzulayan bir köpek. Bu nedenle sorguluyor ve özgürlüğe doğru sürekli kaçış çizgileri örüyor.
Sokakta karşılaştığı kötülüklere bakarak Oko, tür ve toplumsal cinsiyet arasında bir ilişki kurmuş: Kötülükle erkek ‘egemenliği’ni adeta özdeşleştirmiş. [Tabi iktidardan özgürleşmiş erkekler bunun dışında] Öyle ya hayvanların kulaklarını, kuyruklarını kesen, yiyeceklerini paylaşmayarak aç bırakan, soğuktan donmalarına neden olan kimi çocuklar, gençler, insanlar var. Oko, bir kadın ve bir erkeğin bir köpekle gezdiğini gördüğünde, kadınların ve köpeklerin, vahşi erkekleri yürüyüşe çıkardığını düşünüyor. Yine de Oko insana saygılı ve duyarlı! Diyor ki zalim ve kötü insanlara karşı mücadelemizi geliştirirken iyi insanlardan aldığımız desteği de artırmak zorundayız.
Oko, ‘Hayırsız ada katliamı’ kadar büyük bir tehlikeden, ölüm gemilerinden kurtulmak için diğer köpeklerle birlikte mücadele ediyor. Eğer Baluken, Oko’nun başka bir serüvenini yazmış olsaydı, hayvanlara tecavüz eden, eziyet eden, hayvanları dövüştürerek para kazanan, onları hayvanat bahçelerinde tecrit eden, onlar üzerinde deneyler yapan ve öldüren insan kılıklı canilerin peşine düşer, makrome dokuması gibi tüm çoğul türleri ile hayvan hakları mücadelesini düğüm düğüm örerdi. Belki ileride bunu Oko’nun yeni serüvenlerinde görebiliriz, ama şimdi bunu yapanlar, doğanın temsilcileri olan insanlar!
Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) çok sarsıcı bir tarzda halka kendinizi koruyun! çağrısı yaptı: Kadın cinayetlerinden köpek tecavüzlerine, hayvanların canının peşkeş çekildiği avcılık ihalelerinden, işkenceyle öldürülüp yumruklanan, köpeklere parçalatılan ayılara kadar gelinen süreçte sessiz kalınamayacağı zaten hepimizin malumu… Çağrı, kadınlara, ailelere, hayvan hakları savunucularına ve herkese! Çağrının tüyleri ürperten kısmı ailelere: Lütfen çocuklarınızı koruyun! Çocuğunuzu emanet ettiğiniz kişi, önceki gün bir hayvana tecavüz etmiş, patilerini kesmiş, gözlerini oymuş, diri diri yakmış olabilir. Bundan sizin haberiniz olamaz, çocuğunuz güvende değil!
Kime yapılırsa yapılsın şiddetin arkasında, Öteki olarak görülen canlıyı şeyleştirme ve bedeni üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilme hakkını kendinde gören bir sahiplik anlayışı var. Egemen olmayan bütün diğer insanlara (örneğin çocuklara, kadınlara, LGBTİ bireylere, göçmenlere vb) ve hayvanlara yönelik cinsel saldırı dâhil her türlü şiddet ile şeyleştirme ve sahiplik arasında ciddi bir bağıntı var. Örneğin mal kelimesi, eşya ve mülk gibi anlamlarının yanı sıra hem kırsal kesimde büyükbaş hayvan hem de kent argosunda iffetsiz kadın anlamına geliyor. Egemen erkek kültürü, erkeksi olmayan varlıkları aşağılamak için eril bir küfür dili üretiyor. Kadınları mal yerine (hayvanları da), onları sadece birer et yerine koyan şeyleştirici zihniyetin oluşturduğu kelimeler bunlar.
Tüm bunlar yaşanırken bir Kurban Bayramını daha geride bırakıyoruz. Bayramlar tüm çoğul anlamları ile sonsuz bir çeşitlilikle yorumlanabilir ve yaşanabilir. Kimilerine göre bayram dinsel bir yükümlülüğü yerine getirme, tabi ekonomik gücü olanlar için: Yani İslami yöntemlere göre kesme, eti yoksullarla paylaşma, et yeme ritüellerinden oluşuyor. Bu durum karşıtını da yaratıyor tabi… Bayramda kesim yapan varsılların karşısına et bekleyen yoksulları koyuyor.
Kimilerine göre bayramın hayvan kesme ile ilgisi yok, kurban yakınlaşmak demek. Kişinin kendisine, diğer insanlara, sonra da Allah’a yakınlaşması, yani hayvan kesmeye hayır, bayrama evet! Kimileri için bayram resmi tatil demek, memlekete gitmek, anneleri ve babaları ziyaret etmek ya da serbest zaman demek…
Bayram nedeniyle, ara sokaklarda kesilen, asılan, yüzülen, kesilen hayvanların görüntüleri artık çok değil. Bu işlemler artık genellikle gözden uzakta yapılıyor, seyretmek isteyenler de seyrediyor. Bununla birlikte sokakta yaşayan hayvanların yaşadığı dehşete üzülürken öldürüleceğini hissederek kaçan kurbanların insanlara verdiği zararlar haber konusu oluyor.
İstanbul Sözleşmesi ile Hayvan Hakları Bildirgesi arasında bir bağ kuruyor zihnim. Şiddet görmek istemeyen iki canlı türünü korumak için devletlere, toplumlara ve bireylere yükümlülükler getiren sözleşmeler bunlar! Türkiye Devleti her iki sözleşmeyi de imzaladı, ne var ki ikisini de uygulayacak önlemler alınmıyor. İnsan ve hayvan haklarına duyarlıkların geliştirilmesi yerine ataerkil geleneği yeniden üretmek tercih ediliyor.
Bizler tüm çeşitlilikleriyle insanlar ve insan olmayanlar arasındaki geniş ve derin koalisyon fikrini aklımızdan çıkarmamalıyız. Devletleri insan ve doğadan yana köklü değişimlere zorlayacak olanlar yine bizleriz. Oko ve diğer hayvanların temsilcileri olan iyi insanlar var ve can dostların sevgisi ile güçlenerek mücadele ediyorlar.