Rewşan Apaydın
Resmi tarihin dışarıda bıraktığı geçmişe dair 1900’lü yıllardan bu yana çokça araştırma ve akademik alanda yazılar üretilmiştir. Bu çalışmalar eşliğinde tanık olduk ki devletler ve topluluklar ya da iktidar kendilerine uygun belleği yaratmaktadır. Oysa insan belleğinin kimyevi ve psikolojik değişkenliği bilinen bir olgu olduğu gibi, toplumsal belleği belirlemektedir. Örneğin bu yüzyıl kadınların yüzyılı oluyor dedik, tarih böyle yazmak istemese de iktidarlar böyle yazmasalar da tarihe böyle not düşülecek çünkü bugünü yarına yazacak olanların içinde bizler de varız. Sizin tarihinizi değil kendi tarihimizi yazacak ve sizin arşivinizi değil kendi arşivimizi oluşturacağız.
Söz konusu olan tarihsel anlatıya dahil edilmeyen bizler biliyoruz ki geçmişteki izlerimizi silmek için verdiğiniz mücadele işe yaramamıştır. Görüldüğü üzere bugün ulusal hafızadan toplumsal hafızaya geçiş yaşanıyor, kazananlar yerine mücadele edenlerin, gelecek yerine geçmişin, homojen olan yerine dışlanan yığınların birlikteliği, geçmiş ve geleceğin kesintiler olmaksızın devamlılığı anlayışı yerine parçalanmış tarihlerin su yüzüne çıktığı görülmektedir. Bu durum bir bakıma ‘hafızaların da başkaldırısı’ olarak betimlenebilir.
Bütün bunların ortak paydasında buluşulan kavram su götürmez gerçekliği ile herkesin kabulü olan kadın mücadelesidir dersek abartmış olmayacağız.
Kadınlar, mensubu oldukları kültürel grubun ortak hafızasını oluşturmakta ve söz konusu kültür ile hafızanın aktarımında etken bir rol oynamaktadır. Ortak hafızanın her ne kadar edilgenleri de olsalar erkeklerin oluşturduğu toplumsal hafızanın söylemine uygun davranmamış, onu tekrar etmemiş ve geçmişin eril unutuluşuna karşı çıkmış ve reddetmiştir.
Bunu bize geçmişin ilk söylenceleri olan ‘myth/mit’ler söylemekte. Hederot’un çoğunlukla güvenmediği Platon’un ise uyduruk ve gülünç bulduğu, hatta Devlet adlı kitabında Homeros’un masallarının okunmamasını şart koştuğu mitler söylemekte.
Mit’in kendisini ele aldığımızda en basit karşılığı ‘halk anlatıları.’ Bu anlatılar sözlü anlatılar yani toplumsal bellek içerisinde sürekli bir dönüşüm içerisinde ve yaşamın en doğal yansıması.
Bir örnek vermek gerekecekse mitolojide önemli bir yere sahip olan Medea. Medea yazılana göre kötü güçlere sahip olan, kötücül bir kadın figürüdür. Ama aslında kimdir?
Toplumsal Kadın Algısının
Celladı: Medea
Medea, çok sevdiği İason için ailesini, yurdunu terk eden sonrasında ise İason tarafından ihanete uğrayan ve sanki suçluymuş gibi yaşadığı ülkeden kovulan bir kadının öyküsünü anlatır.
Tragedyadaki olay örgüsü Medea’nın intikam almak amacıyla İason’un eşi prenses Galuke ile çocuklarını öldürmesiyle tamamlanır.
Medea’nın çocuklarını öldürme isteği onun annelik duygusuyla çelişse de öfke, duyguların çatışmasında acıma duygusuna belki de akla galip gelir.
Medea’nın tüm benliğini sarıp sarmalayan adeta ona hükmeden öfkeye, güçlü bir intikam duygusu eşlik eder ve sonuç oldukça trajiktir. Medea çektiği acıların bedeli olarak İason’un da çok şiddetli acı çekmesini ister ve bunun tek yolu da ona göre İason’un çocuklarının öldüğünü duyması ya da görmesidir. Medea çocuklarını öldürmekle aslında hem kendisini hem de eşi İason’u yaralamaktadır. Medea çocuklarını öldüren kötü kadındır.
