Toplumsal hareketliliği yatıştırmanın, derinleşen sınıfsal ve toplumsal çelişkilerin biriktirdiği öfkeyi dindirmenin sistem açısından en makul yönü seçim sürecidir. Seçimler, sistemle olası hesaplaşmanın sistem içi kanallara çekilerek, sistem tarafından absorbe edilmesini sağlar. Küresel ölçekte totaliter eğilimler iktidara seçimler yoluyla gelmekte ve iktidardaki varlıklarını seçim yoluyla sürdürmektedir. Halk kitlelerinin siyasal süreçlere müdahale aracı olarak mücadele içerisinde kazanılmış olan genel oy hakkı, bizzat halkların haklarının gasp edilmesinin aracına dönüşmeye ve işlevini kaybetmeye başlamıştır. Brezilya’dan Macaristan’a ABD’den Rusya’ya Hindistan’a ve elbette Türkiye’ye pek çok ülkede baskıcı pek çok hükümet, halkların neo-liberal yıkıma tepkisi, göçmen ve yabancı düşmanlığı üzerinden baskıcı hükümetlerin halkoyu ile iktidara gelmesine yol açmıştır.
Seçim yorgunu ülke, yeni bir seçim süreciyle karşı karşıya bulunuyor. 16 yıla nerdeyse 16 seçim sığdıran saray,tüm varlığını ve bu varlığı kalıcı hale getirme amacını toplumun yarısı üzerinde, diğer yarısının çoğunluğuna dayanarak sürdürüyor. Küçük bir farkla dahi olsa sağlanan her seçim başarısı, sarayın her çeşit zorbalığının ve keyfi uygulamalarının meşru dayanağı olarak dayatıyor. Sarayla siyasal hesaplaşmayı sandığa indirgeyen sol muhalefet, bu tutumu nedeniyle sarayın bu dayatması karşısında kendisini anlatma imkânlarını yitiriyor ve her seferinde bir başka seçimi beklemeye, bir başka sandık başkaldırısına umut bağlamaya devam ediyor. Sarayı seçimler yoluyla durdurma perspektifi sarayın elinde, kendi devamının sağlanmasının ve onaylanmasının bir aracına dönüşmüş bulunuyor. Bu durumun oluşmasında sosyalist hareketlerin seçim dayatmalarına boyun eğerek siyaseti, mücadele programını ve sarayı durdurma stratejisini seçim endeksli yürütmesinin büyük katkısı bulunmaktadır. Ne yazık ki aynı tutum, içerisine girilen erken seçim süreci için de geçerlidir. Ülkenin siyasal, ekonomik ve toplumsal gerçekliği göz ardı edilerek, siyasal hesaplaşmayı sandığa indirgeyerek ve sandık başarısına bağlayarak yürütülecek çalışma hüsranla sonuçlanmaya mahkûm görünmektedir.
Ülke seçimlere olağan üstü bir süreçte, ağır bir ekonomik krizin ortasında ve Kürt halkının kazanımlarını yok etmek üzere başlatılması olası bir işgal saldırısının gölgesinde girmektedir. Sarayın kendi varlığını kalıcı hale getirme ve ağır baskı sürecini kurumsallaştırma isteği bu seçime rengini bütün ağırlığı ile verecektir. Kürt düşmanlığı üzerinden yan yana gelen iktidar bloğu, Kürt halkına karşı düşmanlığı kendi birlikteliğini derinleştirmenin bir aracı olarak kullanacak, ırkçı milliyetçiliği kışkırtmaya devam edecektir. İktidarın kendisini var etmek adına kışkırttığı Kürt düşmanlığının vardığı nokta, Sakarya’da Kürt olduğu için bir vatandaşın öldürülmesidir. Benzer saldırıların seçim sürecinde tırmandırılarak sergilenme olasılığı yüksektir. Bu bağlamda saray nasıl 1 Kasım seçimlerinde kirli savaşı tırmandırarak, 24 Haziran seçimlerinde Afrin’i işgal hareketine girişerek yol almaya çalıştıysa, bu seçime de Rojava topraklarını hedef alan bir savaş hazırlığı ile hazırlanmaktadır. Eğer saray Kürt halkına karşı düşmanlık üzerinden ayakta duruyorsa, yapılması gereken Kürt halkı ile yan yan sarayın karşısına çıkmak olmalıdır. Baştan kabul edilmelidir ki böylesi bir saldırı dalgası sadece Rojava topraklarıyla sınırlı kalmayacak,tüm ülke coğrafyasını kapsayarak yaygınlaşacak, ülke bir savaş ortasında seçim süreciyle yüz yüze kalacaktır.Aynı şekilde Gezi Ayaklanması dolayımıyla açılan davaların yaygınlaştırılma ve tüm muhalefeti baskı altına alacak toptan bir saldırı dalgasına dönüşme ihtimali de yüksektir. İçerisinden geçilen krizin sonuçlarının yol açacağı toplumsal hareketler bu savaş ve baskı ortamında eritilmeye ve bastırılmaya çalışılacaktır.
Olağanüstü bir devlet şeklinden söz edildiği noktada, olağanüstü devlet şekline geçişin bizzat seçimler marifetiyle gerçekleşmiş olmasına rağmen, oradan çıkışın seçimlerle olmayacağı kabul edilmelidir. Sandıkla gelenler, sandıkla gitmeyecekleri bir mekanizmayı, bizzat sandığa dayanarak inşa etmiş bulunuyor.Durum böyle tarif edilirse, sandık yoluyla belediyeleri ele geçirmenin iktidarın yapısında bir değişikliğe yol açmayacağı da ortaya çıkar. Seçimler yoluyla gerçekleşecek kazanımlar kitlelere moral vermek, iktidar bloğu içeresinde çatlakları derinleştirmek ve mücadeleyi yükseltmek açısından anlamlıdır ve değerlidir, daha fazla değil.
Eğer temel amaç sarayı devirmekse ve bunun sandık yoluyla değil halk hareketi ile olacağı kabul ediliyorsa, seçim zemini saray karşıtı en geniş cephenin örülmesinin bir aracı olarak kullanılmalıdır. Bu cephe olmazsa, savaş ve saldırı tehdidi altındaki Kürt halkı ile krizin altında ezilen Türkiye işçi sınıfıdır. İttifak ilişkileri birkaç belediyede başkanlığı almak gibi küçük hesaplar değil saraya karşı uzun soluklu bir mücadeleyi öngörerek söz konusu cepheyi örgütlemek üzerinden şekillendirilmelidir. Kürtlerden uzak durarak CHP’ye yedeklenip küçük hesaplar peşinde koşmak ya yaşanmakta olanı kavramamak ya da halklar karşısındaki sorumluluktan kaçmak anlamına gelecektir.