Ragıp Zarakolu
Stockholm. Polonya da Macaristan gibi bir Reis’in yönetiminde. AB için sadece RTE sorun değil! 1930’lardaki gibi global olarak yükselen popülizmin sonucu.
Bir zamanlar Varşova’dan şöyle yazmıştım:
“Polonyalı olarak dünyaya gelen Papa II Paul, herhalde en karizmatik ve en sosyal papalardan biriydi. Gitmediği kıta kalmamıştı yeryüzünde. Dünyaya Alman olarak gelen onu izleyen Papa ise biliyorsunuz bu ağır yükü taşıyamadı istifa etti. Yeni seçilen Papa ise İtalyan kökenli, Arjantinli ama… Cunta döneminde, o kayıplar döneminde sessiz kaldığından hatta cuntaya destek verdiğinden söz ediliyor haydi hayırlısı. Vatikan’a ve Papalara ilişkin spekülasyonlar da tartışmalar da bitmez. Ve daha nice esrarengiz romanlar yazılır.
Varşova’da II. Paul’un anısına kurulan vakfın merkezindeyim, koridorda, II. Paul’un çeşitli ülkelere yaptığı ziyaretlerden resimler var, çeşitli dünya liderleri ile. Papa Türkiye’ye gelmemişti ama, yine de Türkiyeli birinin resmi var onlar arasında. Ama bundan kıvanç duymalı mıyız bilmem! Papa II. Paul kendini öldürmeye çalışan Mehmet Ali Ağca ile hücresinde, sandalye üzerinde baş başa konuşuyor ve onu bağışlıyor.
Tarih, inkar ve alternatif tarih üstüne tartışmak üzere buradayız, Polonyalı, İsrailli, Ermeni ve Türk tarihçiler olarak. İsrailli tarihçi Polonya kökenli. Szewach Weiss bir ara burada büyükelçilik de yapmış. Halen Kudüs’teki Yad Vashem, yani Holokost Müzesi yöneticisi. Ermeni soykırımının tanınmasına ilişkin özeleştirel konuşması dikkat çekiyor. 7-27 Mart arasında devam eden, müzik, sinema ve güzel sanatları da kapsayan bir festival çerçevesinde. Bu yılki sinema filmlerinin ana teması ise ruhunu şeytana satan Dr. Faustus! Bu çerçevede Tarkowski, Krzysztof Zanussi, Antonioni (Jack Nicholson’un oyunculuğu ile), Istvan Szabo, Oliver Hırschbiegel, Jacek Blawut’un filmleri de gösteriliyor.
Benim için en güzel sürprizlerden biri de yıllar once Paris’te Notre Dame önüdeki artık gelenekselmiş anma sırasında tanıştığım, değerli Keropyan çifti ile bu kez Varşova’da buluşmak oluyor. Onlar da “Akn” olarak, yani Aram ve Verjine Keropyan, Vahan Keropyan, Nişan Çalgıcıyan ve dengbêj Murat İçlinalça Ermeni (Polonyalılar Ormianski diyorlar) Liturjisi’ni seslendirmişler daha önce. Kaçırmışım ne yazık ki. Bizim toplantıda Ara Sarafyan ile İstanbul’daki gibi karşılıklı bir söyleşi yaptıktan sonra, ikinci bölümde Szewach Weiss ile Polonyalı araştırmacılar Krzysztof Czyewski, Witold Szablowski ve Jaroslav Fret söyleştiler. Ben söyleşi sırasında toplantı Polonya’da yapıldığı için, karşılaştırmalı bir analizin Ermeni soykırımının, hatta bugünkü Kürt sorununun algılanmasında daha kolaylaştırıcı olacağını ve bu çalışmaların araştırmacılarını beklediğini belirttim. Örneğin Türkiye ve Polonya’da ulus devlet inşa sürecini karşılaştırmalı olarak çözümlemek. İki ülke arasında 20 ve 30’lu yıllarda sıcak ilişkiler olduğu hatırlarda. Bir başka ilginç çözümleme ise 3 güçlü Avrupa imparatorluğu arasında bölünmüş bir ülke olarak Polonya I. Dünya Savaşı’ndan sonra külleri arasından yeniden yükselirken; Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasında bölünmüş bir coğrafya olan Ermenistan’ın batı parçasının, aynı savaş süresinde yok olması veya aynı süreçte İran ve Osmanlı devleti arasında bölünmüş olan Kürdistan’ın 2 parçadan dört parçaya bölünmüş olarak çıkması. Yeni 2 ulus devlet olan Polonya ve Türkiye’de yükselen azınlık karşıtı ve antisemit eğilimlerin karşılaştırılması, dün ve bugün açısından.