Patriyarkal bir kültürde çocuklar anneden ziyade babaya aittir ve babanın soyu çocuklar üzerinden devam eder. Medea çocuklarını öldürmekle patriyarkal kültürün değerlerini hiçe saymış olduğunu bir başka deyişle ise güçlü olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, Medea’nın kendisini yaralamasının pek de önemi yoktur. Metinde yer alan örneklerden hareketle şöyle bir düşünce ileri sürülebilir; Medea’nın eylem tarzı patriyarkal bir toplumda ya da kültürde bir kadından beklenen geleneksel davranış tarzlarının dışındadır. Medea karakteri itaatkar, ılımlı, alçak gönüllü, merhametli, anaç, geleneksel yapıya uygun bir rolü değil; aksine oldukça kararlı, dik başlı, zalim, düşüncesinin izinden sonuna kadar giden dominant, bir başka deyişle cesaretin erk dışı olduğunun rolünü temsil ediyor.
Bu bağlamda Medea kalıp yargıların, toplum normlarının dışında hatta karşısında hareket ederek klasik anlayışta ya da iktidarın patriyarkal toplumunda var olan cinsiyet rollerini tersyüz eder.
Medea’nın sürgün kararına karşı çıkması ve annelik rolünü hiçe sayarak öldürme eylemini gerçekleştirmesi var olan cinsiyet rolleri ve modellerini ya da dönemin kadın algısını yıkar. Yazılanların aksine her ne kadar kötücüllüğü ile gösterilmeye çalışılsa da Medea, toplumsal kadın algısının kurbanı değil o algının cesur bir celladı olarak karşımıza çıkıyor.
Bugün toplumsal değerleri tartıştığımız mecralarda, mitlerin yüzyıllardır nasıl cinsiyetçi kanonlar oluşturarak günümüze kadar geldiğini ve bu geliş ile cinsiyetçi söylemi toplumun temel değerleri arasında nasıl yerleştirdiği görülebilir.
Mitler bir toplumun hafıza depolarıdır. Kadınlar ise toplumsal hafızayı oluşturan en önemli taşıyıcıları olmasına rağmen mitoslarda cinsiyet kodlarının ayrımcı yanı olarak yazıldı. Bunun temel nedeni kuşkusuz arşiv edilenlerdir ve bunu arşiv edenlerdir. Yani kadın bu hafıza oluşumunda anlatılarıyla ilgilenirken erkek olan iktidar kadınlarını biçimlendirmekle meşguldü.
Bekaret şölenleri, yalan söyleyen kadının taş kesilmesi, ihanet gibi mitik özelliklerde cezanın yanında kadının olması yazılanların eril gücünü göstermektedir. Bedensel bir nesne olarak entrikanın başrolü, şeytana dostluk edendi.
Bugün karşı karşıya olduğumuz toplumsal sorunların kökeninde yatan ayrımların bu anlatılarla beslenmiş olması ve modern mitlerle bunun devam ettirilme çabasının karşısındaki kadın artık sadece anlatıcı rolünde değildir. Aynı zamanda kendi tarihini yazan görevini de üstlenmiştir. Bu neyi değiştirir? Bugünü, yarını hatta dünü değiştirir. Kadının tarihsellik içerisinde cins ve ayrımcılık savaşını kazanmak için geçmişi de yeniden yazması gerekiyordu çünkü.
Yeniden yazmak epey zor da olsa yeniden okuması yapılıyor bugün birçok şeyin. Bu da beraberinde yeni bir arşiv yeni bir bellek oluşturuyor.
Bu arayışın kendisine başka bir tanım bulmak gerekiyor; bir yere ait olmayan hem de bu ise ‘an-arşiv‘ olarak karşımıza çıkıyor. Yani arşiv olmayandır bu noktada kıymetiharbiyesi çok büyüktür. Ancak nedir an-arşiv dersek Zeynep Sayın’ın Ölüm Terbiyesi adlı çalışmasında karşımıza çıktığını görürüz bu kavramın, arşiv kelimesinin yerine an-arşiv kelimesini kullanıyor Zeynep Sayın.
“Tüm resmi tarihler arşivlerin asıl sahipleri”dir diyor ve şöyle devam ediyor.
“Arşivler her seferinde bir kişinin, kurumun geçmişini, geleceğini belirleyen, onun ideolojik meşruiyetini sağlayan şeyler. Arşiv sözcüğünün içinde arche var, kök var, baş var, başlangıç var, kendi yol açtıkları üzerinde kayıtsız şartsız hâkim olan ilksel ilke var. An-arche’de ise tam da bunun reddedilişi var, anarşiv de aslında bunun ne olduğunu sorgulayan bir önerme. Arşive erişim erkin iznine tabi, dolayısıyla arşivde hemen bir iktidar sorusu gündeme geliyor. Anarşiv işte bu arşivin açtığı iktidar sorusunu çökerten bir kavram ve arşivin varlık nedeninin içinde gedik açan, onu yaran bir şey…”
Bu durumda kadınların kendi belleğini oluşturma mücadelesi aynı zamanda yarına neyin nasıl aktarılacağının da bir mücadelesidir.
*HDK Kadın Meclisi Üyesi