Son dönemlerin en kapsamlı dolandırıcılık olaylarından olan Çiftlik Bank, geride bir sürü mağdur bırakıp unutuldu bile ama bu topraklar mağdur dolu! Türkiye tarihi boyunca sistemin açtığı alanlarda hareket eden ve çoğu da iktidarlara yaslanan dolandırıcılar, az can yakmadı
M. Ender Öndeş/İstanbul
Geçtiğimiz ay Çiftlik Bank ile 77 bin kişiyi dolandırdıktan sonra Uruguay’a kaçan Mehmet Aydın’ın hikâyesi, bir kez daha dolandırıcılık ile iktidarlar ve ekonomik sistem arasındaki ilişkiyi gündeme getirdi. Mehmet Aydın bu alanda ‘sanat’ icra eden son örnek olarak gündemimize girdi ama aslında ilk örnek değil. Türkiye’nin dolandırıcılık tarihi, daha nice ‘parlak’ şahsiyetlerle dolu!
Ancak ilk örneklerin çoğu yine de şimdikilerin yanında pek ‘amatör’ kalıyor. Hatta tam olarak ‘dolandırıcılık sanatı’ndan uzak tipler de var. Mesela ilk Türk dolandırıcı olma şerefini elinde tutan Eyüplü Halit, daha çok azınlıklar üzerinde çalışan bir zorba aslında. En önemli vukuatı da, İstanbul işgalinin bittiği günlerde kendi kendine sahte bir ‘karakol’ kurarak ‘komiser’ rütbesiyle özellikle Rumlardan para sızdırmasıydı. Bu anlamda Halit’in soykırım ya da ‘Varlık Vergisi’ yıllarında azınlıkların mallarına el koyan diğer talancılardan bir farkı yok. Aynı yağmacılardan bir bölümü sonradan Türk burjuvazisinin (ve hatta bugünkü medyanın!) bel kemiğini oluştururken, Halit’in ‘dolandırıcı’ olarak anılması ise onun talihsizliği!
Sülün Osman ve ötesi
Bu anlamda, daha sonraları sahneye çıkan Sülün Osman (Osman Ziya Sülün) daha gerçek bir ‘dolandırıcı’ sayılabilir. “İstanbul’un denizi de kerizi de bitmez” kuralına uygun çalışan ve Galata Kulesi’ni bile satmayı başaran Sülün Osman da aslında geç kalmış Türkiye kapitalizminin bir ürünüydü ve hedef kitlesi de o dönemlerde büyük göç dalgaları alan İstanbul’da ‘kısa yoldan zengin olmak isteyen’ saf yurttaşlardı. İşin ilginç yanı, Sülün, efsaneye dönüşen ‘işleriyle’ giderek halk tarafından da sevilen bir karaktere dönüşmüş, Türkiye tarihinin bir efsanesi olmuştu. Meslekteki yıllarını da şöyle anlatıyordu; “Benim dolandırdığım insanlar dolandırıcıydı aslında. Bana yaklaşma sebepleri de beni dolandırmaktı.”
Daha sonraları, aynı 1950-1960’lı yıllarda ustalarının izinden giden başka üstadlar da yine o amatör ruhu sürdürerek ufak tefek vurgunlar yaptılar. Ama bunlar hep kentin büyük meydanlarında yapılan basit işlerdi. Tarla satıp İstanbul’a para yemeye gelen ‘Hacı ağa’lar, düğün alışverişine çıkmış orta sınıf insanları, kendini kurnaz zanneden bilumum yurdum insanları… Bütün bunların hepsi, epey bir soyuldular.
