Her şeyin bir enkazı var, biz de içindeyiz. Hepimizin enkazları var, tam da içindeyiz. İnsan kabahat sıralar, bazı şeyleri de sır yapar. Başlamak bu yüzden bulanıktır, sonlar gibi, her şeyin sonunda gibi. Cesaret lazım, suç ve cüret lazım. Biraz rüya, bazen de karabasan. Yoksa uyanmak, uyanmak yoksa?
Hayat ısrar istiyor, devamını istiyor ve insan istiyor. Savaşlar, seller, kazalar, belalar, virüsler ve vasatlar, hepsine tek tek resmi geçitler yapılıyor. Dünya biraz sırayla, biraz da zorla. Sık sık yer değiştiren bir takas, hesapsız ve matematiksiz bir telaş. Uğraş istiyor burası, uğraştırıp uğurluyor.
Hayat bayat bir sakız gibi çiğneniyor. Hayat hayal satıyor. Hayat hatayı savunuyor ve affetmiyor. İnsan hayattan çok şey bekliyor. Gelecek bekliyor. Hayat gelecektir, harflerini düşürecektir ve okunmayacaktır. Böyle bir tarih var, eskidedir ve yanımızdadır. Kahinler çağı geri döndü, barbarlar zaten hiç gitmedi.
Beklemekle ve bekletmekle mevsimler geçti. Bize yeni cenazeler ve yeni sloganlar, bize bol bol alkışlar. Dünya hengamesi, yaşama sancısı, gidenler ve gelenler ve düşler. Bir akşamüstü, bir yalnızlık, birkaç adım ve her yer duvar. Biri demişti; devletin hapishanesine de girdim, aşkın hapishanesine de. Sonra hep içeride kaldım, dışarıyı kaybettim.
İnsanın kalmak gibi tasası, dönmek gibi belası ve gitmek gibi yasası var. Sakıncalar büyüyor, sakınmalar çoğalıyor. Her yer birbirinden beter ve keder coğrafyasında herkes mevsimlerin yer değiştirmesini seyrediyor. İnsan bir rüzgâr, dünya bir seyran ve ömür bir küheylan.
Kaybedenler mezarlığı, kazananlar morgu, haybeye gidenler koleksiyonu, hiçbir şey bırakmayanlar festivali. Dünya bir karnaval; ressamlar çizer bazen, şarkıcılar söyler, şairler yazar ve birileri gerçekten yaşar. Kimileri tahmin eder, kimileri de tahrip eder.
Birilerinin sesi gelmez, birilerinin de sesi hiç gitmez. Kapılar açılır, pencereler kırılır, aynalar kirlenir. Kaldığımız yeri unutur, gideceğimiz yeri şaşırır ve benzediğimiz her yeri terk ederiz. İnsansız çarşılar, kuşsuz gökler, sessiz ormanlar ve balıksız denizler. İnsan kuruyor, kuruyor ve kuruyor yine.
Heybetini kaybetmeyen dağlar, endişeli yağmurlar, öfkeli büyüyenler, kafası karışık ölenler, gülerek doğanlar; her birine bahaneler ve devranlar bulunmalı. Düz bir yol, pusulasını yitirmiş ve susarak büyüyenler kervanı görünüyor, belki de yaşanmıştı eskiden. Bugünlerde her yer puslu, herkes sisli.
Dünden gelenler, yarına gidecekler bir bir sıraya girer. Yaşamı bir kavgaya çevirenler dünyası. Tek tek dağılıp tane tane sayılacak. Herkese bir numara, bir muamma yakışır ve herkesin bir rolü var. Sufle verenler, dalgın dalgın bakanlar, kostümüne sığmayanlar, maskesi gevşeyenler, sesi kısılanlar. Kalabalık bir seyir, kaba bir oyun. Çünkü her şey ve herkes izlenecek bir seyir.
Denilir ki özgür bir at nereye gidiyorsa özgürlük de oraya gidiyordur. Bilinir ki dağların çocukları oralıdır ve oradan gelenlerdir. Bir ıslık yeter ıslanmak için, bir taş yeter eşikleri geçmek için. Bir derman yeter, her şeyi yeniden düşünmek ve yine başlamak için. Düşenlerin rüyaları, sabahlarımızı uyandırsın yeter.
Haftanın kitap önerisi: Eylem Ata, Yanımda Kal / Yapı Kredi Yayınları (YKY)