Bu yazının yazıldığı gün 3 Haziran. Aslında bu yazıyı Savaş Buldan, Hacı Karay ve Adnan Yıldırım’ın Millî Güvenlik Kurulu’nda alınan bir karar sonrasında katledilmelerinin 30. yıl dönümü nedeniyle yazmak istiyordum ancak coğrafyamızda maalesef ki özellikle Kürt meselesi söz konusu olduğunda bir günün değil bir saatin dahi önemi var. Tam ben bu yazıyı yazmak üzere düşünürken Hakkari Belediyesi Eş Başkanı’nın gözaltına alındığını ve Hakkari Belediyesi’ne kayyum atandığı bilgileri gelmeye başladı.
Evet, ben bu yazıyı 30 yıl önce gerçekleşen büyük bir yaşam hakkı ihlali ve sonrasına yayılan büyük bir acının yaşandığı günde yazmak istedim. Savaş Buldan’la ilk olarak 1988 yılında tanıştım. Ben o zamanlar henüz yeni mesleğe başlamış çok genç bir avukattım. Güney Kürdistan’da sömürgeci Saddam rejiminin Halepçe Katliamı yaşanmıştı ve birçok Güneyli Kürt bizim coğrafyamıza göç etmek zorunda kalmışlardı.
İşte tam da o günlerde siyasi farklılıklarını bir tarafa bırakan Kürt çevreleri bir araya gelmişler ve ne yapacağız diye tartışmaya başlamışlardı. O günlerde hepimizin hayatında Halepçe’nin yarattığı büyük bir yıkım vardı. Bütün duygularımız yerle bir olmuştu, duygularımız yanında, evlerimiz, ofislerimiz Güney’den göç eden acılı ailelerle doluydu ve bizler ne yapacağımızı tartışıyorduk.
İşte Savaş Buldan bir Kürt iş insanı olarak o dönem o kadar çok çaba sarf etti maddi ve manevi olarak, o kadar çok yardımda bulundu ki o dönem kendisi hepimiz için çok değerli bir hale gelmişti.
Savaş Buldan hem Kürdî bir insandı hem de son derece yardımsever, sevecen ve naif bir insandı. Onu tanıyanlar hep aynı şeyleri söylerdi. Hatta birkaç yıl sonra Savaş Buldanların evinde misafir olan Mehdi ve Leyla Zana ile diğer bazı kişiler eve baskın yapılarak gözaltına alındıklarında, o tarihlerde Gayrettepe’de olan siyasi şubeye de görüşlerine gitmiştim ve polislerin korkunç bir saldırısıyla karşılaşmıştım. O kadar nefret doluydular ki beni bir odaya alıp kafamı duvarlara çarpmışlardı.
O günleri hiç unutmuyorum. Bizler insan hakları savunucuları olarak 90’larda o kadar büyük hak ihlallerini gördük ve yaşadık ki ve ne yazık ki coğrafyanın çok büyük bir bölümünün bu ihlallerden habersiz olduğunu ya da duymak dahi istemediklerini bilerek bunları yaşıyorduk.
Savaş Buldan, Hacı Karay ve Adnan Yıldırım 3 Haziran 1994 günü İstanbul’da Çınar Oteli’nin gazinosundan çıkarken kaçırıldılar. O tarihlerde eşi Pervin Buldan, Savaş Buldan’ın Çınar Otel’de olduğunu bildiği için onu aramaya başladı. Çünkü haber alamıyorlardı Savaş Buldan’dan. Oteli aramıştı, resepsiyon görevlisi Buldan ve iki arkadaşının gözaltına alındığını Pervin Buldan’a söylemişti.
Hamile olan ve bu haberi alan Pervin Buldan’ın doğum sancıları başlamıştı ve hastaneye kaldırılmıştı. Onun hastanede olduğu ve doğum yaptığı saatlerde, Bolu’nun Yığılca ilçesinde, bir balıkçı Melen Çayı kenarında işkence edilerek öldürülen üç kişinin cenazesini bulmuş ve jandarmaya haber vermişti. İşte bu cenazesi bulunan insanlar Kürt iş insanları Savaş Buldan, Hacı Karay ve Adnan Yıldırım’dı.
Aslında bu tür ölüm olaylarının olabileceği bilgisini çok önceden edinmiştik. Çünkü Millî Güvenlik Kurulu’nda, Kürt insanlarına yönelik ölüm kararlarının alındığını, hatta birçok yasa dışı baskın, yok etme politikalarının planlandığını çok iyi biliyorduk. Kaldı ki dönemin başbakanı Tansu Çiller bunu açıkça dile getirmişti. 3 Kürt iş insanının ölümü gerçekten diğer ölüm olaylarında olduğu gibi halkta büyük bir kırılma ve üzüntü yarattı.
Benzeri birçok olaya tanıklık etmiş ve bizler de bu tür saldırıları yaşamış insanlar olarak 3 Kürt iş insanı ve diğer insanlarımızın ölümünü hiçbir zaman unutmadık. Her zaman, her yıl dönümlerinde aynı acıyla onları anmaya devam ettik.
Maalesef ki Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt meselesi söz konusu olduğunda resmi politikaları çok öncelere dayanıyor. Cumhuriyetin kuruluşu hatta daha öncesinden itibaren bir yok etme politikası hala gündemde. İşte tam da bugün de yani 3 Haziran 2024 gününde 3 Kürt iş insanının katledilmesinin 30. yıl dönümünde bu kez halkın oylarıyla seçilmiş Hakkari Belediye Eş Başkanı’nın gözaltına alındığı ve belediyeye kayyum atandığı bilgisi ulaştı topluma.
90’lar devlet aklı, Kürtlere yönelik hem fiziken yok etme hem de siyaseten yok etme politikasını uyguluyordu. Belki bugün fiziken yok etme politikasını o kadar kolay yerine getiremiyorlar ancak fikri olarak yok etme politikası aynen devam ediyor. Bugün Hakkari Belediyesi’ne yönelik uygulanan kayyum politikası 90’lardaki devlet aklının devamı anlamına geliyor aynı zamanda.
90’lardaki devlet aklı da aslında bütün fikriyatını Şark Islahat Planı’ndan alıyordu. Şark Islahat Planı ve uygulamaları hala devam etmekte. Devlet aklında en ufak bir değişiklik yok. Kürt meselesinin demokratik bir biçimde çözülmesini asla istemiyor Türkiye Cumhuriyeti devleti ve şu anda özellikle MHP’nin iktidar ortağı olması nedeniyle adeta devletin tüm politikaları Devlet Bahçeli’den izin alınarak uygulanmakta.
Evet, umutsuz olmamızı istiyorlar. Belki yaşadığımız pratik, umutsuzluğu dayatıyor. Ancak biz umudumuzu kaybetmenin, çözüm odaklı eylemselliğin de sonu olacağı düşüncesindeyiz. O nedenle bunu yapamayacaklar, umudumuzu asla kaybetmeyeceğiz.