Polonya ve Türkiye’deki geçmişteki, otoriter/totaliter devlet aygıtlarının, resmi ideolojilerin konumunun ve günlük hayata aktarımının, ve bugünkü izlerinin karşılaştırılması, Polonya ve Ermenistan’ın farklı kiliseler ve dinler arasında sıkışmış bir coğrafyalar olarak (Polonya Alman Protestan ve Rus Ortodoks Kilisesi arasında, Ermenistan Müslümanlık ve Rus Ortodoks Kilisesi arasında) kiliselerinin ulusal kimliğin korunmasında üstlendiği işlev ve dinin ulusal kimlik açısından oynadığı rol. Otoriter/totaliter devlete karşı, Türkiye, Polonya ve Kürdistan’da, sosyal muhalefetin bir parçası olarak dinin oynadığı rol. Vs. vs. Türkiye’deki soykırım inkar endüstrisinin Japon ya da diğer inkar örnekleri ile karşılaştırılması…
Bunlar aslında kafamızın daha aydınlık olmasını sağlayacak olan çalışmalar olabilir. Bir fırsat bulup, Varşova Ayaklanması Müzesi’ni ziyaret ediyorum, gerçekten yıkılmış bir kenti izlemek çok çarpıcı. Sovyet ordusu yaklaştığında, Polonyalı yurtseverler zorlu bir ayaklanma başlatmış, ama ne yazık ki Sovyetler ancak ayaklanma Almanlar tarafından acımasızca bastırıldıktan ve kent yerle bir edildikten sonra kente gir(ebil)mişlerdi. Ya zayiat vermek istemedikleri için ya da kente bağımsız bir gücün egemen olmasını istemedikleri için.
2. Dünya Savaşı Polonya için başlamıştı, ama trajik bir biçimde 1945 yılında kendi kaderleri ile baş başa bırakılmışlardı müttefikler tarafından. Ama bundan önce trajik bir ayaklanma daha olmuştu, aynı acımasızlıkla ezilen, 1943 Yahudi Gettosu Ayaklanması. Bugün kaldırımlarda Getto’nun izlerini belirten düzenleme sayesinde nerede olduğunuzu anlayabiliyorsunuz. Varşova’nın yıkık halini üç boyutlu bir gözlük ile dokumenter bir filmden izlerken, bunun minyatür bir benzerini kaleden eski Van kentinin yıkıntılarına ya da Harput’un viran haline bakarken hissettiğim duyguları hatırlıyorum. Onlar da direnmişler ve bedelini acımasız bir yıkımla ödemişlerdi. Ve en güzel sürpriz ise benim açımdan, toplantının sonunda Armen Artwich adında sevecen bir genç adamın gelerek beni Polonya Ermenileri Kültür Mirası Vakfı’na davet etmesi oldu. Havaalanından önce oraya uğradım ve yeni bir Ermeni dünyası ile tanıştım, Ukrayna’dan Polonya’ya uzanan bir dünya. Kökü 15. yüzyıla uzanan Katolik-Ermeni bir cemaat… Bana heyecanla arşivlerini gezdiriyor, ender belgeleri gösteriyor. Naziler ve Sovyetler tarafından kurşuna dizilen din adamlarının tablolarına bakıyorum. Ve kütüphaneme üç değerli parka daha yerleşiyor: Ermeni Varşovası Albümü (Ormianska Warszava), Lwow (şimdi Ukrayna’da) Katedrali 1902-1938 Restorasyonu, AGBU Albümü ve de Yıllık Portrety Polskich Ormian
Takvimi. Ermenice Lehce iki dilli gazetelerini ise Agos’a veriyorum. Kalbimin bir parçasını da orada bırakıyorum.”