Kızımı nasıl kucağıma alıp banyoya taşıdığımı hatırlamıyorum. Evde dört kişiyiz, herkesi banyoya toplamışım. Aklımda banyonun daha güvenilir olduğu kalmış bir yerlerden. Kızım tırnaklarını etime geçirmiş korkudan. Evin bütün duvarları çatırdıyor, kirişler, kolonlar, birbirinden ayrılmak için yırtınıyor, duvarlar kâğıt gibi yırtılıyor, banyonun fayansları çatırdıyor. Oturduğumuz daire zemine yakın, aşağıdan korkunç homurtular geliyor. “Geçecek” diye geçiriyorum içimden, “geçecek birazdan”. Durmak bilmiyor, bir asır sürüyor adeta sarsıntı, çığlıklar, çatırdamalar. Duruveriyor birdenbire. Derin bir nefes alıyorum. “Kurtulduk” diyorum içimden. Sonra alttan vuran dehşetengiz bir gümbürtüyle evin bütün uzuvları çığlık çığlığa bağırmaya başlıyor yeniden. Evin bu seferki çığlıkları, bedenimdeki bütün kanı boşaltıyor adeta. Sağ çıkamayacağımızı düşünüyorum bu sarsıntıdan. Aklıma yaşantımın çeşitli anlarına, gelecek planlarına dair bir sürü şey uçuşuyor. Kızıma bir şey olacağı korkusu kafamdaki bütün düşünceleri silip atıyor sonra bir kalemde. “Pencereden dışarı mı atsam, kucağımda onunla birlikte mi atlasam, üzerine mi kapansam, kapıya doğru mu koşsam”. Bitmiyor, bitmek bilmiyor.
Bu anı yaşadığımız 6 Şubat tarihinden bu yana altı gün geçmiş. Resmi rakamlara göre ölen insan sayısı otuz bine dayanmış, belki bir o kadardan da fazlası hala enkaz altında. Sadece doksan saniyelik o ana ait dehşeti hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum. Evden dışarıya kendimizi attığımız o ilk anda depremin ana üssünün bizim evin altı olduğunu düşünmüştüm. Sonra Bağlar semtindeki evler düştü aklıma, oradaki evler sağlam değil. “Yeni binalar bu kadar sarsıldıysa kim bilir oralara ne olmuştur” diye düşündüm. Dehşetin büyüklüğünün ne olduğunu görmeye başladıkça sağ kurtulmuş olmanın utancı oturmaya başladı içime, içimize.
Sahi utanç değil mi? Utanç!? Bütün bu yıkımların müsebbibi, baş muktedir, baş müteahhit ve avenesinin yaşanan vahşet karşısında takındıkları utanmazlık aklıma düştükçe bedenimi baştan sona bir bulantı dolduruyor. Ve öyle sanıyorum ki bu bulantıyı duyanlar ülkenin kahır ekseriyeti. Ne baş muktedirin ne de tek bir avenesinin yüzünde zerre kadar merhamet, acı, suçluluk ve utanç yok. Büyük bir utanmazlığa bulanmış bir korku, panik ve öfke var sadece. Korku var çünkü bu vahşetin müsebbibi olduklarını biliyorlar. Panik var çünkü bunun hesabının sorulacağının emareleri daha depremin ilk gününden itibaren ortaya çıkıyor. Öfke var çünkü vicdani ve ahlaki saiklerle kendiliğinden örgütlenen ve dayanışan halk gerçekliği kendi basiretsizliklerini, kifayetsizliklerini, muhterisliklerini ortaya çıkarıyor.
Bütün bu yıkım ve vahşetin sorumluluğunun üzerine yükleneceği bir suçlu aranıyor canhıraş bir şekilde. Bu depremi, Amerika’nın sismik saldırı gücünün bir eseri olduğunu söyleyen kimi işgüzar yalakalar zuhur etse de bunun onları komik duruma düşüreceğini düşündükleri için bu tür sesleri kesiyorlar çabucak. Kifayetsiz kaldıklarını, koca sistemin birkaç sivil toplum kuruluşundan bile daha örgütsüz ve çapsız kaldığını kabullenecek halleri yok ya. Bunun dünyanın en büyük doğal felaketi olduğu ve bunun altından bir süper gücün bile kolay kolay kalkamayacağı argümanına sarılıyorlar tüm müteahhitler cumhuriyeti yetkilileri. “Evet, evet, bu argüman çok kullanışlı. Felaket çok büyük. Dünyada eşi benzeri yok. Buradan devam edelim.” Ama kazın ayağı öyle değil. Yıkımı yaşayanlar, an be an tanık oluyorlar kifayetsizliğe, vurdumduymazlığa, umursamazlığa, hazırlıksızlığa, liyakatsizliğe. Ve bu tanık oldukları şeyin bedeli yitirdikleri canları, yaşam boyunca tüm biriktirdikleri oluyor. O yüzden hiçbir komplo teorisi, hiçbir argüman söylenen yalanları onların nezdinde inandırıcı kılamıyor. Ellerinde kala kala en çok bildikleri şey oluyor; İnsanları bölmek, düşmanlaştırıp birbiriyle çarpıştırmak. Parti lideri de olan azılı ırkçı bir faşistin “yağma yapıyorlar” diye göçmenleri hedef gösterişi bir anda göçmenlere dönük bir sürek avına dönüşüyor. Şimdi bu yıkım karşısında iki seçenekle karşı karşıyayız. Ya ilk andan itibaren derinlerde saklı iyiliğin, ahlaki ve vicdani saikin zuhur edişiyle ortaya çıkan dayanışma, örgütlülük, yeni bir yaşam umudu ve aydınlık bir gelecek ya da göçmenlere, sonra sırasıyla Kürt, Alevi, Çingene tüm ötekilere öfkenin yöneldiği ırkçı ve karanlık bir müteahhitler cumhuriyeti.