Kalan bir şeylerin varlığı herkesi bir arayışa koyar, dünya kadar da yorar. İsabet etmeyen küskün yarınlar, istikrara uymayan bugünler, bizi götürüp bir yere bırakmayacak. Beklentiler, hayaller, umutlar, ne varsa bir bir toparlanıp dökülecek üstümüze yağmur misali. Zaten biz ıslak doğduk, öyle de yürüyoruz ölümüne kadar.
İstisnaların kaideyi bozduğu zamanların içindeyken, bir anda her şeyin ve herkesin dışında yakalıyoruz kendimizi. Çünkü hayat memat dolu tereddütler hayatı bayat bir bataklığa koyup çıkarıyor. Gördüğümüz, görmek istediğimize o kadar uzak ki hemen o anda olduğumuz yere uzandık. Öğrendiklerimiz huydur dedik, edindik ve ettiğimizi bulduk.
İnsan yaşadığı yere benzemeye devam ediyor buralarda. Kazanınca kaybeden, kaybettikçe kazanan bir hengamede herkes bir başkasına amade, bir başkasına kör birer kuyu. İnsan başkasının mezarı dahi olabiliyor artık. Yokluğun şaşaalı duruşu, varlığın ıslıklarla hor görülmesi çok sıradan ve herkesin payına düşen bir yalan.
Yaşadık da yaşlandık diyor biri, yaşayamadık ama yine yaşlandık diyor öteki. Zaman bu, diyor bir başkası; herkese yetecek kadar dağılmıyor. Böylesi gerçeklerin hayatla sınandığı bu dünyada yaşamak için ipuçları, kördüğümler lazım. Bizi birbirimizden koparacak bir şey ile birileri gelmeli ya da getirilmeli. Öyledir yaşamak, böyledir yaşlanmak.
İnsan bildiklerini bir gün unutur, anılarını da yanlış hatırlar. Elbette aklın oyunları felç eder bazen, sonra toplum, devlet, yasa, ahlak ve daha bir sürü oyuna dahil olup kendisi oyun olur. Öyle hayatlar ve öyle sonları gördük, şahit olduk ve her şeyde bu sonları aradık. İnsan durmadan arar, sıkılsa da arar, vazgeçse de arar. Hayatın lakabı aramaktı bir zamanlar, doğru hatırlayalım.
Geleceğin şatafatı, gelmeyeceğin serencamı, gideceklerin ışıltısı, kalamayanların patırtısı bir uğultu gibi sarmış dünyayı ve içinde yaşayanları. Panik bir temaşa ile başlıyoruz her şeye yeniden. Herkes bir yol ve başkasına pusula olurken, bu çağda yaşayanlar kayboldu diye bir rivayet dilden dile çevriliyor. Duyan sağır, diyen lal, gören kör kalsa da yetecek bize ve yetineceğiz.
Yararlı değil, yaralı birçok şeyimiz. Yanılgılar yangın gibi her tarafımızı cayır cayır yakıyor da beklentiler tüm ihtişamıyla çöküyor gözlerimizin önünde. Bütün cevapları toprak altına gömelim, sorularla dalga geçelim. Bizim olan, bizden değil ve bizden olan asla bizim olmadı. Alamet değil hakikat ve her şeye rağmen bir barikat.
Tahrip edilen düşlerimiz var, tahrik edilen düşüşlerimiz var. Vaazler ve vaatler curcunasında vasat hayaller satılıyor teselli niyetine. Geciken neydi de varlığı herkesin üzerinde, yokluğu da bir boşluk gibi herkesin içinde? Uyumsuz olana uygunsuz diye bir iftira, isyan edene mübalağa diye bir abluka, korkmayana da müptela diye bir karalama.
Yokluğun biri varlığın diriliğine hayıflanıyor, sonra esaret ile cesaretin izdüşümleri üzerimize kapanıyor. Böyle gelmiş böyle gitmeyecek bir avaz da beraberinde yıkanıyor, aklanıp paklanıyor. Bize endamı buğulu bir resim, parçaları kopuk bir heykel, kelimeleri silinmiş bir şiir, notaları kayıp bir şarkı kalır. Geri kalan ile geride kalanı alıp günün tam ortasında karşımıza koyup ayna belliyoruz. Ve gerçeğimiz artık bu kadardır dediğimiz bir sona yaklaşıyoruz.
Diyeceğiz bir gün: yenilgimiz kimsenin yenilgisine benzemeyecek. Yine diyeceğiz: zaferimiz kimsenin zaferine benzemeyecek; çünkü yenilsek de kaybetsek de başkası gibi değil kendimiz gibi olacağız. Bu dediklerimizi yeryüzü de gökyüzü de görecek çünkü sınandığımız ne varsa hepsi gerçek, aynı bizim olduğumuz gibi. Benzemeden ve bezdirmeden gittiğimiz yol yürünecektir, yürünüyor da.
Haftanın kitap önerisi: Berken Döner, Öyle Bir İstanbul (Semtler, Hayatlar, Hatıralar) / Aras Yayıncılık