Toplu dolandırmaya geçiş
Dikkat edilirse, ilk dönemlerdeki bu örneklerin ortak özelliği ‘bireysel’ çalışarak tek tek kişilere zarar vermeleriydi. Daha geniş çaplı işler ise 1980 sonrasında, ortaya çıktı. 1950-60’larda çarpık kentleşmenin yarattığı alım-satım işlerine yoğunlaşan dolandırıcılık, 1980’lerde ise “paradan para kazanılan” neoliberal serbest piyasa ilişkilerine yaslandı ve binlerce insanı söğüşledi. Banker rezaleti bu dönemin en belirgin örneğiydi. Banker Kastelli adıyla bilinen Cevher Özden, 1980 darbesinden sonra Turgut Özal’ın başlattığı sıcak para ortamında, yurttaşın yastık altından bankerlere akan paranın önemli bölümünü kontrol ediyordu. Kısa zamanda on bankanın pazarlama aracılık hizmetlerini yürütmeye başlamış, yaklaşık 550 bin kişinin yaklaşık 2.5 milyar dolarlık mevduatını yöneten kişi konumuna gelmişti. Bütün kalburüstü sanatçıları reklamlarında kullanan Kastelli’nin kaderi, 1982 sonrasında 40 bankanın bankerleri saf dışı bırakan karara imza atmasıyla tersine döndü. İflas etti, yurt dışına kaçtı. Daha sonra geri dönüp inşaat işlerine girip çıktıysa da dikiş tutturamadı ve bir süre sonra da intihar etti… Sadece o değil, 1982’ye gelindiğinde 258 banker batmış, devletin yönlendirmesiyle bu işe giren 200 binden fazla insanın 75 milyarlık varlığı orta yerde kalmıştı.
‘Saadet Zinciri’nin sonu
Titan Saadet Zinciri’yle 16 bin kişiyi dolandıran Kenan Şeranoğlu ise 90’ların yıldızıydı. Ponzi oyunu olarak da bilinen bir dolandırıcılık sistemi üzerine kurulu olan ve katılım ücreti karşılığında üyelerine yüksek kâr oranları sunan Titan Saadet Zinciri, katılımcılarına zincire dahil ettikleri her yeni üye için de belirli miktarda prim ödüyordu. Ancak, Şeranoğlu da işin suyunu çıkardı! Gösterişli yaşam tarzı ve lüks harcamaları basına yansıyınca işler karıştı. Bir süre sonra yakalandı ve milyonlarca mark ortaya çıktı. Şeranoğlu, mahkemede, “Yapılan iş ticari ahlaka aykırı olabilir ama yasalara aykırı değildir” diye kendini savundu. Sonuçta, 25 yıl 10 ay hapis, 22 milyar 798 milyon 311 bin 569 lira ağır para cezasına çarptırıldı.
Biz Fadıl’a hiç doyamadık
Defalarca batıp çıkıp defalarca yeniden sahneye çıkan, neredeyse yurttaşlarda mazoşist bir bağımlılık yapan Jet Fadıl (Fadıl Akgündüz) tartışmasız olarak bir dolandırıcılar kralı sayılabilir. Aslen Siirtli olan Akgündüz, Jet Sürücü Kursu’yla işe başlayıp, 1989’da Jetpa Holding’i kurdu. Derken “ilk yerli otomobil” macerasına girdi. Ancak ünlü isimlerle tanıtılan ‘İmza’ markalı otomobil hiç üretilmedi. Bu iş için gurbetçilerden kâr payı ortaklığıyla toplanan para uçtu, geride kaba inşaatı bitmemiş bir fabrika kaldı. Yurt dışına kaçtı.
Dönüşü muhteşem oldu ama! Akgündüz 2002 yılında memleketi Siirt’ten bağımsız milletvekili seçildi. İstanbul’a geldiğinde ise, YSK’nın kararı sonrası vekilliği düşürüldü ve yine cezaevine gönderildi. Fadıl yine tahliye oldu. 2014’te ise üzerindeki takım elbiseyi çıkarıp cübbe giydi ve Maldivler’de ada satın aldığını açıkladı. Caprice Gold Maldivler için yaklaşık 170 milyon dolar yatırım yaptığını söyleyen ve Cübbeli Ahmet’in fetvasını da alan Fadıl’ın bu işi de fos çıktı ve bu kez de suçu “Gezi Direnişi”ndeki ‘vatan hainleri’ne yıktı. Sonuçta Caprice Gold ve Caprice Maldivler projesi ile piyasayı tam 800 milyon TL dolandırmak suçundan hakkında nitelikli dolandırıcılıktan dava açıldı. Tutuklandı ama tabii ki yine tahliye oldu.
