Nihayet netleşti. Seçim 14 Mayıs’ta yapılacak. Yirmi yıl önce nasıl AKP, ülkeyi yönetmekte zorlanan koalisyon hükümetinin (DSP+ANAP+MHP) 3 Kasım 2002’de yapılan seçimlerde yerini almışsa şimdi de Millet İttifakı (CHP+İYİP+DEVA+GP+ SAADET+DP) bir zamandan beri ülkeyi yönetmekte zorlanan Cumhur İttifakı’nın (AKP+MHP) yerini almaya hazırlanıyor.
Aslında bu karşılaşma yeni değil. Tarihsel bir geçmişi var. Ama doğrusu bu tarihsel geçmiş üzerine gelen küreselleşmenin “kimlikleşme” adını verdiğimiz sürece de katkıda bulunarak yeni bir bilek güreşine doğru gidiyor. Yani ülkenin sahibi olduğunu düşünen bu iki grup ittifakta yer alan siyasi partilerin temsil ettiği kimlikler yeni bir konsolidasyonla yeniden sahnedeler.
Türkiye, Asya ve Avrupa’yı birleştiren bir köprüdür denir. Bu doğrudur, ama aynı zamanda Türkiye, Asya ve Avrupa’yı birbirinden ayıran da bir ülkedir. Nitekim, Türkiye halkının bütününe baktığımızda, bir tarafta Batılı, modern, laik ve demokratik bir ülke olmasını isteyenler; bir tarafta da Doğulu, İslami ve otokratik bir ülke olmasını isteyenler olduğu açıktır.
Bu nedenle de Türkiye aslında yönünü bulamamış bir ülkedir. Demokrasisi bile kendine özgüdür. Kuralları ve kurumları yeterince gelişmiş değildir. O nedenle de neredeyse her 10 yılda bir darbe yaşanır. Hele hele AKP+MHP iktidarı döneminde zaten yeterince gelişmemiş olan kurum ve kurallar tümüyle yok olmuştur. Dolayısıyla bu seçim aynı zamanda demokrasinin bu yok edilmiş kural ve kurumlarının da yeniden dizayn edilmesini amaçlamak zorunda olan bir seçimdir.
Devletin sahibi olduklarını düşünen Millet İttifakı (“laikler”) ve Cumhur İttifakı (“siyasal İslamcılar ve milliyetçiler”) dışında Türkiye’de, sadece kendi dil, kültür ve inançlarını özgürce yaşamak isteyen toplum kesimleri de var. Kürtler, Aleviler ve diğerleri (Emek ve Özgürlük İttifakı). Ama ülkeyi yöneten egemen kimlikler (eskiden “laikler”, 20 yıldır da “İslamcılar ve milliyetçiler”) bu kesimlerin taleplerini “ülke bölünür korkusuyla” dikkate almadılar.
Oysa bugünün Türkiye’si bu üç büyük kimlik grubunun oluşturduğu bir siyaset alanına sahiptir. Bu alan gergin ve çatışma potansiyeli taşıyan bir alandır. Önümüzdeki seçimler her ne kadar Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı arasında geçecek olsa da sonucu belirleyecek olan Emek ve Özgürlük İttifakı olacaktır. O nedenle de her iki ittifakın başarısı da başarısızlığı da Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tutumuna bağlıdır.
Doğrusu Kılıçdaroğlu’nun seçildikten sonra yaptığı açıklamaların niteliğinin “kapsayıcı” bir siyaset perspektifi taşıyor olması umut vericidir. Çünkü ülkenin daha sağlıklı, demokratik bir toplumsal yapıya ulaşması bu ittifakların yarattığı çatışma potansiyelinin ortadan kaldırılmasını gerektirir. Bu da “kapsayıcı” politikalarla ülkedeki demokrasi eksikliğini giderecek adımlar atmayı, bu amacı paylaşan herkesin katkısını sağlayan bir yol oluşturmayı gerekli kılar. Şimdilik de olsa, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünün böyle bir yol yapmaya yönelik olduğu görünüyor.
Uzatmayalım! Önümüzde iki yol var: ya Emek ve Özgürlük İttifakı’nın (onun içinde başta Kürtler olmak üzere bütün mağdur kimliklerin) taleplerini dikkate alan siyasi bir yol oluşur ya da dışlayıcı siyasete devamla bir çukur.
Seçim aslında bu ikisi arasındadır.