Fatih’in torunu Uruguay’da
Ve nihayet işte o tombul çocuğa geldi sıra… “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın” övgüleriyle şişirilen 27 yaşındaki Mehmet Aydın, sonunda her şeyin üstüne tüy dikti! Asıl işi olan arıcılıkla geçimini sağlarken Çiftlik Bank’ı ilk etapta oyun olarak geliştiren Mehmet Aydın, biriken paralarla 4-5 ay sonra Bursa İnegöl’de 250 büyükbaş hayvan kapasiteli çiftliğini açtı. Çiftlik Bank sistemiyle 77 bin 843 kişiden 511 milyon TL para toplandı. 62 bin 877 kişiye 393.3 milyon TL ödeme yapıldı. Kalan 113.4 milyon lira ise Kıbrıs’a ve Çitlik Bank CEO’su Mehmet Aydın ile eşinin hesabına aktarıldı. Gerisi bildik hikâye… Aydın Uruguay’da, mağdurların eli böğründe, bütün bu işlemleri denetlemesi gereken devlet ise, bu aralar muhalifleri susturmakla çok meşgul…
Biz hazırız, yenisini bekleriz!
Sonuç olarak, Türkiye açısından gök kubbenin altında değişen bir şey yok! Yüz yıldır biri gidiyor öbürü geliyor, ‘organize işler’ sürüyor. Her seferinde de dolandırılan yurttaşlara “bu kadar da saf olmasaydın” diyoruz. Oysa, dolandırıcılık denilen şey, Türkiye’nin çarpık kapitalizminin boşluk alanlarından ve bizzat devletin teşvik ettiği muğlak para kazanma biçimlerinden doğuyor ve kimse de işin bu bölümünü sorgulamıyor. İşin doğrusu, yolsuzluğun her türünün normal sayıldığı koşullarda, birkaç kuruşun hesabını da yapan olmuyor. Netice itibarıyla, Mehmet Aydın Uruguay’da paracıkları yiyedursun, biz şimdi ufukta yeni parlak çocukları gözlemekteyiz.
Altın çocuk Raki!
Raki adıyla şöhret yapan Güney Zobu, klasik dolandırıcı profilinin aksine ayrıcalıklı bir aileden geliyordu. Dedesi ünlü paşalardan Hasan Rıza Zobu, babası Moskova Büyükelçisi Şemsettin Zobu idi. Ayrıca ünlü iş adamı Kuzey Zobu’nun ağbeyiydi. Kıvrak zekası ve enteresan numaralarıyla Türk popüler tarihine damgasını vuran Güney Zobu’nun başarısının sırrı, hep yasadışı işler çevirmeye çalışanları dolandırması, böylece şikâyet edilememesiydi. Hedefi, daha çok çanta ya da bavul ile döviz kaçırmaya çalışan uyanıklardı. Gözüne kestirdiklerini, piyasa kurunun çok altında bir fiyatla döviz satmayı vaat ederek avlıyor, sonra da yok oluyordu. Ön kapıdan girip arka taraftan kaçan Raki’yi bekleyenler, saatlerce ağaç olurdu. Hatta ‘ağaç olma’ teriminin, Raki’den kaynaklandığı bile söyleniyor. Raki’nin Amerikan subayı kıyafetiyle, Hilton’da karşılaştığı Süleyman Demirel ile dakikalarca sohbet etmesi ise dillere destan olmuştu.
Parsadan: Çiller’in belalısı…
Tansu Çiller ve Süleyman Demirel’in de aralarında bulunduğu birçok kişiyi, sahte kimliklerle dolandıran Selçuk Parsadan, bir polis ailesinden geliyordu; babası Adnan Menderes’in gönüllü yakın korumasıydı. Baba Parsadan da ufak tefek işler çeviriyordu gerçi ama boynuz kulağı geçti. Önceleri bazı sanatçıların menajerliğini üstlenen Parsadan, küçük çaplı dolandırıcılık işlerine başladı. En büyük işi ise dönemin başbakanı Tansu Çiller’le ilgiliydi. Emekli Orgeneral Necdet Öztorun’un sesini taklit ederek Çiller’i telefonla arayan Parsadan, “Kemalistler Derneği” için 5 buçuk milyar lira istedi ve para ertesi gün ‘Örtülü Ödenek’ten yatırıldı. Olayın polis tarafından öğrenilmesinin ardından Parsadan yakalandı. Dolandırıcılık ve mahkemeye hakaretten cezalar alan Parsadan, Afyon Cezaevi’nde itirafçı Mustafa Duyar’ın öldürüldüğü olayda ağır yaralandı. Tahliye olduktan sonra ise, 2006’da omurilik kanserinden yaşamını yitirdi.